Arapların Kudüs’e ihaneti

Özgürlüğün yolu tüm dünyaya karşı tek başına kalmak bile olsa kendi inancına bağlı kalmaktan geçer... Stefan Zweig

Ağlanacak halimize gülüp geçiyoruz. Her şey bizim için basit ve duyarsız olmuş. Kendimize soracağımız birçok soru vardır. Onlardan birkaçını sorarak başlayabiliriz: Ne zaman olayların farkına varacağız? Ne zaman Müslümanlar bir olup ortak değerleri için hareket edecektir? Bu soruları kendimize sormadığımız sürece her gün yeni sorunlarla karşılaşacağımız bir gerçektir. Çünkü ne kutsal değerlerimize olan ciddiyetimiz kalmış ne de inanç gereği yaşayışımıza olan saygımız. Nerde kaldı o zaman Müslümanlığımız? İşte tüm bu sorulara bir defa silkinmemiz lazım. Filistin’de her gün masum insanlar ölüyor, Irak burnumuzun dibinde bölük pörçük oluyor, Suriye ise bölünmeye doğru gidiyor, Ürdün, Lübnan, Yemen, Sudan ve diğer devletler olmak üzere buna benzer sorunlarla boğuşmaktadır. Tüm bunlara rağmen hala sessiz kalabiliyorsak, eksik bir şey vardır; yanlış giden bir şey vardır. Tam da bu konuda Kudüs’ün durumu ortadır. Bu duruma kim ve kimler ne kadar tepki vermiştir. En güçlü sesi çıkartması gereken Araplar olması gerekirken en cılız sesin sahibi oldular. Hakeza Mısır da bu konuda üzerine düşeni yapmamış. Her ne kadar yapmacık da olsa, gerçekle de bağdaşmayacak olsa da bir İngiliz başbakanı kadar sesini yükseltemedi. O zaman bu Arapların krallığı nerde kaldı? Bunlar haremlik-selamlık, lüks yaşamanın kralıdır. Bunun başka bir izahı olamaz.

Avrupa’nın Lawrecelere ihtiyacı yok o zaman. Çünkü Müslümanlığın en büyük düşmanı yine bölgede yaşayan Müslümanlardır. Daha doğru Müslüman diye geçinenlerdir. İçerde hain olduktan sonra, dışarıdaki düşmana ihtiyaç yoktur. Osmanlıya ihanet ettiklerinden beri kan ve gözyaşı eksik olmamıştır. Değerleri için savaşmayan, inançları uğrana mücadele etmeyen, örf-adet ve gelenekleri yaşatmaya gayret etmeyen bir topluma ya da devlete hiçbir isim ile telaffuz edilebilir mi? Kesinlikle edilmez. Bu bağlamda Müslümanlığın başına bir kara bulut olarak dolaşmaktadır. Zaten bölgedeki sorunlara şimdiye kadar el uzatmış olsaydı, Hıristiyan lobisi bu kadar içimize sızmış olamazdı. Kavga, gürültü, açlık ve sefalet olmazdı, olamazdı.

Zaten Kudüs’ün kuruluş amacı halk olarak görünüp, Batılılarca resmi bir şekilde desteklenip bölge halkının başına bela olmaktır. Şu an da en büyük terör örgütü olarak faaliyet göstermektedir. Siyonist düşünce sıkıştıkları yerde İsrail örgütünü devreye sokuyor. Karşı çıkan olursa hemen birlikte hareket etme kararı alıyorlar. Bölgede yaşanlar bu durumu görünce haliyle bulaşmak istemiyorlar. Bu şekilde Ortadoğu’yu kabile devleti, kral ve şeyhler halinde bölüp yok etmektir. Hal böyle olunca virüs gibi yayılan zihniyet daha çabuk bölgeye hâkim olmaktadır.

Kudüs’ün Özgürlüğünü varlığımızı parçalayarak değil, bütünleyerek savunabilir ve bu yolla belki ümmet olmayı da öğrenebiliriz. Bu mesele yalnızca Filistin meselesi değildir. Bu ümmetin meselesidir. Mezhep ayrımı yapmadan, bir bütün olarak hareket edip meselenin üstesinden gelmek elzemdir. Batı’nın uşaklığını bir tarafa bırakıp, özümüze dönme zamanıdır. Böyle hassas durumda gereken cevap verilmezse her türlü musibetle karşılaşmamız kaçınılmaz olacaktır. Dem bu demdir. Buna da tepkisiz kalırsak, bundan sonra da birlik ve beraberlikten bahsetmek abesle iştigal olur.

Vesselam!