Alışmak, her ne kadar neye?  sorusunda ki alacağı cevaba göre anlaşılabilir, anlamlandırılabilir olsa da bir ölçü ve kıstasa tabi olduğu kanısındayım. Yani salt alışmak, alışkanlık haline getirmek, yapılan şeyi yapmak için yapmak...

Alışmak, her ne kadar neye? sorusunda ki alacağı cevaba göre anlaşılabilir, anlamlandırılabilir olsa da bir ölçü ve kıstasa tabi olduğu kanısındayım. Yani salt alışmak, alışkanlık haline getirmek, yapılan şeyi yapmak için yapmak, varlığı ile yokluğu arasında mahiyet farkının farkında olamamak, neye sorusunun ve alacağı cevabın da bir bakıma belini kırmaktadır.

Yazımın konusunu her ne kadar menfi olaylara olan alışkanlıklarımız oluşturacak olsa da, yukarıda da bahsettiğim gibi mahiyetinden yoksun, farkındasız ve haliyle şuursuz bir alışkanlık, neye sorusunun alacağı müspet cevabı dahi anlamsız kılmaktadır.

Ve sanırım bu alışkanlıklarımızdan hareketle bir kanıksamışlık, özümsemişlik ve dolayısıyla belimizin kırıldığından yana iddialı olduğumun altını çizmek istiyorum. Zira bu alışkanlıklarımızın ve alışma güdümüzün zaman ve çıta seviyesinde ki seviyesizliği, alışmak bir kenara, bizleri, yanyana olma olasılığımızın dahi olamayacaklarına alışmamıza sürükledi toplum olarak.

Hal böyle olunca hem kolay alışır olduk ve hem de alışkanlık gösterdiklerimizin içerik ve mana olarak neye tekabül ettiğinden yana da kıstas ve değer kaybına uğradık. Hem değersiz bir alışkanlık ve hem de alışkanlığın şuursuzluğu, salt taklit edenler zümresine taşınıyor olmamız da önemli etkenlerimizden birisi oldu.

Dünün ayıpsadığımız, kınadığımız, kendimiz, ailemiz, akrabamız ve tüm sevdiklerimizden uzak tuttuğumuz hangi hal, tavır, giyim, kuşam, söylem ve inanış kaldı ki bir alışkanlık, kanıksamışlık ve özümsemişlik ilişkisi kurmamış olalım.

İşte bu alışkanlık ve üstelik şuursuz alışkanlık, en aşağılık günah ilişkisinden çok daha büyük bir günah ve ayıpsanır bir ilişkidir. Eğer bir şeyi ayıpsayarak, dışlayarak ilişki kurarak bir günah işlemişseniz eğer, nedamet sonrası bir hafifleme ve anlamlı bir umudu da yüklenebilirsiniz demektir.

Ancak, bahsini yaptığımız günah ilişkisi bir alışkanlıktan dolayı kaynaklanıyor ise yandı gülüm keten helva dediğimiz, feryadü figan edeceğimiz durum ve sürecin de tam orta yerindeyiz demektir. Günah skalanız da, değer skalanızda, ayıp skalanız da ki genleşme ve genişleme, bahsini yaptığımız tehlikenin sınırlarını ( sınırsızlık ) tayin ediyor olması bakımından son derece vahim bir göstergedir.

Bütün En'lerimiz, Ehem'lerimiz, Mühimlerimiz bir bir yıkıldı, tahrip edildi, içi boşaltılıp gelecek nesillerin daha doğmazdan evvel helak oluşlarının yapı taşları döşendi. Ne bireysel ve ne de toplumsal olarak bir fren mekanizmamız da kalmadı.

Ehemleri ve mühimleri kalmayan bir toplumun haliyle kınayacağı, ayıpsayacağı, utanıp çekineceği bir şeyinin kalmayacağı sonucunu çıkarmak mahir bir durum değil haliyle. İşte bu ahlak ve değerler kaosu, diğer tüm kaotik olayların sebeplerine analık etmesiyle birlikte helaki sürecin kısalmasının da başat aktörü konumundadır.

Son yıllarda bu topraklarda ki bahsini yaptığımız alışkanlık ve buna bağlı ahlaki tükeniş ve tüketme hastalığı, geçmiş ve gelecek çağın benzerini yaşama olasılığı haylice zor bir hastalık çeşididir. Hem herşeye analık ediyor olması ve hem de kendi içerisinde bir sinsilik barındırması dolayısıyla tahribat boyutları kestirilebilir bir tehlike de değildir.

Devasa hatalar, ayıplar ve günahlar işleyen birey ve toplumun fecaatin farkında olmaması, fecaati fecaat olarak görmüyor oluşu, mevcut fecaatlari rutin olanlarla özdeş görüyor olması, yıkımın sinsiliği ve kapsayacağı kitlenin büyüklüğü ve sürekliliğinin boyutlarını tayin etmesi bakımından son derece çarpıcıdır.

Bizi bizimle, bizi değerlerimiz ve bizi değersizlerimiz ile vuruyorlar….