AHLAKİ BİR BORÇ VE VİCDANİ EMİR

Dökülen, sarkan nice yanlış, hata, yalan varsa hepsini halı altına saklamaktan, kol kırılır yen içinde kalır demekten ve bunu da bir ibadetmiş bilinci (!) yapan yazar ve çizerlerden hep beri oldum. Beri olmayı da bir ibadet bilinci içerisinde yaptım. Bu beri duruşun yanı sıra elimin, dilimin ve kalemimin gücünün yettiği oranda da dile getirmeye çalıştım.

Ahlaki bir borç ve vicdani emir olarak hissettiğim inanç ve duygularımı zaman, mekân, kişi olarak ayırsamaksızın lisani hal ile ikazlar yaptım.

Yaptığımız her ikaz, yazdığım her yazı ve şahsım bilinçsiz, akılsız, şuursuz ve bulanık ortamdan beslenen nice kişilerce kategorize edildi ve hep sevilmez yazı ve kişi olarak lanse edildim. Bu yaklaşım tarzına karşın besleyip büyüttüğüm iğreti duygular, bulanık sularda beslenen zaman ve mekân farelerine kulak kabartma eyleminin yanın da hiç kaldı.

Geldiğimiz nokta !

Çoğu kez hakka, hukuka ve adalete çağıran yazılarımız hep berhava edildi. Oysa yaptığım bütün hak çağrıları; kendilerine bir umut ile sarılmış milyonların inanç ve güvenlerinin yıkımı sonrasın da, Ülkenin sonra ki evresini kestirebiliyor oluşumdan kaynaklı idi.

Son zamanlara kadar kısmi de olsa saklayıp barındırdığımız hüsni-i zan, hakka ve hukuka çağıran davetlerimizin ana kaynağını oluşturuyordu. Lakin geldiğimiz noktada, kırıntısı dahi kalmayan bu iyi niyetlerimiz, yerini bambaşka duygu ve inançlara bıraktı.

Ahlaki bir borç ve vicdani emirin gereği söylemek ve tebliğ etmek istediklerimi yönetenlere değil, yönetilenlere dair yapmaya başladım.

Hesap verme bilincini, şeffaflığı, hukuk ve adalete olan vurdumduymazlığı, günlük siyaset haline dönüştürmüş olanlara sözün kifayetsiz kalacağını anlatmaya koyuldum artık. Bu vurdumduymazlığın getireceği inançsal ve ahlaki çöküntünün sonuçlarını, gerçek muhataplarına anlatmak daha elzem bir hal almaya başladı.

Onalar yetmedi mi !?

Yetmemiş olmalı ki, aklın ve inancın devre dışı kaldığı bu saplantısal takip ciddi bir kitle tarafından devam ettiriliyor. Tefekkür etmek, dün, bugün ve yarın arasında analitik bir gezinti yapmak, olanların ne gibi olacaklara kapı araladığını tefekkür etmek bir kenara, anlatılanlara da ketum bir tutum sergilemeye devam ediyorlar.

Bu ketum tutum sebebiyle yönetici erk’in elleri daha bir güçlenmekte ve daha bir layüsel tavır takınmaktan bir an dahi imtina etmemektedirler.

Oysa böylesi insan ve yönetim şeklinin el freni görevi, onları o mevkilere taşıyan Milletin bizatihi kendisidir. Böylesi bir görevin işlevsizliği, geldiğimiz noktanın ana sebebi olmakla birlikte, ileriki zamanların vebalinin de tek müsebbibi olacaktır.

Artık yeter !

Silkinmek, hukuk içerisinde hesap sormak, uyarı ve ikazları daha belirgin bir şekle dönüştürmek için neyi bekliyorsunuz !?

Ya beklediğiniz şey gelecek gibi değilse…!?