Bir süredir gündem ettiğimiz Ehl-i Sünnet’e işaret eden ayetler ve tefsirleri konusundan sonra bu yazımızda Nisa: 150 – 151. Ayetleri merkeze alarak peygamberlere iman konusunun önemini ortaya koymaya çalışacağız.

'Şüphesiz, Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler, Allah'a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, '(Peygamberlerin) kimine inanırız, kimini inkar ederiz' diyenler ve böylece bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kafirlerdir. Biz de kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.' (Nisa: 150 – 151)

Bir süredir gündem ettiğimiz Ehl-i Sünnet'e işaret eden ayetler ve tefsirleri konusundan sonra bu yazımızda Nisa: 150 – 151. Ayetleri merkeze alarak peygamberlere iman konusunun önemini ortaya koymaya çalışacağız. Böylece gerçekten iman edenlerle bu konuda batıl ve yanlış inançlara kapılanlar arasındaki farkı görmek suretiyle Ehl i Sünnet yolunun önemini bir kez de tersi cihetten anlamış olacağız.

I- İLGİLİ AYETLERİN TEFSİRLERDEKİ İZAHI

Bu ayetleri en öz ve vurucu şekilde açıkladığını gördüğümüz Elmalılı Tefsirindeki izah şöyledir:

'Allah'ı ve peygamberlerini inkar edenler…' Bu ayetten anlaşılıyor ki, kafirler başlıca üç kısımdır. Birincisi: Ne Allah, ne peygamber tanımayan, hiç birine iman etmeyenler. İkincisi: İmanda Allah ile peygamberi birbirinden ayıranlar. Yani Allah'a iman iddiasında bulunup da Allah'ın gönderdiği peygamberlere inanmayanlar. Üçüncüsü: Peygamberlerin bazısını tanıyıp da bazısını tanımayanlardır ki, kitap ehlinden Yahudi ve Hıristiyanlar bu kısımdandır. Ve bu ayet doğrudan doğruya bunlar hakkında inmiş, iman ile küfür arasında orta bir derece, bir yol bulunmadığı ve peygamberlerden bazısını tanımamak, hepsini tanımamak ve hepsini tanımamak Allah'ı da tanımamak demek olduğunu göstermiştir. Yani Allah'a ve peygamberlerine küfreden (onları inkar eden)ler, fakat bunu açıklayarak değil, fikir ve mezhepleri bu küfrü gerektiren 've Allah ile peygamberleri arasını imanda ayırdetmek isteyenler', hatta bunu da genel olarak ve umumi şekilde açıklamayıp sözleri bunu gerektiren, 'biz bazısına inanırız ve bazısına inanmayız diyenler' 've bu şekilde iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenler'. 'İşte bütün bunlar muhakkak kafirdirler ve küfürleri açıkça sabittir.' Zira iman ile küfür, hak ile batıl arasında bir mertebe yoktur. Bir peygambere küfretmek, peygamberliğe küfretmektir. Peygamberliğe küfretmek, bütün peygamberlere küfretmektir ve bütün peygamberlere küfretmek, Allah'a küfretmektir. Çünkü Allah'ın bir emrine küfretmek, genel olarak, Allah'a küfretmektir. 'Biz de üstün kudret ve büyüklüğümüzle bütün kafirlere alçaltıcı, ihanetli, aşağılayıcı bir azab hazırlamışızdır, sırası gelince tadacaklardır.' (Elmalılı c: 3, s: 112 - 113.)

Nisa: 150 – 151. Ayetlerde zikredilen 'Allah ile peygamberlerinin arasını ayırma'nın küfür oluşunun sebebi Kurtubi Tefsirinde şöyle anlatılıyor:

'Bunun küfür oluş sebebi ise şudur: Şanı yüce Allah, bütün insanlara peygamberler aracılığıyla kendileri için göndermiş olduğu şeriat gereğince kendisine ibadet etmelerini farz kılmıştır. İnsanlar peygamberleri inkar edecek olurlarsa onların şeriatlarını da reddetmiş, onların tebliğ ettikleri bu şeriatı kabul etmemiş olurlar. Böylelikle yerine getirmekle yükümlü oldukları ubudiyeti kabul etmemiş, ubudiyete bağlanmamış olurlar. Bu da tıpkı yaratıcıyı inkar etmek gibidir. Yaratıcıyı inkar etmek ise Ona itaat ve ubudiyeti terk etmek sonucunu verdiğinden dolayı bir küfürdür.' (c: 5, s: 544.)

Aynı tefsirde devamla şöyle denmektedir:

'Yüce Allah'ın 'Kimine inanırız, kimini inkar ederiz diyenler' buyruğu ile, peygamberler arasında ayrım gözetmenin küfür olduğu ifade edilmektedir. Böyle diyenler ise Hz. Musa'ya (a.s.) iman etmekle birlikte Hz. İsa'yla (a.s.) Hz. Muhammed'i (s.a.v.) inkar eden Yahudilerdir. Bu şekildeki sözleri daha önce Bakara Suresinin 118. Ayetinin tefsirinde geçmiş bulunmaktadır. Onlar, aralarındaki avamdan olan kimselere 'Biz kitaplarımızda Muhammed'den söz edildiğini görmüyoruz' diyorlardı.

'Bunun arasında bir yol tutmaya yeltenenler' iman ile inkar arasında bir yol tutmak isteyenler demektir. Bu da Yahudilik ile İslam arasında uydurma bir din tutmak isteyenler anlamına gelir…

… Son peygamberi inkar edip kafir olmakla, yüce Allah'ı da, bu son peygamberi müjdeleyen bütün peygamberleri de inkar etmiş olurlar. İşte bundan dolayı gerçek anlamda kafirler olmuşlardır. 'Kafirlere' kelimesi, 'hazırlamışızdır' anlamındaki kelimenin ikinci mefulünün yerini tutmaktadır. Yani 'Biz o kafirlerin bütün çeşitleri için alçaltıcı yani zelil edici bir azap hazırlamışızdır' (demektir).' (a.y.)

Peygamberleri inkar etmenin yahut bir kısmına inanıp bir kısmını kabul etmemenin neden küfür olduğuyla ilgili Ruhu'l Beyan'da da şöyle denmektedir:

'Çünkü Allah'a inanmak, Onun resullerine inanıp onları da kabul etmekle tamamlanır. Bir kısmını inkar etmek, sapıklık bakımından hepsini birden inkar etmek gibidir.' (c: 2, s: 339.)

II- TEFSİRLERİN İZAHINDAN ÇIKAN SONUÇLAR

Tefsirlerdeki bu izahlar ışığında şu sonuçlara ulaşmak zaruri olmaktadır:

- Elmalılı'da zikredilen üç çeşit küfürden birincisinde, yani 'ne Allah'ı, ne de peygamberleri tanımayan, hiçbirine iman etmeyenler' ifadesinde, Allah'ı tanımanın Onun peygamberlerini tanımaktan geçtiğine dair kuvvetli vurgu vardır. Bu, Allah'ın peygamberlerini tanımadan Allah'ı tanımak mümkün değildir demektir. Bu sebeple bugün dünyadaki küfrün çoğunlukla Allah'ı inkardan değil, peygamberi inkardan, bir başka deyişle 'ulûhiyeti değil, nübüvveti inkardan' kaynaklandığı gerçeğini tespit etmek durumundayız. Çünkü peygamberlerin getirdiği mesajlar olmadan Allah'ı tanımak mümkün değildir; zira Allah'ı tanımak, Onu şanına yakışır mahiyette tanımak demektir. Bu da ancak Allah'ın, peygamberleri vasıtasıyla kendini tanıtmasıyla mümkündür. Peygamberleri devre dışı bırakan bir Allah'ı tanıma iddiası, felsefecilerin mücerret akılla yaptıkları manevralardan öteye geçemez. Bu yüzden peygamberleri, vahyi ve ibadet sorumluluğunu kabul etmeyen deizm açık ve net küfürdür. Allah'ı risaletsiz tanımaya, akılla tarif etmeye kalkanların Allah'ın zatını ve sıfatlarını anlamaları asla mümkün değildir.

- Allah ile peygamberi birbirinden ayıranlar, yani Allah'a iman iddiasında bulunup da Allah'ın gönderdiği peygamberlere inanmayanlar da aynı gerekçeyle açık bir küfürdedirler.

- Peygamberlerin bazısını tanıyıp bazısını tanımayanlar da küfürdedirler. Bu, daha ziyade kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanların küfrüdür. Zaten tefsirde de belirtildiği gibi bu ayet-i kerimeler onlar hakkında inmiştir.

- Bu ayetler bağlamında tefsirlerde geçmeyen, ama günümüzde çok büyük bir sapkınlık halini alan dinlerarası diyaloga da işaret etmek gerekir. Yahudi ve Hıristiyanlar son nebi ve resul Hz. Muhammed'i (s.a.v.) kabul etmemekle açık ve net küfürdedirler. Yukarıda konu edilen ayetlere ilave olarak Âl-i İmran: 100. Ayet de bu kesin mesajı vermektedir. Ayet-i kerimenin meali şöyledir:

'Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kafir yaparlar.'

Bu ayette geçen 'fırkalar' anlamındaki 'ferikan' kelimesi nekredir; yani geneli ifade eder. Bunun manası ehl-i kitabın, yani Yahudi ve Hıristiyanların bütün grup, versiyon, akım ve hizipleriyle topyekun küfürde olduklarıdır. Çünkü onlar Hz. Peygamberi (s.a.v.) tanımamaktadırlar ve kendilerine verilen mukaddes kitapları tahrif ederek inançlarını şirke bulaştırmışlardır.

Hal böyle olduğu halde, bir Vatikan projesi olan dinlerarası diyalogla, İslam'ın yanı sıra mevcut muharref Yahudilik ve Hıristiyanlığın da 'semavi' ve 'hak' birer din olup, İslam'la eşit oldukları görüşünü seslendirmek, yukarıdaki ayetlerin hükmüne göre açık küfrü gerektirmektedir. Bu anlayış istikametinde İslam dünyasında ve özellikle Türkiye'de, ehl-i kitabın da kurtulacağı yönünde mesajlar verilmesi ve bu mesajların benimsenmesi de yine yukarıdaki ayetlerin hükmü gereğince açık küfürdür.

Bu yapılırken uzlaşı, insancıllık, hoşgörü, dünya barışı vs. gibi kavramların öne çıkarılması Müslümanları asla yanıltmamalı, kandırmamalıdır. Kulağa hoş gelen bu tip tabirler, küfrü cazip gösteren birer hiledir, tuzaktır. Bu hile ve tuzakların arkasına saklanarak milletin imanını ifsat etmek isteyenler ve de kendini bu rüzgara kaptıran şahıs ve çevreler, 'semavi dinler', 'üç semavi din', 'ilahi dinler', 'hak dinler' ve 'üç büyük din' gibi birtakım küfür tabirlerini tefsirlere varıncaya kadar yaygınlaştırmışlardır. Bu konuya ilerleyen yazılarımızda köklü bir şekilde ele alacağız inşallah.

Şimdilik şu kadarını söyleyelim ki, Kuran-ı Kerim'de ehl-i kitabın haktan saptığına, küfre düştüğüne dair, direkt veya dolaylı olarak binden fazla ayet bulunmaktadır. Bu da Kuran'ın yaklaşık altıda birine tekabül etmektedir.

Dinlerarası diyalog meftunları bunca ayeti tahrif edip manasını değiştirmekle acaba hangi akla hizmet etmektedirler?

Vatikan'ı, batıyı, oryantalistleri memnun etme adına Allah ve Resulüne savaş açmak, on dört asırdan beri yaşanagelen Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat akidesini tahribe kalkışmak cüretkarlığı nereden gelmektedir? Bu yapılan, milletin ve tüm Müslümanların inancına suikasttır. Bu korkunç cinayetin, itikadi vahametin failleri acaba ölümden sonraki hayata ve Allah huzurunda hesap vermeye ne derece inanıyorlar?

Tıpkı dinlerarası diyalog hezeyanı gibi, sonradan ortaya çıktığı için tefsirlerde tehlikesine işaret edilmeyen bir küfür projesi de Sünnet ve Hadis dışlayıcılığı yahut inkarcılığıdır ki bu da esasen 'Allah ile peygamberini ayırmak' bağlamında değerlendirilmesi gereken bir meseledir. Bunu da inşallah bir sonraki yazımızda ele alacağız.

Bu yazıda konu edilen Nisa: 150 – 151'den hemen sonra gelen 152. Ayette sahih imana sahip olan gerçek müminler şöyle anlatılıyor:

'Allah'a ve peygamberlerine iman edip, bunlardan hiç birinin arasını ayırmayanlar yok mu? İşte Allah bunlara muhakkak mükafatlarını verecektir. Geçmiş olan günahlarına da Allah Gafûr (çok affedici), Rahîm (çok merhamet edici)dir.' O mağfiret ve rahmet vadi işte bunlaradır.'

Görüldüğü üzere sahih imanı ifade eden, insanları küfürden uzaklaştıran vasıf, Allah'a ve peygamberlerine iman edip hiçbirinin arasını ayırmamaktır. Bu ise Ehl-i Sünnet'in amentüsünü ifade etmektedir. Bilindiği üzere Ehl-i Sünnet, daha önce gündem ettiğimiz yetmiş üç fırka hadisinde de geçtiği gibi, Hz. Peygambere tabi olup İslam'ı Onun Sünnetine ve Sahabesinin yaşama tarzına göre anlayıp uygulayanlardır. Bu yolun hak oluşu da buradan kaynaklanmaktadır.