ADINI SİZ SÖYLEYİN!..

Ani sel baskınlarına neden olan sağanak yağmurlar İstanbul’a zor anlar yaşatır. Medeniyetler beşiğine tam 16 asır başkentlik yapan şehir, hazırlıklı olsa da olmasa da; kader mi, çarpık kentleşme mi, yetersiz alt yapı mı ya da duyarsız insanlar mı ne derseniz deyin. Ulaşım, illa ki bir aksar bazı yerleri su basar. 25 Temmuz Çarşamba, bugün de o yağmurlu günlerden…

Aralıklı yağan yağmur, aniden bastırır. Kısa bir zaman aralığından sonra ise gökyüzünde güneşi, yeryüzünde kuru alanları görmek mümkün hale gelir. Biz buna bakarken içten gelen ses dile döküldüğünde şöyle tezahür eder;

Allah’ın hikmeti işte!..

İstanbul’un Eyüp semtine doğru gitmek üzere; konusu eğitim olan ve saat 14:00’de gerçekleşmesi planlanan bir toplantı için evden çıktım. Havada güneş var. Ben oraya ulaştığımda ani ve hızlı yağmur gönüllere ferahlık veren şıkır şıkır sesi ve iri taneleriyle coştu. Haliç manzarası eşliğinde seyrine doyamadığımız görüntüyü, arkadaşımla çayımızı yudumlayarak uğurladık. Yine güneşin açmasından aldığım cesaretle dönüş yoluma, Vatan Caddesi’ndeki AVM’den geçen minibüslerden birine binerek devam ettim…

Yolda karşılaştığımız trafik, su birikintilerinin eseriydi. Trafikle birlikte ilerleyen zamana karşı Vatan Caddesi’nde yolun karşı tarafına geçmek için indim. Sol taraftan gelen trafik durmuştu. Bu durumu karşı tarafa geçmek için değerlendirmek isteyenlerden biriydim, son şeride kadar geldim ve orada kaldım. Beklemediğim bir durumla karşı karşıyaydım. Su birikintisi tahminimden derindi. Önden zıplayarak giden 6- 7 yaşlarındaki şortlu çocuğun ayak bileklerini geçen yarım çorabın görüntüsünün suda kaybolması benim için bir ölçüt oluşturmuştu. Arkasından bakakaldım. Trafik açıldı ve akmaya başladı. Benim olduğum şerit su birikintisi nedeniyle kullanılmıyordu. Önümde atlayarak geçemediğim su birikintisi, arkamda akan trafik… Ben ise ikisinin arasında kalan şerit çizginde şaşkınlıkla sağ tarafıma ileri doğru bakarken, sol tarafımdan gelen korna sesini duymanın telaşıyla suya doğru ilk adımımı attım. Korna yapan araçta ön sağ koltukta başında tülbent olan( başa yaşmak çekmek dediğimiz tarzda dolanmış) kadının bana seslendiğini fark ettim;

  • Abla geç! Diye bağırıyordu.

Telaşımdan anladığım ilk cümle buydu. Sonra arabayı kullanan adam da bağırıyordu;

  • Abla geç!..

İyi de ben zaten geçmeye çalışıyordum. Dönüp baktığımda yine aynı sözleri büyük bir heyecan ve canlılıkla arabanın arka kapısını göstererek yineliyorlardı.

  • Arabaya binmemi mi istiyorsunuz, dedim.
  • Evet abla, atla biz seni karşıya geçirelim, dediler.

Araca bindikten sonra onların gayet samimi olmakla birlikte benim konuyu kavramaya hazırlıksız yakalanışıma da gülerek oluşturdukları enerji çemberinin içinde kalmıştım.

Bu defa ben onlara sordum;

İleriden –U- dönüşümü yapacaksınız( karşıya nasıl geçeceğimi hala anlamamıştım).

Şoför olan yanıtladı;

  • Yok abla, ben arabayı biraz daha yanaştırayım sen, şimdi öbür kapıdan in dedi.

Yurdum insanın çözüme odaklı yardımseverlikte sınır tanımayan içtenliğiyle benim basmak istemediğim su birikintisinin üzerine aracı denk getirerek yolumu kolaylaştırdıklarını ancak anlayabilmiştim.

Onlara dua edip, esenlik temennilerinde bulunarak ve onlar gibi gülen enerji çemberine katılarak araçtan indim.

Neler oldu diye, iç gözlemle bir bakayım dediğim anlık yaşanmışlıklara isim koyamadım. Zihnimde yaşamış olduğum şaşkınlığı düşünürken, duygularım olanları yadırgamamıştı. Yüzümde tebessüm, dudaklarımda YURDUM İNSANI İYİ Kİ VARSINIZ mırıltısını Vatan Caddesi’ne bırakarak yoluma devam ettim.

Suzan ÖZÇELİK