Açık Arama Kültürü

İnsanları en çok yoran, hayat enerjilerini bitiren, verimliliklerini azaltan, onları üzen, sindiren, strese sokan, yaratıcılıklarını azaltan en önemli şey açık verme korkusudur. Bu durum özel hayatta, iş hayatında ve siyasette de böyle.

“Dostlarını tanımak istiyorsan hata yap” derler. Hata yapmaktan bu denli korkuyor olmamız dostlarımız arasında olmadığımızı gösteriyor. Durum böyle olunca işimizi daha iyi yapmaktansa açık vermemeye çalışıyoruz. Parasının çoğunu savunma sanayiine yatıran bir devlet gibi enerjimizin çoğunu başkalarının eline koz vermemek için harcıyoruz.

Açık vermemeye çalışma kültürü “başkaları ne der” kültürü ile benzerdir. Fakat daha ölümcüldür. Çünkü aklımızdan başkalarının bu açığı bize karşı kullanma ihtimali hiç çıkmaz.

Açık arama merkezli düşünmek bireysel ve toplumsal bir hastalıktır. Bir kere bu hastalığa yakalandıktan sonra iyileşmesi zordur. Açık arayan kişi her seferinde aradığını bulur. Ve kendini her seferinde haklı çıkmış sayar. Yeni bir açık bulmak için çalışmaya başlar. Bu bir kısır döngüdür.

Kimse kusursuz değildir. Açık arayanı her zaman başarılı kılan budur. Zaten gözü herhangi bir kişi veya topluluğun iyi yanlarını göremez. Onunkisi manevi bir körlüktür. Öyle bir körlük ki kusur dışında hiçbir şey görmez.

Bir de buldukları açıklara dair delilleri hemen dillendirmeyen o delilleri listeleyen, kategorize eden ne zaman ve kime karşı kullanabileceğinin planlarını yapan kişi ve gruplar vardır. Devletlerin istihbarat örgütlerinden bahsetmiyorum. İnsanlar ve sivil toplum kuruluşları da böyle çalışıyor.

İnsanlar, cemaatler, dernekler, vakıflar, mezhepler herkes kendi yaptıklarını karşıtının açıkları üzerinden meşrulaştırma yolunu tercih ediyor. Bu tercih edilmeye devam edilecek. Çünkü çok kolay ve etkili bir yol. Başkalarının açığıyla kendi yanlış davranışlarımızı meşru hale getirmeye çalışıyoruz.

Mevki ve makama sahibi bir insana “neden rüşvet alıyorsun” dendiğinde “benden önce aynı makamda bulunan kişi daha fazla rüşvet alıyordu” diyebilir. Diyeceksiniz ki hukuken bir karşılığı yok. Evet, hukukta yok fakat toplumda karşılığı var. Ve bu tavır hukuk sistemlerini de çalışmaz hale getiriyor.

Tedavi arayışı hasta olduğumuzu kabul etmekle başlar. Önce teşhisini yapıp sonra da tedavi yollarına bakmakta fayda var. Kurtulma yolu kendi içimize dönmekte, başkalarına aldırış etmeden doğrular ne diyorsa onu yapıp yapmadığımıza bakmaktadır diye düşünüyorum.

Başkaları bizim davranışımızın ölçüsü olmamalıdır. Bir de başkalarına bakarken önce olumlu yönleri görmekte fayda vardır. Olumlu huyları ve uygulamaları transfer etmeye öncelik vermek kurtarıcı olacaktır.