ALLAH’IM; ÜLKEMİZİ, DEVLETİMİZİ, MİLLETİMİZİ KORU!

Milli şuur; toplumun kendi kimliğine ve kültürüne sahip çıkması, kendine güvenmesi, yeni mal, hizmet ve fikir üretmesi, tarih içinde devam etme arzusu ve inancıdır. Milli şuuru zayıflayan milletlerin hayatiyetlerini devam ettirmeleri mümkün değildir, olamaz. Milli şuurun ana kaynaklarından biri tarihtir. O nedenledir ki tarihini iyi etüt etmeyen, ondan gerekli dersler çıkarmayan, çıkaramayan milletlerin sonu hüsrandır, izmihlaldir.

Türk tarihi oldukça eskidir. Ondandır ki sayısız tecrübelerin, derslerin membaı, küpü niteliğindedir. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının forsundaki 16 yıldız, 16 Türk devletini sembolize etmektedir. Demek ki millet olarak tarihin seyri içerisinde 16 büyük devlet kurmuşuz. Kurduğumuz devletlerle haklı olarak övünürüz de yıktığımız veya yıkılanlar için ödenen bedellerle birlikte alınması gereken dersleri nedense hep göz ardı ederiz. İşte yıkılan diğer Türk devletlerinde olduğu gibi cihan devleti Osmanlı’nın hangi mecburiyetlere mahkûm edilerek hangi ihanetlere maruz kalarak, hangi bedelleri ödeyerek yıkılışından, maalesef gerekli dersleri çıkaramadık, çıkaramıyoruz.

1453 - 1699 yılları arasında askeri ve ekonomi alanlarda dünyanın en güçlü devleti olan altı yüzyıl gibi uzun bir süre üç kıtada varlığını devam ettiren Osmanlı İmparatorluğu diğer adıyla Devlet- i Aliye nasıl oldu da 60 yıl içerisinde yok oldu ve tarihten silindi. Biz çocuklarımıza ve gençlerimize tarihimizi bütün gerçekliği ile öğretemezsek daha çok acılar yaşamaya ve daha çok bedeller ödemeye namzediz demektir. Evet, ahlak nasıl ki vaazla nasihatle değil de yaşayarak öğreniliyorsa tarih de okuyarak, okutularak öğrenilir. Öyle bilgisiz bilginlerin, kendini önemsetmek ve saf kişilere kabullendirmek için ileri sürdükleri kirletilmiş bilgilerle öğrenilmez.

Günümüzde Osmanlı devletinin yıkılışı ile ilgili o kadar çok bilgi kirliliği var ki… Gerçek şu Devlet-i Aliye’nin çöküşü, 1700 yıldan itibaren başlar. Bu çöküşün pek çok sebebi vardır: Taht kavgaları ve mülki idarenin bozulması, ordunun bozulması özellikle tımar sisteminde liyakatin yerini kayırma ve rüşvetin alması… İlmiye teşkilatının yetersizliği, ilmin boşluğunu cehaletin doldurması, genel öğretimin din adamlarının tekeline bırakılması, din adamlarının pozitif ilimlere mesafeli duruşları… Yönetenlerde israf ve safahatta sınır tanımamaları, adalete olan güvenin azalması, ağır vergiler, Celali isyanları, milliyetçilik akımları, özünden koparak Batı’yı taklit hastalığı…

Her biri ayrı bir inceleme konusu olan bu devasa siyasi, sosyal oluşumların yanı sıra Osmanlı’nın çökmesinin asıl sebebi ekonomidir. Amerika kıtasının keşfi ile baharat ve İpek yollarının önemini kaybetmesi. Fransa’ya daha sonra diğer Avrupa devletlerine verilen ticari ayrıcalıklar(kapitülasyonlar), Batı sanayi devriminin Osmanlı’da gerçekleştirilememesi, ekonomiyi yönlendirecek insan yetiştirememek, ardı arkası kesilmeyen ve her biri toprak kaybı ile neticelenen savaşlar, devlet ve millet olarak yoksullaşma ve bütün bunların sonucu iflas… Evet, Osmanlı iflas ettiği için çökmüştür. 1853 Kırım Savaşı ile birlikte İngilizlerden, Fransızlardan, Almanlardan, Avusturyalılardan, İtalyalılardan, Hollandalılardan ve Galata bankerlerinden 1854-1974 yılları arasında 15 ayrı dilimde aldığı ve ödeyemediği borçlar yüzünden çökmüştür. 1881 Eylülünde II. Abdulhamid’in verdiği bir kararla kurulan “Duyunu Umumiye” ile Osmanlı toprakları içerisinde vergi gelirleri toplama gibi devletin varlık sebebini yabancılara devrettiği için çökmüştür. Bir ülke düşünün ki yabancılar, alacaklılarını tahsil etmek üzere kurdukları teşkilat, Osmanlı maliyesinden daha güçlü hale gelsin ve halkı acımasızca ezsin. Cumhuriyetle birlikte kapitülasyonlar kaldırıldı, 1954 yılına kadar da Osmanlıdan devralınan borçlar ödendi.

Bir zamanlar Devlet-i Aliye’nin kadim şehirlerinden biri olan Batum’da; Karadeniz’in hırçın dalgalarına karşı bir bankın üzerine oturdum ve bütün bunları düşündüm. Sonra döndüm günümüz Türkiye’sine: Devletin dini olan adalete güven azalmış, ordu yıpratılmış, üniversiteler bilim ve teknoloji üretemiyor, toplum kamplara ayrıştırılmış, sevgisizlik ve seviyesizlik tavan yapmış, devlette israfın haddi var hesabı yok. Köylerde yaşayan insan sayısı genel nüfusa oranı % 7, işsizlik çığ gibi… Halk; borç, faiz üçgeninde, yoksul… Hırsızlık, soygun, vurgun iddiaları havada kalıyor. Vurdumduymazlık, nemelazımcılık başını almış gitmiş. Zina suç olmaktan çıkarılmış. Fuhuşun önü alınmıyor. Uyuşturucu, bir büyük felaket… Eğitim yazboz tahtası, okumayan, üretmeyen bir toplum… Bitmedi! Limanlar başta olmak üzere sanayi kuruluşları, fabrikalar, işletmeler hâsılı devlete gelir getirecek akarlar özelleştirme adı altında belirli süre ile yabancılara devredilmiş, kısacası kapitülasyonlar güncellenerek geri dönmüş... Dış borç, 480 milyar dolar…

Ne demişti Şair M. Akif Ersoy: "Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar / Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?

Allah’ım! Sen; ülkemizi, devletimizi, milletimizi koru!