Üzerinde yaşadığımız anavatanımız Anadolu topraklarımızı tehdit ve tehlikeye yönelik birisi dış diğer üçü ise iç tehdit ve tehlikeye yönelik olarak 4 madde halinde şunlardan bahsedeceğiz.

Üzerinde yaşadığımız anavatanımız Anadolu topraklarımızı tehdit ve tehlikeye yönelik birisi dış diğer üçü ise iç tehdit ve tehlikeye yönelik olarak 4 madde halinde şunlardan bahsedeceğiz.

1-Dış Tehdit ve Tehlikelerden Olarak Birçok Odağın Üzerinde Emelleri Olan Anadolumuz

Tarih boyunca, anavatan Anadolu topraklarımıza yönelik dış tehlike ve tehditleri zaten genelde okullarda okuduğumuz tarih derslerimizden öğrendik. Avrupa'nın emperyalist büyük devletlerinin sömürgecilik ve yayılmacılık emelleriyle I. Dünya Harbi sonunda Osmanlı Devletini nasıl yıktıkları, son tutunacağımız anavatan Anadolu topraklarımızı da aralarında Sevir Antlaşmasıyla paylaşarak bizi de nasıl 'İkinci Endülüs' haline getirmek istediklerini, kurtuluş için İstiklal Harbimizi kazanmamız sonucu, bizi en sonunda, ülke topraklarımızı yonta yonta 780 bin kilometre karelik bir alanda yaşamaya mahkum ve mecbur ettiklerini biliyoruz.

Günümüz itibariyle ise, bu kadarcık toprak bile bize çok görülmeye devam edilmektedir. Osmanlı'dan ayrılarak sınırlarımızda kurulan küçük komşularımızdan Yunanistan tarihteki emeli 'Büyük Yunanistan', Bulgaristan 'Büyük Bulgaristan', Ermenistan 'Büyük Ermenistan' ve İsrail'in ise 'Büyük İsrail' emellerini takip ettikleri dikkate alınır ve bunlara ilaveten, 'Amerika- Batı – İsrail Şer Eksenli' olarak İran, Irak ve Suriye yanında Türkiye'den de toprak alınarak 'Birleşik Bağımsız Büyük Kürdistan' ını bu şer ekseninin emellerine hizmet edecek şekilde 'Taşeron' ve 'Vekalet Savaşçısı' terör örgütleri PKK'ya destekle kurmaya çalışmalarına da bakılarak, topraklarımıza yönelik dış tehlike ve tehditlerin de varlığı ve öneminden hiçbir şey kaybetmediği gün gibi kaşımıza çıkar.

Ayrıca, tarihten beri sürüp gelen diğer bir dış tehlike ve tehditten olarak da, Türkiye'yi kendilerine muhtaç olacak şekilde 'zayıf bırakmak' politikalarıyla, üzerinde emperyalist emelleri gereği 'nüfuz kurmak' politikası takibiyle bizi bölgemizde kendilerine muhtaç 'güdük bir ülke ve devlet' olarak bırakmak isteyen günümüzün süper güçlerinin de bu politikaları hiç bir zaman unutulmamalı, bunlardan kurtuluş için de mücadelelerin verilmesi gerektiği bilmeliyiz.

2- Her Yıl Kıbrıs Kadar Bir Toprağı Nasıl Kaybediyoruz?

Topraklarımızın korunmasını tehlikeye sokan son üç maddeyi iç tehdit ve tehlikeler meydana getirmektedir. Bunlardan birisi, tarih boyunca varlığını sürdüren ormanlarımız ve yeşil alanlarımızı azaltılması sonucu çıplak kalan topraklarımızın su ve rüzgar kuvvetiyle bulundukları alanlardan daha aşağılara ve denizlere taşınması sonucu ortaya çıkan 'toprak erezyonu (aşınması)' tehlikesidir. Zarar ve ziyanının büyüklüğünü vurgulamak için basında yer aldığı üzere her yıl Kıbrıs alanı kadar (tarım için elverişli 20 santimetre kalınlığında toprak kaybı ile) bir alanı kaybediyoruz. Kıbrıs'ın kurtarılması söz konusu olunca 'Kıbrıs bizim canımız, feda olsun kanımız' diye meydanlarda mitingler yaparken, her yıl sinsice ve sessizce yaşadığımız toprak kaybını görmeyerek süratli ağaçlandırma işini hatıramıza getirmememiz büyük bir hatadır.

Erezyon tehdit ve tehlikesinde kurtulmak için yapılacak iş, bir 'Ağaçlandırma Seferberlik Kanun' çıkarılarak, 3-5 yıl gibi kısa bir zaman içinde erezyona maruz bütün çıplak dağlarımız ve yamaçlarımız ağaçlandırılmalıdır. Hele, büyük küresel iklim değişikliğinin getirdiği büyük olumsuzluklar da dikkate alınarak bu seferberliğin en kısa zamanda tamamlanması kaçınılmaz hale gelmektedir.

3- Ovalarımıza Binalar Yapmak Düşman İşgali Benzeridir

Topraklarımızın yönelik 'iç düşman' olarak, birer tarım zenginliği göstergesi ovalarımızı beton yığınlarıyla (konutlar ve fabrikalar yaparak) donatmak bugün itibariyle toprak erezyonundan daha tehlikeli hale gelmiştir.

Türkiye için 'tarım ülkesiyiz' deriz ama, öyle sanmayız; ülkemiz ekilebilir toprak zenginliği bakımından çok yetersizdir. Avrupa kıtası ülkeleri gibi büyük ve geniş ovalarımız yoktur. Türkiye'nin yüzölçümünün ancak % 35'i tarım toprağı olmaya elverişlidir. Gerisi dağlık, taşlık ve engebeliktir. .

Eski insanlar bizden çok akıllı imişler. Ovaları, tarım arazilerini korumak için bunlar üzerine evler yapmamışlar. Evlerin,i hep dağ yüzeyleri ve yamaçlarına yapmışlar. Bizde, ovalarımıza bina yaparak bir nevi düşman işgaline uğratmak, genelde Cumhuriyet Türkiyesiyle yaşıttır.

Bir millet için anavatan toprağı niçin vardır, önemi nedir? Birinci olarak, beslenmek için vardır. Siz eğer üzerinden besleneceğiniz toprağın üzerini betonlaştırma düşmanına terk ile bir çeşit onu düşman işgaline uğratmış gibi olursunuz.

Bu yolla da milletimizi gelecekte giderek aç ve sefil bırakmaya, dışarıdan beslenme ürünleri ithal ettirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Bugün, Japonya ve Hollanda gibi devletler denizi doldurarak tarım arazileri, ovaları kazanırlarken, bizim elimizdeki hazır ovalarımızı betonlaştırarak elden çıkarmamız çok garip kaçmaktadır.

İşin özü ve çözümü şudur: Herkesi, toprak erezyonunu önleme seferberliği gibi ovalarımız üzerlerine bina yapmama seferberliğine çağırıyoruz. Beklemeye tahammül yok, hemen şimdi harekete geçmeliyiz. Hatta, 'Kentsel Dönüşüm Projesi' ne bir madde ekleyerek, zengin ve verimli tarım arazilerini işgal eden bazı binaları yıkarak işgal ettikleri toprakları tarıma yeniden kazandırmalıyız. Şu yazdıklarım herkesin kulağına küpe olsun: Bu teklifimiz bugün yerine getirilmez ve ovalarımız betonlaşmaya devam edilirse belki 50 belki de 100 yıl sonra 'Ovalardan tarım arazisi kazanmak için birçok binanın yıkılması seferberliği' başlatılacaktır.

4- Yabancılara Toprak Satmak İkinci Filistin Olmaktır

  1. yüzyılın başlarından başlayarak, 'Avrupa Birliğine Girmek İçin Avrupa'ya Uyum Yasaları' denilerek, bu yasalar gereği, Türkiye'den yabancılara gayri menkul (toprak ve ev satışları) almalarının serbest bırakılması, bu satırların yazarının kanaatince toprak erezyonu ve ovalarımız üzerine bina yapmaktan daha tehlikeli bir 'toprak kaybı' ve giderek 'ülkemizin kaybı' anlamına gelmektedir.

'Uyum Yasaları' gereği denilerek Avrupalılara, yabancıları Anadolu'dan toprak satmaya kalkışmak, Avrupa'nın büyük devletlerinin İstiklal Harbimiz (1918 – 1923) yıllarında işgal edemedikleri topraklarımızı yeniden ve sessizce bir çeşit işgalden başka bir şey değildir. Veya bu olup bitenler, 'Sevir Antlaşması' nı günümüzde kitabına uydurarak uygulamaktan anlamına da gelir.

Ayrıca, Anadolu topraklarının dünya coğrafyası üzerindeki büyük jeopolitik, ideolojik, teopolitik ve stratejik sebeplerden gelen özellikleri de gayri menkul satışlarını kaldıramaz. Hristiyanlar ve Yahudiler nezdinde Anadolu toprakları da 'kutsal' veya 'vaat edilmiş topraklar' dır. Hristiyanlık dünyaya Anadolu'dan yayılmaya başlanmış, üzerinde Hristiyan krallıklar ve imparatorluklar kurulmuştur. Hristiyanlar nezdinde bunların hatırası ve yeniden diriltilmesi unutulmamıştır. Yahudiler için de Güneydoğu Anadolu bölgemiz 'Nil'den Fırat'a kadar büyük İsrail Projesi' gereği Yahudilerin göz diktikleri bir alan olmuş, basında çıkan haberlere göre tarihte Filistin'den toprak almak örneğinden hareketle Yahudilerin çeşitli yollara başvurarak GAP'ın topraklarının büyük bir kısmını aldıklarına yönelik haberler çıkmıştır.

İşin özü ve özeti şudur: Hükümetimiz yabancılara gayri menkul satışından derhal vazgeçmelidir. 'Hazinemiz bomboş, onu doldurmak için yabancılara gayri menkuller satalım' zihniyeti çok tehlikeli zihniyettir. Bütün Avrupa Birliği ülkelerinde bizdeki gibi 'Uyum Yasaları' varken, bunların birçoğunda özellikle toprak satışları bilinçli olarak yapılmamaktadır. Çünkü onlar, anavatanlarının ve topraklarının korunması hususunda bizden daha çok milliyetçidirler. Bütün 'Uyum Yasaları' nı uygulasak bile bizi zaten Avrupa Birliğine almayacaklar. Bu yasaları uygulamak adına ülkemiz 'sessiz ve sinsice' teslim alınacaktır. Bu acilen önlenmelidir. Ayrıca, şimdiye kadar hangi yabancıya veya taşeronuna nerede ne kadar gayri menkul satılmış bunun da bir envanteri çıkarılarak zararlı olması durumlarına ekenden son verilmelidir.

Tarihte Sadrazam Âli Paşa'nın, Sultan II. Abdülhamid'in ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'nın yabancılara toprak satmamak kararlılıklarını biliyoruz.

Tanzimat döneminde Ȃli Paşa, hatıralarında Avrupa devletlerinin teklif ettikleri birçok ıslahat maddesini kabul ettikleri halde, onlara toprak satın alma izninin de verilmesi tekliflerine sonuna kadar nasıl direndikleri ve ret ettikleri hakkında şunları yazar: 'Yabancılara mülkiyet hakkı tanımalıymışız. İngiltere'den daha liberal olmamız isteniyor. Bunu kabul etmek vatanımızı satmak demektir. Tereddüt gösterince suiniyet (kötü niyet) sahibisiniz diyorlar. İntihar etmek istemiyoruz, işte o kadar.'

Sultan II. Abdülhamid'in ise, Filistin'de İsrail Devleti'ni kurmak emellerinden olarak 'Yahudisiz Filistin' e 1880'li yılların başlarında başlayan Yahudi göçleri ve bunların burası Araplarından toprak satın almalarını 1882 yılından itibaren çıkamaya başladığı kararnamelerle yasaklamıştı.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in de, 1932'de çıkarılan Tapu ve Kadastro Kanunu'na yabancıları toprak satmanın yasak olduğuna dair bir madde koydurduğunu biliyoruz.

Günümüz yöneticilerinden de anavatan Anadolu topraklarımızın korunması için aynı kararlılıkları göstermelerini istiyoruz.