Ahval ve şerait...

Açın bakın MEB kitaplarına konulmuş orijinal (sahih, hakiki, bizzatihi kendisi, çıktığı gibi değişmemiş) Gençliğe Hitabeye...

Ya da Nutuk’taki metni okuyun...

Gençliğe Hitabe, TBMM’sindeki ünlü nutkun sonunda, “Türk Gençliğine Bıraktığım Emanet” başlığını taşıyan bölümde yer alır. (Nutuk – Söylev, II. Cilt, 1920-1927, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1987)

Hitabe’den önce okunması günlerce süren Nutuk’u hülasa mahiyetinde:

“Muhterem Efendiler, sizi günlerce işgal eden (15 Ekim’den 20 Ekim 1927’ye kadar süren... Fasılasız okumayla 36,5 saatlik...) uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuzu (uyanıklık) dâvet edebilecek, bazı noktalar tebarüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim...

(........) Bu neticeyi, Türk gençliğine emanet ediyorum..” denilir...

Bir kere meclis ya da birileri uzun bir konuşma ile “işgal” edilmez, “meşgul” edilir.. Lâkin ulu paşanın dil hatası bununla da sınırlı değil ve bu konuda bütün Nutuk’u da taramış değilim...

Ve bu cümlelerden sonra, “Ey Türk gençliği!” sözüyle birçok kişinin “ayrı bir metin” zannettiği son kısım yani “Gençliğe Hitabe” başlar.

* * *

“Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” MEB müfredât ders kitaplarında “İstiklâl Marşı”ndan sonraki sahifede yerini koruyor... Korusun, buna itiraz etmem bu ahval ve şerait altında....

İtirazım hitabenin diline... Ulu önderin gençliğe verdiği ehemmiyete ters ve yanlış... hafifletelim, dilin hakkıyla kullanamayışı, gençliğe suîmisâl (kötü örnek) teşkil edebilme ihtimâli...

Malûmuâlîleri, “Gençliğe Hitabe”nin hitamesinde “Ey Türk istikbâlinin evlâdı! İşte; bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen...” denilir.

Bizim Güneş Dil Teorisi gibi bir hamiyyetimiz de yok ama asgari dil bilgimizle idrâk edebiliyoruz.. “İÇİNDE” en hafifinden dil kısırlığıdır... Badehu, yaygın yerleşik kullanım “bu şartlar altında” şeklindedir...

“Ahval ve şerait” terkibi çağdaşlarca (Atatürk’ten sadır olsa da) sevilmez.. Sade suya tirit, kısır, sözde Türkçelerine çevirir, “olanak ve koşullar” der, söz musikisinin de içine ederler... Yani halt ederler...

Nádân heriflerin çevirisi de (anlam mahiyetiyle) yanlıştır... “Ahval ve şerait”in mánâsı, “hal (durum) ve şartlar” demektir zira...

“VAZİYET” anlamındaki “hal” (ahval), imkân demek değildir ki “olanak” yapasınız... “Kadınların ay olanağı” mı diyorsunuz?

Koşmaktan uydurulmuş “koşul” kelimesiyle, “ŞART”ı (halin mahiyetini) ifadeye muktedir olunabilir mi? “Mutlak istek yahut emirler” anlamındaki “şart koşma”ya “koşul koşma” mı diyeceğiz?

Ya da “üç talâk” (üç boşanma) anlamındaki “şart olsun”a “koşul olsun” mu diyeceksiniz? Neyse Atatürk’ün lisán hatasına dönecek olursak...

“Bu ahval ve şerait altında...” demek; doğru, isabetli ve dil zenginliğidir. “Çuvalın, kutunun, kabın..... içinde” dersiniz ama daha kültürlüyseniz “kafanızın içinde” demezsiniz... Tabi beyin cerrahı falan değilseniz..

Ya ne dersiniz? “Aklınızda”, “fikriyatınızda”, “tasavvurunuzda”, “düşüncelerinizde”, “tefekkürünüz dahilinde” falan dersiniz...

#HARBİDEN: Bütün bu ahval ve şerait altında dahi, lisánın terakkisine hamiyyet vazifesi biz askerlerin değil, edebiyatçıların uhdesinde bir vazife telâkki edilmelidir. Aksi halde dil gider, “koşullu” lisán gelir... 21.05.2018