Türk Milletini diğer milletlerden farklı olarak, milletimizi millet  yapan ve milli varlığımızın, milleti tarif etmemizin temel ve birinci kültür unsuru ve yapı taşı  milli dilimiz, 1932’de adına yanlış olarak “Dil Devrimi” (“Dilde Devrim”, tabiri yanlıştır.

DİLİMİZDE YAŞANAN İKİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI

Türk Milletini diğer milletlerden farklı olarak, milletimizi millet yapan ve milli varlığımızın, milleti tarif etmemizin temel ve birinci kültür unsuru ve yapı taşı milli dilimiz, 1932'de adına yanlış olarak 'Dil Devrimi' ('Dilde Devrim', tabiri yanlıştır. Çünkü, dil, bir anda tümüyle devrilip yerine yepyeni bir dil konulmaya feda edilemez. Ayrıca, dünyada saf dil olmayıp, diller, devrimlerle değil evrimlerle gelişir ve zenginleşir) ile gelen süreçte 'İKİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI' na uğramıştır. Bunlar şunlardır:

1-1932-1980 dönemi: Dilimizin;

a-Hamasi ve kuru-sıkı bir ırkçılık-milliyetçilik duygusu yanında,

aa-Toplum Mühendisliği' ne soyunmuş küçük bir 'bürokrat- aydın hakim azınlık' ın toplumuzu, Avrupa'dan kötü bir taklitçilikle 'Batılılaştırmak ve Laikleştirmek' ideolojik –pratik yapılanmalarından kaynaklanması yanında, dilimizin, 'dillerin sürekliliği kanunu' na ( 'İhtilaller ve İnkılapların Kanunları' na -Fransa Kapitalist, Rusya ve Çin Komünist Devrimlerinde olduğu gibi- da aykırı olarak) uymamasıyla da 'siyasi ve ideolojik tercihler' e bir 'maziden koparma projesi' olarak alet edilmesi sonucu, bin yıldan beri konuşup yazdığımız, artık bizim imlamız ve gramerimize uyarlanarak 'milli kelimelerimiz' olmuş Arapça ve Farsça kelimeleri dilimizden topyekun tasfiye ile yerlerine;

b-'Öz Türkçe' denilen kelimelerin kullanılması,

bb-Bu yetersiz kalınca, masa başında Türkçenin imlası ve gramer kaidelerine uymayan 'uydurukça kelimeler' yapmak, üretmek suretiyle de dilimizin iyice bozulması ve iyice zayıflatılmasına yönelik 'BİRİNCİ UYDURUKÇA BÜYÜK DİL YOL KAZASI' ile dilimizin sabotajlara ve suikastlara uğraması.

2-1980 – 2022 dönemi:

'Dış ve İç Algı Planları ve Operasyonları' sonucu, 1932 -1980 'Topyekun Tasfiyecilik ve Uydurmacılık Dönemi' nde iyice zayıflatılarak 'kuş' a (Nasrettin Hoca'nın Leyleği fıkrası benzeri) çevrilen dilimizin bu hallere düşmesinin 'fırsatını bekleyen' denilen İngilizce tarafından işgaline başlanması sonucu 'İKİNCİ BÜYÜK DİL YOL KAZASI' nın kendisini göstermesi.

Atatürk'ün 'Topyekun tasfiyecilik ve Uydurukça Dil' den Vazgeçmesi

Günümüzde artık, 'Devrimlerinden olarak' denilen 'Dil Devrimi' nin de öncüsü, lideri Mustafa Kemal Atatürk'ün, bu devrimin amaçlarından olarak yukarıda bahsettiğimiz a ve aa tercih ve pratikleri sonucu başvurduğu, 'Yaşayan Türkçe' yi topyekun tasfiyeyle, yepyeni bir dil yaratmaya yönelik, yaşayan kelimelerin çoğunun Öz Türkçe karşılıklarının bulunamaması (bulunsa bile, imlamız-gramerimize uymamaları yanında, matematik uyumları ve musiki algılanmalarının bozum olmalarından) sonucu da yepyeni bir 'UYDURUKÇA DİL İCADI' deneme ve tecrübelerinin, dünyada saf dil olmayacağı, dilin bir devrim hareketiyle 'pat' diye değiştirilemeyeceği, sürekliliği ve evrimle gelişmesi kanunlarıyla çatışmasından olarak tutmayınca, Atatürk'ün 1934 yılından itibaren bundan vazgeçmeye başladığı görüldü. Bu cümleden olarak dil konusunda en yakın çalışma elemanları şu isimlere, bunların değerlendirmeleriyle de söyledikleri söyle idi:

Falih Rıfkı Atay : 'Çocuk beni dinle, dedi. Türkçenin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Bir çıkmaza girmişizdir. Dili bu çıkmazda bırakırlar mı? Bırakmazlar. Biz de çıkmazdan kurtarma şerefini başkalarına bırakamayız' dedi.' (Falih Rıfkı Atay, Işık, Dünya, 17 Temmuz 1966)

Ahmet Cevat Emre: 'Bu uydurma dil bir müddet yazılarda tecrübe edildi, hatta böyle konuşmalar bile olurdu. Rahmetli Kazım Dirik bu dili çıtır çıtır konuşurdu. Bir akşam sofrada, böyle konuşmuştu. Gazi yüzüne bakmış gülümsemiş, 'Birbirimizi anlayamaz olduk' buyurmuştu. O geceden itibaren özleştirmecilik, Gazi için iflas etmişti. Fakat geri dönmek de çok güçleşmişti… Milyonların anladığı, milletin konuşmada, yazıda, sahnede ve hatip kürsülerinde kullandığı dilde inkılap yapılmayacağına inandıktan sonra Atatürk bir irtica hareketi saydığı özleştirmeciliğe nasıl bir fren verebileceğini düşünüyordu.' (Ahmet Cevat Emre, Atatürk'ün İnkılap Hedefi ve Tarih Tezi, İstanbul, 1956, s. 35 ve 52)

' (Uydurukça dili bunca deneme ve tecrübelerden sonra) 'Dilde ve musikide inkılap olmaz' diyeceği günler yakındı." (Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, Hilmi Kitabevi, İstanbul, 1960, s. 338 - 339)

İsmail Habip Sevük: 'Bu dil işi, bu tutumla (uydurukça ile) sökmeyecek; ben öldükten sonra döneceklerine ben kendim dönerim.''(İsmail Habip Sevük, Dil Davası, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1949, s. 47)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu: ' Atatürk, Türkçenin arınmaya başladığı sıralarda, bir gün bize, yani yanında bulunan gazete yazarlarına bir emir verdi: 'Yarından itibaren bütün yazılarınızda bir tek Arapça-Farsça kelime kullanmayacaksınız' dedi. O zaman, Dil Kurumu henüz bir sözlük çıkarmadığı için bu emri yerine getirmekte büyük zorluklar çektiğimizi tahmin edersiniz. Nihayet, muayyen bir zamandan sonra artık yazamaz, yazılanları anlayamaz, istediklerimizi anlatamaz olmuştuk. İşte bu durumu gören Atatürk, 'Bu iş bana çıkmayacak gibi görünüyor. Ben arkadaşlarımın böyle bir zahmete katlanmalarına artık taraftar değilim. Mutlaka başka bir yol bulmalıyız' demişti.' (Hisar Dergisi, Kasım 1966)

Atatürk, 'Uydurukça Dil İcadı' ndan 'Güneş – Dil Teorisi' yle döndü. Bu teoriye göre, dünyadaki bütün diller Türkçeden gelmiş, Türkçe onlara ana kaynaklık etmişti. 'Öyleyse' deniliyordu, 'Arapça ve Farsça dilleri de Türkçeden türedikleri için, bu dillerin kelimeleri de bizim kelimelerimiz olabileceği için bunları konuşup, yazmakta bir mazur yoktur.' Böylece 'dönüş' te de 'milliyetçilik duygusu ' ön plana çıkmış oluyordu.

İnönü Dönemi'nde 'Uydurukça Dil Salgın' nın Yeniden Başlaması, 'İki Dilli' Oluş ve 'Maziden Kopuş'

Atatürk 10 Kasım 1938'de hayata gözlerini yumunca, 11 Kasım'da, 'Türkiye Cumhuriyeti Döneminin Atatürk'ten sonra 'İkinci Adamı' ' denilen İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildi. 11 Kasım 1938 – 14 Mayıs 1950 zaman dilimine tarihimizde 'İnönü Dönemi' denildi. Bu dönem, Atatürk Dönemine (29 Ekim 1923 – 11 Kasım 1938) nazaran birçok 'olumsuzluklar' ı ile tanınır. Ünlü düşünürlerimizden Atilla İlhan, iki dönem ardasında bunların bir karşılaştırmalarını yaparken, Atatürk Dönemine 'Kemalizm', İnönü dönemine ise, onun bir çeşit alternatifi olarak 'İnönizm' in damgasını vurduğunu ve bunun ülkemiz ve toplumumuz için birçok 'olumsuzluklar' la yüklü bunduğundan bahseder.

'İnönizm' in 'en büyük olumsuzlukları' ndan birisi, Atatürk'ün terk ettiği 'Uydurukça Dil İcadı' na yeniden dönülmesi olmuştu. Bu, o dönemin ünlüleri tarafından şöyle dile getirilmişti:

Celal Bayar: (Dil Mesellerimiz konusunda), 'İsmet İnönü, Cumhurbaşkanlığına geldiğinde 'ne anarşi, ne cebir' demişti 'İnönü'nün bu görüşleri, onun dil konusunda 'orta yolcu' olacağına yorumlandı. Fakat, daha sonraki yıllarda ne olduysa oldu, İnönü bu politikasından çark etti. 'Onun (Atatürk'ün) ölümünden sonra, İnönü tasfiyecileri desteklemeye devam etti. Anayasa da yeni hukuk terimleriyle yazıldı.' (Peyami Safa, Osmanlıca Türkçe Uydurukça, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1976, s.120 ve 166)

Yusuf Ziya Ortaç: 'Atatürk'ün vazgeçtiği uydurukçaya geri dönüldü' (Akbaba Dergisi, 24 Ocak 1963)

Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü: 'Cumhurbaşkanı İnönü, dilde 'Atatürk'ün yapamadığını ben yapacağım' yanlışlığına düştü. Bu, vatanı, milleti hiçe saymanın ve onun en aziz varlığı Türkçe' ye kastetmenin ta kendisidir.' ( Emin Bayraktaroğlu (Nihat Sami Banalı), Fuat Köprülü ve Türk Dili, Meydan Dergisi, 2 Ağustos 1966)

İnönü Döneminde, 'Uydurukça Dil Salgı' nında, Milli Eğitim Bakan Hasanı Ali Yücel ile Cumhurbaşkanı ve Milli Şef İnönü'nün 'kültür danışmanı' Nurullah Ataç baş rollerde oynadılar. Ataç'ın masa başında, dilimizden Arapça-Farsça kelimeleri topyekun tasfiyeye yönelik olarak uydurduğu uydurukça kelimeleri resmiyette büyük kabul gördü. Ataç'ın dilimize getirdiği 'büyük yıkım' için dil uzmanlarımızdan Muallimoğlu ' Türkçenin anasını ağlatıcı, mezarını kazıcı' (Nejat Muallimoğlu, Türkçe Bilen Aranıyor, Muallimoğlu Yayınları, İstanbul, 2023, s. 315) ifadesini kullanırken Hacıeminoğlu da 'Türkçeyi Ataç yıkmıştır' ifadesini kullandı. (Prof. Dr. Necmettin Hacıemioğlu, Türkçenin Karalık Günleri, Polat Ofset, Ankara, 1972, s. 109 – 110). Vala Nurettin de 'Dilimiz Ataçcanın Cenderesindedir' görüşlerine yer verir. (Zafer Gazetesi, 12 Aralık 1962)

Cumhurbaşkanı İnönü, 1945'de 1924 Anayasası'nı 'Ataçça' ile yeniden yazdırırken, Milli Eğitim Bakanı Yücel de Ataç'ın bütün uydurukça kelimelerini, kendisine bağlı orta dereceli okullar ders kitapları yazımına taşımaya başlayarak, anne-babalarla bu okullarda okuyan çocuklarını birbirlerinden koparmanın yollarını açtı. Üniversite hocalarından da kitaplarını uydurukça dille yazmaları istendi. 'Uydurukça dille ilim yapılamaz, kelimeleri ve terimleri, yazacağımız kitapların kelime ve terimlerini karşılamıyorlar' diye itiraz eden Ordünaryüs profesörlerden Sıddık Sami Onar ve Ali Fuat Başgil, İnönü ve Yücel tarafından azarlandılar.

Daha kurulduğu günden beri, ehliyetsiz ve liyakatsiz kadrolaşmasıyla 'Uydurukça Dil İcadı' nın merkezi, beyni halini gelen Türk Dil Kurumu, 1945'de 'daha büyük bir dil felaketi' ne sebep oldu. Adı geçen tarihte yayınladığı ilk Türkçe lugatı(Türkçe Sözlük), 20. yüzyılın başlarında Türkçede var olan yüz binin üstündeki kelimelerin sayısı, 'bunlar bizim kelimelerimiz değildir' düşüncesiyle 15 bine indirilerek yayınlanmıştı. Bunun yarısı da zaten uydurukça kelimelelerdi. Şemsettin Sami'nin 1900'da yayınlanan ' Kamus-ı Türki' sinde 100 bin, 1922'de ikinci baskısı yapılan, İngilizce - Türkçe 'Redhouse Sözlüğü' nde ise 135 bin Türkçe kelimenin İngilizce karşılıkları yer almıştı.

Uydurukça kelimelerin basın ve yayın hayatımıza da kullanılmasının artmaya başlamasıyla birlikte, nesiller arasındaki uçurum iyice açılmaya başlanmıştı. Öyle ki, ünlü edebiyatçı yazarlarımızdan Halit Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Peyami Safa vb. gibi yazarlarımız, 'Dil Devrimi' öncesi yazıp yayınları kitaplarını yeniden yazmak zorunda kaldıklarını hatıralarında dili getirmişlerdi. Aradan ne kadar zaman geçmişti? Yarım asır bile geçmemişti. Halbuki, İngiltere'de bir İngiliz gencinin 500 yıl önce yazılmış ünlü edip Şekspir'in kitaplarını okuyup anlayabildiğine bakılırsa, bizim yaşadığımız 'büyük kültür, dil felaket' nin ne derece büyük boyutlarda olduğu kendisini gösterir.

Bu 'büyük dil felaketi', Osmanlı döneminde yaşanan 'istenilmeyen durum' gibi toplumumuzu yeniden 'İKİ DİLLİ' hale getirmişti. Bunu vurgulamak için halkımızın kullandığı Yaşayan Türkçemizin dışında yalnızca 'Dil Devrimcileri' ve destekçileri azınlık tarafından kullanılan ve anlaşılan bu dile birçok sağduyulu edebiyatçı yazanlarımız ve düşünürlerimiz tarafından şu isimler verilmiştir:

Atilla İlhan: 'DEVRİMCİLER LEHÇESİ (uydurukça dil) ile dilimiz budanıp kuşa çevrildi.' (Cumhuriyet, 5 Mayıs 2005)

Vala Nurettin: 'Türkçe, 'ATAÇCA'ya dönüştürülmek, Arapça kelimeler atılıp yerine 'ATAÇCA' konulmak isteniliyor. Bu ucuz bir ilericiliktir.' ( Türk Dili İçin V, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1972, s. 3)

Cevdet Kudret: 'Halktan koparsanız 'AYDINLAR DİLİ ' oluşturmuş olursunuz.' (Cevdet Kudret, Dilleri Var Bizim Dilimize Benzemez, Bilgi Yayınları, Ankara, 1986, s. 59)

Prof. Dr. Faruk Timurtaş: 'Kavramlar anarşisi ve uydurmacılığa Ecevit de (CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit) alet oldu. 'ECEVİTCE LEHÇESİ' oluşturuldu.' (Faruk Kadri Timurtaş, Türkçemiz ve Uydurmacılık, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1976, s. 100- 106)

Munis Faik Ozansoy: 'Dilimize yapılan saldırı yeni bir Haçlı Seferidir… Dilimizi hakir görmekle manen soysuzlaştık. Dilimiz 'KABİLE DİLİ' ne döndü…

Karşımızdakiler Türk dilinin var olduğuna inanmıyorlar. 'ÖZ TÜRKÇE DİLİ' adıyla yeni bir dil yaratmaya kalkışıyorlar.' (Türk Dili İçin V, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1972, s. 57 – 58)

Hilmi Yavuz: 'Öz Türkçecilikle, Cumhuriyet elitlerinin ardı ardına gelen üç 'YAPAY DİL' ile edebiyat inşa edildi.' (Ercan Köksal, Tarihin Arka Planıyla Harf ve Dil Devrimi Üzerine Röportajlar ve Soruşturmalar 100 Yıllık Dava, Sebil Yayınları, İstanbul, 2012, s. 156 – 157)

Bizde, Yaşayan Türkçe'nin dışında yaşanan, buna yabancılaşmış, halktan kopmuş yukarıdaki bütün dil çeşitlilikleri, hamasi ve kuru –sıkı milliyetçilik duyguları sonucu dilimizdeki bütün Arapça-Farsça kelimelerin atılması sunucu 'Uydurukça Dil Hastalığı' ndan doğmuştu. Sanki, tarihte ve günümüzde dünyada bu hastalığı yakalanan yalnızca biz olmuştuk. Çünkü bizim dışımızda hiçbir milletin edipleri, düşünürleri bu yola başvurmamışlardı. Bunlardan, Alman Goehe ve Fransız Lettrê, başvurmaları halinde dillerinin başlarına gelecek büyük felaketleri şöyle dile getirmişlerdi.

Goethe: 'Bir dilin kudreti, kendisine yabancı olan kelimelerini atmasında değil, onları yutup sindirmesinde kendisini gösterir.

İfade etmek istediğim duyguyu bir yabancı kelime karşılıyorsa, hiç tereddüt etmeden alır kullanırım ve o kelimeyi de Almanca sayarım.' (Faruk Kadri Timurtaş, II. Dil Kongresi ve Akademi, Türkiye Muallimler Birliği Yayınları, İstanbul, 1969, s.7)

Lettré: 'Eğer Fransız dilinden Yunanizm (eski Grekçe dili) ve Latinceyi çıkarırsanız Fransız dili diye bir şey kalmaz.' (A.g.e., s.16)

'Kalmazdı'. Çünkü, dünyada saf dil (Saf dil: Kabile dili olup, dillerin en ilkelidir) olmayıp, Almanca ve Fransızcanın da % 60 -- 70'ini Grekçe ve Latince kelimeler meydana getiriyorlardı.

Bütün bunların ifade ettiği anlamlar bile, 'Dil Devrimi' sürecinde dilimizin, aklın ve ilmin dışında yapılanlar, yapılanmalarla ne büyük sabotajlar ve suikastlara maruz kaldığı kendisini apaçık gösterir. 12 Ocak 2022

Bu Bölümün Sonu