Amerikan milli güvenlik stratejisi ve Ortadoğu

Başkan Trump’ın Milli Güvenlik Danışmanı Mc Master ve ekibi tarafından hazırlanan ABD’nin 17’inci Milli Güvenlik Strateji Belgesi (MGS) önceki benzerlerinden temel farklılıklar göstermektedir. Zira ‘önce Amerika’ anlayışı çerçevesinde hazırlanan belgede, önceki başkanlar tarafından temel öncelik verilen demokratik değerlerin savunulması ve evrensel, liberal değerlerin yayılmasına dair konulara ağırlık verilmediği görülmektedir. Özellikle, Soğuk Savaş ve sonrası dönemde Amerikan küresel hâkimiyetinin başat unsurlarından olan bu öğelere ağırlık verilmemesi ve geçmiş dönemlerin aksine ABD’nin uluslararası sistemdeki liderlik rolüne vurgu yapılmaması bu MGS belgesini diğerlerinden ayırmaktadır.

Genel olarak bakıldığında belgede küreselleşmeden söz dahi edilmezken, temel nokta olarak daha çok Amerikan vatandaşlarının refahının sağlanması, ABD’nin güvenliği için askeri kapasitenin arttırması ve yeni silah sistemlerinin geliştirmesinden bahsedilmiştir. Uluslararası sistem ve siyaset açısından ise, ulus devletlerin sürekli rekabet içinde olan varlıklar olarak belirtilmesi ve de ABD’nin güvenliğini sağlamak için her cephede mücadele etme zorunluluğunun ifade edilmesi Amerikan milli stratejisinde temel bir değişime işaret etmektedir. Bu çerçevede Kore ve İran’ın tehdit olarak tanımlanması ve Rusya ve Çin’in rakip devletler olarak belirtilmesi bu değişime yönelik ipuçlarını vermektedir. Çünkü ABD, Soğuk Savaş sonrası dönemde liberal değerler ve küreselleşme olgusu çerçevesinde Rusya ve Çin’in çok taraflı işbirliği yoluyla liberal sisteme ve uluslararası örgütlere intibaklarının sağlanması siyasetini benimsemişti. Ancak, ABD’nin gittikçe çoğalan dış ticaret açığını liberal küresel ekonomi siyasetiyle önleyemeyeceğine dair oluşan öngörüsünün, yeni küresel stratejisinin hazırlanmasında belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum ise ABD’nin önümüzdeki süreçte başat küresel bir odak gibi değil de güvenlik ağırlıklı bir politika izleyen bölgesel bir güç gibi bir hattı-hareket tarzı izleyeceği izlenimini vermektedir.

Ortadoğu bağlamında incelendiğinde ise, yeni Amerikan MGS belgesinin ya da Trump Doktrini’nin ‘önce Amerika’ ve ‘Amerika yalnız değildir’ ilkeleri çerçevesinde Ortadoğu’daki müttefiklerle geliştirilen ilişkiler övülmekte ve radikal ideolojiler ve İslami ‘köktenciliğe’ karşı ABD müttefikleriyle yapılan ortak mücadeleye vurgu yapılmaktadır. Bu çerçevede İsrail Ortadoğu’da temel ortak görülürken, Mısır ve Suudi Arabistan ise bölgesel stratejik ortaklar olarak MGS’de yerlerini almıştır. Türkiye’nin bölgesel yerine hiçbir atıf yapılmazken, İran’ın ‘Radikal İslamcı terör’ ve terörizme verdiği desteğin bölgede barış ve refahın önündeki engeller oluşturduğu belirtilmiştir. Ayrıca MGS belgesinde, Ortadoğu’da barış ve refahın önündeki engelin İsrail-Filistin çatışması olmadığı ve İsrail’in bunda rolü olmadığı iddia edilmiştir. Böylece yeni Amerikan stratejisinde ‘ortak tehditlere karşı ortak çıkarlar temelinde’ bölge ülkelerinin İsrail’le işbirliği içine girmeleri mecburiyetinin zemini oluşturulmak istenmiştir.

Sonuç olarak tedavüle arz olunan Amerikan MGS Belgesinin dünya siyasetinde yaşanan entelektüel ve zihni gerilemenin bir yansıması olduğu görülmektedir. Güvenlik ve güce dayanan ve sömürgeci refah elde etme prensipleri çerçevesinde planlanan yeni ABD stratejisini katı realist, güvenlikçi ve pragmatist olarak tanımlamak mümkündür. Belge, gücünü kaybetme endişesi yaşayan ve korumak için de manevra yapmaya çalışan bir devlet için hazırlanan projeksiyon görüntüsü ortaya koymaktadır. Bu strateji mevcut haliyle jeopolitiği merkeze alan güçler dengesi sisteminin unsurlarını taşımakta ya da Soğuk Savaş rejimine geri dönüşü ifade etmektedir. Uluslararası sistem ve siyaset böylece tarihin karanlık yüzüne geri mi döndürülecek bekleyip göreceğiz.