Arama ile bulma ve bulma ile arama ilişkisi bir iç içelik ilişkisidir. Biri, varlık ve anlamını diğerinden almaktadır. Haliyle birisi yoksa diğeri zaten yok hükmündedir.

Arama ile bulma ve bulma ile arama ilişkisi bir iç içelik ilişkisidir. Biri, varlık ve anlamını diğerinden almaktadır. Haliyle birisi yoksa diğeri zaten yok hükmündedir.

Yaşıyor olmamızdan ve hayatımızı idame etmek, ikame etmek, emeller, hedefler ve gayelere ulaşmak adına hep bir arayış içerisindeyiz. Hülasa aramak elzem bir fiil ve elzem bir anlam ihtiva etmektedir. Her ne kadar arayış azmi kişiden kişiye değişiklik gösteriyor olsa da, değişmeyen tek şeyin; ulaşmanın, aramaya gebe olduğu gerçekliğidir.

Peki, ne arıyoruz?

Kimi sevdasını kimi belasını, kimi menzilini kimi yitiğini, kimi malı kimi mülkü, kimi makam kimi mevki, kimi açık kimi ayıp, kimi gedik kimi delik, kimileri de avare misali neyi aradığını bilmeksizin garip bir arayış içerisinde bir o taşa bir bu taşa vurup durmakta başı.

Ama en temel ve en şaşmaz ilke, bulanların aramış ve arayanların da bulmuş olduğu prensip ve ilkesidir. Elbette aramak başlı başına ve her durumda müspet anlam ihtiva etmemektedir. Arayışın anlam, değer, önem ve kalitesini neyin nasıl arandığı ilkesi belirlemektedir.

O halde aramanın, bir de kendi içerisinde bir yol, yöntem, format içermesi gerekmektedir. Yani aramak ama nasıl bir arayış? Kuralları, kaide, üslup ve metodu olan bir arayış mı? Bulmak için her şeyin ve her yolun mübah olduğu bir arayış mı?

Bu soru ve bu hayati ilkeden hareketle

Elbette aramak ne kadar anlamlı, önemli, değerli ve gerekli olsa da; neyi, neden ve nasıl aradığımız daha da anlamlı, önemli ve değerlidir. Neyin, neden ve nasıl arandığı, aramaktan daha önemli olduğu ilkesi ötelendiği, itelendiği içindir ki tek hedefin '' ulaşmak, ne pahasına ve nasıl olursa olsun ulaşmak'' gibi çirkin ve hayasız bir arama formatına dönüşmüştür.

Oysa ulaşmak istenilen hedefe giden yolun bir edebi, bir ilkesi, bir raconu ve yöntemi olmalıdır. Hedefe giderken incitmemek, kırmamak, çalmamak, kimselerin hakkı ve hududunu çiğnememek gibi uyulması zaruri haller vardır.

Olaya illaki Helal ve Haram ilkesinden bakmıyor ve bakamıyorsanız da, İnsan olmaktan kaynaklı İnsani bakmak gibi bir başka zorunluluk ile karşı karşıya kalmak ve olmak gibi uyulması gereken kurallar, kaideler ve hükümler vardır.

Yani insan; gerek İnanç ve gerekse insan olmaktan kaynaklı bir başıboşluk içerisinde değildir ve bırakılmamıştır. İnanıyorsa eğer inancına, değilse de insan olmaktan kaynaklı evvela kendisine, sonra diğer insanlara karşın bir sorumluluk içerisindedir ve bu sorumluluk da kendisine neyi nasıl araması gerektiğini de belirtmiş ve bunları da birer kurallar manzumesi haline getirmiştir.

Ama İnsan, inançsal olarak kendisini layüsel görünce, yani kendisini günün her saati izleyen birisinin varlığına olan inançtan yana azade gördükçe, ipinden kurtulmuş aslan gibi önüne geleni önüne katıp götürmektedir.

Bir başka fren mekanizması olan saygı, kendisine, topluma, yaşama, doğaya olan ve duyulması ile uygulanması zaruri olan saygı, bütün yaptırım gücünü yitirmiş ve yıkıcı insan, gücüne güç katarak daha bir yıkıcı hala dönüşmüştür.

'' Bul, bulda nasıl bulursan bu ''

ilkesizliği ilkemiz olduğundan beridir burnumuz pislikten çıkmadı ve çıkmayacak…!