“Kuran’da Dindarlık” yazısında saptırılan kavramlardan biri de “veli” kavramıdır. Bayındır, En’am Suresinin 14. Ayetini mesnet tutarak veli kavramını “Allah’a eş koşulan bir şirk unsuru” olarak anlatmaktadır.

'Veli Kavramının Manasının Saptırılması'

'Kuran'da Dindarlık' yazısında saptırılan kavramlardan biri de 'veli' kavramıdır. Bayındır, En'am Suresinin 14. Ayetini mesnet tutarak veli kavramını 'Allah'a eş koşulan bir şirk unsuru' olarak anlatmaktadır.

Şöyle diyor:

'… İşlerine gelince yanlış yapmaktan çekinmeyenler ise Allah'a teslim olmakta zorlanırlar. Bunları gören şeytanlar harekete geçerek Allah ile araya girip kendilerini ona karşı koruyacak velilerin olduğunu söylerler. Bu kişiler bunun olamayacağını bilirler, ama işlerine geldiği için Allah ile ilişkilerini kendilerini koruyacağı söylenen kişilerle sürdürmeyi kabul eder ve o hayalî aracıları temsil ettiği iddia edilen varlıkların kulu haline gelerek müşrik olurlar.'

Öncelikle Bayındır'ın ciddi manada 'meramını anlatma' problemi olduğunu söylememiz gerekir.

Bununla birlikte yazdıklarından şunları anlayabiliyoruz:

Allah'a teslimiyetinde sorunu olanları görünce şeytanlar devreye girip onlara kendilerini Allah'a karşı koruyacak veliler olduğunu söylerlermiş... Bazı insanlar da onların bu sözlerine inanarak bu aracılara kulluk eder ve neticede müşrik olurlarmış…

Bu yaklaşıma göre, veliler (haşa) Allah'ın karşısında 'güç' ve 'otorite' olarak görülen birer şirk unsurudur! Onlara tevessül edenler ise müşrik olurlar!

Bu satırlarda iddia edilen şeyin gerçekle uzaktan yakından alakası yoktur. Bu, kelimenin tam anlamıyla kuyruklu bir yalandır. Hiçbir mümin, velilere kendisini Allah karşısında korusun diye hürmet etmez, değer vermez. Böyle bir mantık İslam'a, tevhide ve kulluk şuuruna aykırıdır. Tam tersine veliler insanlara Allah'ı sevdirir ve onları ibadete, takvaya, ihlasa Allah'ı zikre teşvik eder.

I- BU BİR SENARYODUR

Burada sadece Bayındır'ın değil, bütün tahrifatçıların çok sık başvurduğu bir hileyi ifade etmek isteriz.

Onlar, önce yanlışlığı aşikar olan bir senaryo uydururlar. Sonra kendi yazdıkları bu senaryonun 'Müslümanların gerçeği' olduğunu iddia ederler. Ardından da bu yanlışa karşı çıkıyormuş gibi bir edayla, o yanlışın (!) yerine güya kendi seslendirdikleri doğruları (!) ikame etmeye koyulurlar.

Evet, bu hemen bütün tahrifatçıların başvurduğu, ama basiretli müminlerin gözünden kaçmayan -tabiri caizse- bir 'meslek sırrı'dır (!)

Neticede uydurdukları bu senaryo üzerinden Müslümanları günah keçisi haline sokarlar.

Peki Bayındır'ın 'insanları Allah'a karşı korumak(!)' göreviyle vasıflandırdığı 'aracı'lardan kastı nedir, kimdir?

Onun gerek tahlil ve tetkikini yaptığımız bu 'Kuran'da Dindarlık' yazısı, gerekse diğer yazı, kitap ve konuşmaları incelendiğinde, 'aracı'lardan neyi kast ettiği çok rahat anlaşılır:

İslam tasavvufundaki veli ve mürşidler… Dini anlamada ardından gidilen İslam uleması… Müfessirler… Muhaddisler… Müçtehitler… Fakihler… Mutasavvıflar… Bütün Allah dostları… Fatiha: 7 ve Nisa: 69' da 'en güzel arkadaş oldukları bildirilen' 'kendilerine nimet verilenler'…

Yani Bayındır, Kuran ve Sünnet'le ortaya konan yüce İslam dinini bize dosdoğru olarak aktaran vesilelerin tamamını 'aracılar' diyerek reddetmektedir.

Redd-i miras yaptığı bütün bu müktesebata da 'gelenek' adını vermektedir.

Ne mezhep ne de meşrep ölçüsü tanımadan -diğer bütün 'Kuran İslamcıları(!)' gibi- lafı 'Kuran'ı ve İslam'ı bir tek biz anladık. Bizi dinleyin, bize tabi olun' demeye getirmektedir.

II- AYETİN BAĞLAMINDAN ÇIKARILARAK TAHRİF EDİLMESİ

Bayındır'ın veli kavramını saptırmak için kendine mesnet edindiği En'am: 14, mealen şöyledir:

'De ki: 'Göklerin ve yerin yaratıcısı olan, beslediği halde beslenmeye ihtiyacı olmayan Allah'tan başkasını mı dost (veli) edineceğim?' De ki: 'Bana, (Allah'a) teslim olanların ilki olmam emredildi ve sakın Allah'a ortak koşanlardan olma (denildi).'

Dikkat edilirse ayet-i kerimede bahsedilen şey, Allah'ı bırakıp da başkalarını dost / veli edinmektir. Elbette ki böyle bir telakki şirktir. Bunu yapan tabi ki müşrik olur.

Ama Bayındır'ın ifadelerinde kast edilen bu değil.

O, Müslüman olup 'vesileye sarılma' emrine uyarak, Allah yolunda kendine dostlar / veliler edinen, bu dost ve velileri Allah için seven insanları bu ayetin hükmüyle yargılıyor. Halbuki bu ayette anlatılan, kendisiyle Allah'a ortak koşulan veli / dost kavramıdır. Dolayısıyla da Müslümanları tekfir etmiş oluyor. Bu hilekarlıktır, ayetleri saptırmaktır, Kuran'ı tahriftir.

III- KURAN'DA VELİ KAVRAMININ FARKLI MANALARI

Veli ve velayet kelimeleri 'el-velyû' mastarından türemiştir. Dost, arkadaş, yakınlık, muhabbet ve sevgiyle yardım eden gibi anlamlara gelir. Bu kelime ism-i fail olarak 'faydalı bir işi uhdesine almak' manasına da gelir. 'Efendi' anlamındaki 'mevla' da bu kökten gelir. Mevla 'dost, yakın' anlamında da kullanılır.

Istılahî yönden veli, daha ziyade 'birinin işlerini üstlenen, tekeffül eden' demektir.

Kuran'da veli kavramı hem inananlar hem de kafirler için kullanılır. Bunu şu ayet-i kerimeden anlıyoruz:

'Allah, iman edenlerin velisidir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkar edenlerin velileri de tağuttur, onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. İşte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî olarak kalırlar.' (Bakara: 257.)

Ayetteki 'Allah müminlerin velisidir' ifadesi, velinin müspet manasına en güzel delildir. Zaten 'el - Veli' de Esmaü'l Hüsna'dan, Allah'ın güzel isimlerinden biridir.

Cenab-ı Hakkın müminlerin velisi olduğuna dair şu ayet-i kerime de dikkat çekicidir:

'Zira benim velim, o Kitab'ı indiren Allah'tır ve o hep salih kullarına velilik eder.' (A'raf: 196.)

Ayetteki 'benim velim' ifadesi 'benim yardımcım, hamim' demektir. Aynı mana Hud: 54 – 56, Şuara: 75 - 78 ve Zuhruf: 26 – 28. Ayetlerde de vurgulanır.

Yine şu ayet-i kerime de müminlerin veli olarak Allah'ı tanımaları gerektiğini anlatır:

'…Gökleri ve yeri yaratan Rabbim! Benim dünya ve ahirette velim (dost ve yardımcım) sensin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyiler arasına ilhak buyur.' (Yusuf: 101.)

Ayetteki 'Beni iyilerin, salih kullarının arasına ilhak buyur' ifadesi çok önemlidir; gerçek istikameti bulmak için Allah'ın sevdiği salih kulların arasına girmek gerektiğini anlatır.

Cenab-ı Hak müminlere ancak Allah'ı, Resulünü ve gerçek müminleri dost edinmelerini emreder:

'Sizin dostunuz / veliniz ancak Allah'tır, Resulüdür ve iman edip Allah'ın emirlerine boyun eğerek namaz kılan ve zekat veren müminlerdir.' (Maide: 55.)

'Kim Allah'ı, Peygamberini ve inananları dost ve veli edinirse bilsin ki gerçek galipler Allah'ın dostlarıdır.' (Maide: 56.)

Cenab-ı Hak müminlerin kimleri dost edinmeyeceğini de şöyle haber verir:

'Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlence konusu edinenleri ve kafirleri dost / veli edinmeyin. Allah'tan korkun. Eğer gerçek müminler iseniz…' (Maide: 57.)

Dikkat edilirse bu ayetlerde müminlerin velisi olarak Allah, inkar edenlerin velileri olarak da tağut gösterilmektedir. Elbette ki tağutu veli kabul edenler, inkar edenlerdir. Bu sebeple de ayet onların ebedî olarak cehennemde kalacaklarını haber vermektedir.

Bu ayet-i kerime biz müminler için safları netleştirmektedir: Kim iman ediyorsa velisi Allah'tır. Kim iman etmiyorsa, onun velisi de tağutlardır. Tağut küfür üzere olup insanlara tahakküm etmeye çalışan bütün zorba zihniyetleri ifade eder.

IV- 'ALLAH DOSTLARI' MANASINDA VELİ

Veli kelimesi Kuran'da 'velayet' şeklinde iki yerde, tekil haliyle, yani 'veli' olarak yirmi dört yerde, çoğulu olan 'evliya' kelimesiyle de atmış iki yerde olmak üzere toplam seksen altı ayette geçer.

Evliya kelimesinin bir anlamı da 'Allah'ın sevdiği ve seçtiği, Allah'a taat ve ibadette ihlas ve takvaya ulaşmış seçkin müminler'dir.

Bayındır, güya En'am: 14'ü mesnet alarak, oradaki veli kelimesini bağlamından çıkarıp, Allah ile kul arasına girdiklerini iddia ettiği aracıları 'sahte ilahlar' olarak gösterip, müminleri şirkle suçlarken, nedense çok sayıdaki ayette geçen 'Allah dostu' anlamdaki 'evliya' kavramına hiç değinmiyor… Veli kelimesinin yukarıda ifade etmeye çalıştığımız diğer anlamlarını hiç gündem etmiyor…

Bu, onun Kuran ayetlerini kendi keyfine göre saptırıp, menfur zihniyetine alet etmek için kullandığını gösterir. Zira bir kimse eğer Kuran'dan bir kavramı inceliyorsa, o kavramla ilgili bütün ayetleri önüne koyup ona göre konuşmalıdır.

Kendisine soruyoruz:

Kuran'da onlarca ayette medh u senası yapılan 'Allah dostu', 'evliya' gerçeğini görmemekten daha büyük körlük olabilir mi?

Ama bizce bu durum görmemek veya görememekten değil, görmek istememekten kaynaklanmaktadır.

O ayetlerden bir örnek daha verelim:

Hep Kuran'ı esas aldıklarını, sadece Kuran'a bağlı olduklarını iddia eden bu tahrifatçılar, acaba Yunus Suresinin 62 – 64. Ayetlerini nasıl izah edecekler?

Bu ayetlerde mealen şöyle buyruluyor:

'Bilesiniz ki Allah dostlarına asla korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler. Onlar ki, iman etmişler ve takvaya ermişlerdir, işte onlara hem bu dünya hayatında hem de ahirette müjdeler gelir! Allah'ın sözlerinde değişme olmaz; (öyleyse) en büyük kazanç (kurtuluş) budur.'

Ayette 'evliyaullah / Allah dostu' olan bir zümreden bahsediliyor. Onlara korku ve hüzün olmadığı haber veriliyor. Onların bu makama ulaşmasının sebebi olarak iman etmeleri ve takva sahibi olmaları gösteriliyor. Onlar için dünyada ve ahirette müjdeler geldiği de haber veriliyor. Ve bunun Allah'ın sünneti, kanunu olduğu, bunda bir değişme olmayacağı bildiriliyor.

Şimdi tekrar soralım:

Bu ayetler Kuran'dan değil midir?

Eğer bu kimseler Kuran'da samimi iseler -ki öyle olduklarını iddia ediyorlar- buradaki veli kelimesini bize izah etsinler.

Demek ki Kuran'da veli kavramı sadece Allah'ı bırakıp da dost edinilenler hakkında, yani menfi anlamda değil, müspet anlamda da kullanılıyormuş.

Allah bizzat kendisinin 'müminlerin velisi' olduğunu haber veriyor. Keza imanıyla, ibadetiyle, ihlasıyla Allahu Teala'nın dostluğunu kazanan kamil kullar da veli olarak anılıyor.

Bu meyanda tasavvufî anlam itibariyle velinin tarifi şöyle yapılmaktadır:

'Gönlü marifetullaha açık, mümkün olduğu ölçüde Allah'ı ve sıfatlarını bilen, taatlere devam eden, masiyetlerden kaçınan, şehvet ve lezzetlere dalmaktan yüz çeviren kimse.'

Veli / evliya diye anılan bu kamil kulları sevmek, onları dost edinmek, Kuran'da emredilen 'vesileye sarılmak' cümlesindendir.

İlgili ayetin meali şöyledir:

'Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının (takva sahibi olun), O'na yaklaşmaya vesile arayın ve O'nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.' (Maide: 35.)

Bu ayet-i kerimede kurtuluşun üç şartı anlatılmaktadır.

Bunlardan birincisi 'takva sahibi olmak'tır ki, her muttaki aynı zamanda Allah'ın velisi, dostudur.

İkincisi 'vesileye sarılmak'tır. Tefsirlere bakıldığında görülür ki, bütün salih ameller vesile cümlesinden olduğu gibi, müşahhas manada peygamberler ve onların varisleri olan alimler, mürşid-i kamiller Allah dostları da birer vesiledir. İşte İslam tasavvufunda peygamber varisi olup insanların Allah'a yaklaşmasında (kurbiyette) irşada yetkili olan, bu yönde görev yapan Allah dostları, mürşid-i kamiller de bu vesileler cümlesindendir.

Ayette zikredilen kurtuluşun üçüncü şartı da 'Allah yolunda cihad'dır, bunu şimdilik açmıyoruz.

Allah dostları, veliler, mürşidler hakkında çok sayıda hadis-i şerif de mevcuttur. Bunlardan biri 'ebdallar hadisi' denen bir grup hadistir ki otuzdan fazla sahabi tarafından nakledilmiş olup mütevatir hadis hükmündedir. Mütevatir hadisleri inkarın Kuran ayetlerini inkar gibi olup küfrü gerektirdiği ehlinin malumudur.

Yine 'Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve sadıklarla beraber olun.' (Tevbe: 119.) mealindeki ayette sadıklardan maksadın da Allah dostları olduğu bilinmektedir.

Keza Fatiha: 7'de 'nimet verdiklerinin yoluna' diye geçen, Nisa: 69'da da sırasıyla Peygamberler sıddıklar şehitler ve salihler diye açıklanan kullar da genel olarak veli / Allah dostudur. Ayet şöyle biter:

'vehasune ulaike rafîka(n) / Onlar ne güzel arkadaştır!'

Bütün bunlar Kuran ayetleriyle anlatılan gerçekler değil midir?

Yine Fecr Suresinin son ayetlerinde Cenab-ı Hak mutmain nefse 'iyi kulların arasına girme' emri vermektedir.

Burada geçen 'iyi kullar' da Allah'ın dostları cümlesinden salih ve muhlis müminlerdir.

Bundandır ki akaidde veliler ve onlardan zuhur eden kerametlerle ilgili şöyle bir ilke vardır:

'Keramet-i evliya haktır, inkarı itikada bidattır.'

İtikaddaki bidatın küfür olduğu da bilinmektedir.

Netice olarak şunu çok net söyleyebiliriz ki, ayet ve hadislerde veli - evliya kavramı, müminler arasında Allah'a dost olan özel ve seçkin bir zümreyi ifade eder.

Bayındır veli kavramını inkar ederken diğer bazı ifsatçılar da 'Veliden maksat her mümindir, evliya zümresi diye özel bir zümre yoktur' diyorlar.

Yukarıda saydığımız deliller esasen bu iddiaya da cevaptır. Bununla birlikte okuyucularımız daha fazla malumat edinmek isterlerse, bizim 'Allah'ı Bilmek ve Tanımak' adlı kitabımızın 1. cilt, sayfa 511 - 519 arasındaki Allah'ın veli kullarının (evliyanın) 'özel bir zümre' olduğuna dair yirmi iki maddelik izahatımızı okuyabilirler. Nasip olursa bu izahatı ilerleyen zamanlarda gazetemizde de yayınlamayı düşünüyoruz.

Kuran'da veli kavramı birçok ayette müspet manada da kullanılmışken, Bayındır acaba bu kelimenin şirk anlamındaki menfi manasını alarak ve bununla Müslümanları suçlayarak, Allah'ın Maide: 35'te emrettiği meşru vesilelere sarılanları sanki müşrikmiş gibi göstererek, bir nevi mürted ilan ederek ne yapmak istemektedir?

İşte bu, üzerinde düşünülmesi gereken bir sorudur.

Bizim Bayındır'ın istikametindeki savrulma derken anlatmaya çalıştığımız işte buydu.

Onun, bir zamanlar doğru yolda iken adım adım bu büyük badireye sürüklenmesi, ilk olarak bu veli, Allah dostu denen kişileri, dolayısıyla tarikat ve tasavvuf gibi müesseseleri inkar etmesiyle başlamıştır.

Ve geldiği bu son noktada görüyoruz ki, sanki bir ayete mana veriyormuş gibi bir edayla, açıkça Kuran'ı tahrif etmekte, veli / evliya gerçeğiyle ilgili bütün ayetleri yok saymaktadır.

İbn Kesir Tefsirinde, yukarıda meali verilen Yunus: 62 – 64. Ayetlerin izahında şu bilgi de yer alır:

'Bezzar der ki: '… İbn Abbas… şöyle demiştir: Bir adam 'Ey Allah'ın Resulü! Allah'ın dostları kimlerdir?' diye sormuştu. Allah Resulü şöyle buyurdu: 'Görüldüklerinde Allah'ın hatırlandığı kimselerdir.'

Bezzar bu hadisin Said'den mürsel olarak da rivayet edildiğini söyler.

Sertacü'l - Evliya / evliyaların başı, Gavsü'l- Azam Abdülkadir Geylanî, Allah dostlarını yani Allah'ı sevenleri sevmenin, onlara yakınlık duymanın kişiyi Allah'a yaklaştıracağını en veciz şekilde şöyle ifade buyurmuştur:

'Bir kimse Allah'ı seveni görürse kalbi ilahî tecelliye kavuşur. İstidadı varsa sır alemiyle Hakka vasıl olur.' (İlahi Armağan, s: 186, Tercüme: A. Akçiçek, Bedir Yayınevi, 1988, İst.)

Toparlayacak olursak, Bayındır, 'Kuran'da Dindarlık' adlı yazısında birçok kavramı bağlamından çıkararak saptırmakta, adeta yeni bir din yorumu ortaya koymaktadır. Böylece de zımnen 'Kuran'ı ancak ben anlarım; başkasını değil, sadece beni dinlemelisiniz' demeye getirmektedir.

Bayındır ve onun gibi 'Kuran İslam'ı'nı savunan hiçbir tahrifatçı Kuran'da samimi değildir. Hatta hepsi de Kuran'la çelişmekte, çatışmaktadır.

Bu halleriyle de bilerek ya da bilmeyerek batılı oryantalistlerin Türkiye'deki sözcülüğünü yapmaktadırlar. Bu sebeple bunlar dinlenmemeli, izlenmemeli, dışlanmalıdırlar.

Dinde samimi olanla olmayanı ayırt edebilmek, Allah'ı, Resulünü ve gerçek müminleri veli / dost olarak benimsemek, imanın göstergesi olup Müslümanlar için hayatî ehemmiyet taşır.

Bayındır ve onun gibileri şu ayetin muhatabı olmamaları için uyarıyoruz:

'İnsanlardan kimi vardır ki, hiçbir bilgisi olmadığı halde, Allah hakkında tartışmaya girer ve her azgın şeytanın ardına düşer.' (Hac: 3.)

Biz yine de ayıkıp gerçeği görmeleri için dua edelim.

'Kuran'da Dindarlık' adlı yazıya cevaplarımız devam edecek…