AK Parti

Milenyum adı verilen 21. Yüzyıla girdiğimiz 2000’li yılların başında Türkiye kriz içindeydi.

Siyaseten de ekonomik olarak da…

Dolayısıyla Türk insanında geleceğe dönük karamsarlık vardı.

Milenyuma umutla bakılamıyordu.

İktidarda koalisyon hükümeti vardı.

99 seçimlerinin birinci partisi DSP hayal kırıklığına yol açmıştı.

MHP Ecevit’in başkanlığındaki hükümette misyonuna uygun bir faaliyet icra edemiyordu.

ANAP ve DYP rekabeti birbirini yok etme savaşına dönüşmüştü.

28 Şubat mağduru Refah Partisinin yerine kurulan Fazilet Partisinde yenilikçi-gelenekçi ayrışması baş göstermişti.

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in öfkeli biçimde elindeki anayasa kitapçığını Başbakan Ecevit’e doğru fırlatması üzerine başlayan 2001 krizi sadece siyasette bomba etkisi meydana getirmekle kalmamış, ekonomiye büyük darbe vurmuştu.

Bir gecede 5 milyar dolar kaçmıştı ülkeden.

Böyle dibe vurmuş bir durumda iken 2001 Ağustosunda bir umut filizlendi.

Yeni bir partinin kuruluşu açıklanıyordu.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin...

Amblem olarak seçilen ampul sanki Türkiye’nin o günlerde yaşadığı karanlıktan çıkışı simgeliyordu.

6 Aralık 1997’de Siirt’teki konuşması sırasında okuduğu Asker Duası şiirinin “minaler süngümüz kubbeler miğferimiz” mısraı ile “halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği” gerekçesiyle mahkum edilen Recep Tayyip Erdoğan, Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesinde çektiği 10 aylık hapis çilesini tamamlamış, 24 Temmuz 1999’da tahliye olmuştu.

Bu arada aralarında Necmettin Erbakan’a karşı genel başkanı adayı olarak çıkan Abdullah Gül’ün de bulunduğu “yenilikçiler” olarak adlandırılan grup, kapatılan Fazilet Partisi’nin yerine kurulan Saadet Partisi’ne katılmamıştı.

Bir alternatif siyasi hareket beklentisi Erdoğan’ın özgürlüğe kavuşması ile hız kazanmış, 14 Ağustos’ta AK Parti’nin kuruluşu açıklanmıştı.

AK Parti, kuruluşundan kısa bir süre sonra girdiği 3 Kasım 2002 seçimlerinde inanılmazı başarmış, koalisyon iktidarının partilerini Meclis dışına iterek tek başına iktidar olmuştu.

Ancak siyasi yasak sebebiyle AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili adaylığı iptal edilmişti. Bu yüzden siyasi yasağı kaldırılana kadar AK Parti’nin kurduğu ilk hükümetin Başbakanı Abdullah Gül olmuştu.

Bazılarının “geçici bir heves” gibi görüp küçümsediği AK Parti, iktidarı süresi içinde uyguladığı doğru politikalarla “saman alevi” olmadığını kanıtladı.

Ekonomik kriz geride kalmış, piyasa nefes almıştı.

Tezkere krizi yüzünden bir süre bozulan ABD ile ilişkiler zaman içinde onarılmış, Avrupa Birliği’ne tam üyelik yolunda hızlı adımlar atılmıştı.

İç siyasetteki ayak oyunlarına, kendi damgasını vuracağı icraatı gerçekleştirmesinin önüne çıkarılan türlü engellere rağmen AK Parti yıpranmıyor, tersine güçleniyordu. Hele icat edilen 367 krizi ile Meclisin AK Parti’nin adayını Cumhurbaşkanı seçmesinin önüne engel çıkartılması AK Partiyi iyice mağdur durumuna sokmuştu.

Halk buna tepkisini 22 Temmuz 2007 ‘de yapılan seçimlerde oyunu bir öncesi seçime oranla 12 puan artırarak yüzde 46,5 oyla yeniden tek başına iktidar oldu. Bununla da yetinmeyen millet Cumhurbaşkanı seçimine yönelik tepkisini, Cumhurbaşkanını halkın seçmesi ile ilgili referanduma verdiği yüzde 70’e varan destekle gösterdi.

AK Parti, 12 Haziran 2011’de yapılan seçimlerde oylarını 49,8’e çıkarmıştı. İki kişiden biri iktidara destek oluyordu.

Bu Türk siyasi tarihinde ilk kez gerçekleşiyordu.

Daha önce üç dönem iktidar olmayı başaran Demokrat Parti, 1957’de girdiği üçüncü seçimde oylarını düşürmüştü.

AK Parti ise her girdiği seçimden oylarını artırarak çıktı.

Ancak büyü 2005 seçimlerinde bozuldu.

Tayyip Erdoğan’ın halkın doğrudan seçtiği ilk Cumhurbaşkanı olarak o zamanki Anayasa hükmü gereği genel başkanlıktan ayrılmasından sonra Erdoğan’sız olarak girilen 7 Haziran 2015 seçimlerinde AK Parti büyük oranda oy kaybına uğramamasına rağmen, dört partinin barajı aşması yüzünden ilk kez tek başına iktidarı elde edemedi.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uyguladığı usta bir politika ile Anayasanın öngördüğü süre içinde yeni hükümetin kurulamaması sebebiyle Türkiye 1 Kasım 2015’te yeniden sandık başına gitti. Bu kez AK Parti yeniden oylarını artırarak yüzde 49,5 oyla tekrar tek başına iktidar oldu.

Böylece AK Parti Türk siyasi tarihinde dördüncü dönem aralıksız iktidar olan tek parti olma özelliğini kazanıyordu.

Halkın oyu ile AK Parti’yi tasfiye edemeyenler 2016 15 Temmuz’unda askeri darbeyi denediler.

Ancak millet, sandıkta verdiği desteği sokakta da gösterdi.

İlk kez bir darbe millet tarafından püskürtüldü.

Halk AK Parti ve Erdoğan’a olan desteğini 16 Nisan 2017’de yapılan referandumda Cumhurbaşkanlığı sistemine geçişe verdiği yüzde 51’lik destekle bir kez daha gösterdi.

Türkiye tarihini yazanlar ileride 16 yıl önce kurulan AK Parti için epeyce sayfa ayırmak durumunda kalacaklar.

Çünkü dört dönem iktidarı başarmak, bir küçük istisna dışında hepsinde de oylarını artırmak kolay iş değil.

Tabii ki işin sosyolojik boyutlarının da enine boyuna irdelenmesi gerekiyor.