Bu yazımızda bir evvelki yazımızın devamı olarak, Sünnet ve hadislerin İslamî hükümlerin Kuran’dan sonraki ikinci kaynağı olduğuna dair delillerden bazılarını anlatacağız.

'İslamî Hükümlerin Kaynağı Olması Bakımından Sünnet ve Hadisler'

Bu yazımızda bir evvelki yazımızın devamı olarak, Sünnet ve hadislerin İslamî hükümlerin Kuran'dan sonraki ikinci kaynağı olduğuna dair delillerden bazılarını anlatacağız.

I- 'RESUL NE GETİRDİYSE ONU ALIN' EMRİ

Bu başlık mealen şu ayet-i kerimeden alınmıştır:

'… Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir.' (Haşr: 7.)

Bu ayet-i kerime -ister Kuran, isterse Kuran'ın tefsiri mahiyetindeki Sünnet ve hadisler olsun- Resulün her getirdiğinin alınması, her yasakladığından sakınılması gerektiğine dair açık bir delildir.

1- İki Çeşit Vahiy Vardır

Bu sebeple İslam alimleri iki çeşit vahiy olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan biri 'vahy-i metluv', diğeri de 'vahy-i gayrimetluv'dur.

Vahy-i metluv 'tilavet edilen, namazda kıraat olunan vahiy' demektir. Yani 'Kuran'dır.

Vahy-i gayrimetluv da 'tilavet yerine geçmeyen, namazda kıraat niyetine okunmayan vahiy' demektir. Bu da 'Sünnet ve hadis-i şerifler'dir.

Yani aslında Sünnet ve hadis-i şerifler de Kuran-ı Kerim gibi 'vahiy'dir.

İslam alimlerine göre 'hadislerin de Kuran gibi Cibril tarafından Resule talim ettirildiği sabittir.'[1]

Tabiîn'in büyüklerinden Hassan ibni Atıyye şöyle söylemiştir:

'Cebraîl (a.s.) Rasûlüllaha (s.a.v.) iniyor ve Ona Kuran'ı bildirdiği gibi Sünnet'i de bildiriyordu.' [2]

Ehl-i Sünnet itikadımızın imamlarından olan İmam Maturudî (r.a.) de 'Sana vahyolunana tabi ol' mealindeki Yunus: 109. Ayet-i kerimesinde geçen 'vahiy' kelimesinin sadece Kuran'la sınırlı olmadığını, Sünnet'i de ihtiva ettiğini söylemiştir.[3]

Hiç şüphesiz ki ayet-i kerimelerdeki manayı en güzel anlayanlar, müfessirler, muhaddisler, müçtehitler, akaid imamları gibi İslam alimleridir.

Sünnet ve hadisler (gayri metluv) vahiy olunca, Resule tabi olmak da bu vahye tabi olmak anlamına gelir.

Sünnet ve hadislere tabi olunduğu zaman, A'raf: 158. Ayetin mana ve muradına uyulmuş olur. Ayet mealen şöyledir:

'De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın hepinize gönderdiği Resulüyüm. O'ndan başka ilah yoktur. O hayat verir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmî peygamber olan Resulüne -ki o Allah'a ve O'nun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız.'

Keza bölüm başlığında kullandığımız Haşr: 7 de, Sünnet ve hadislerin vahiy olduğunu ve Resulün beyanına uymak icap ettiğini haber vermektedir. Bu ayetin nüzul sebebi ganimetlerin paylaşımıyla ilgili olsa da, hükmü geneldir. Çünkü Kuran'ı doğru anlamada 'Nüzul sebebinin hususiyeti, hükmün umumi olmasına engel değildir' diye bir kaide vardır.

Nitekim şu hadis-i şerif de Haşr: 7. Ayetin hükmünün genel olduğuna delildir:

'Size neyi emrettiysem onu hemen alın. Sizi neden nehyettiysem ondan hemen vazgeçin.' [4]

Hz. Peygamber (s.a.v.) asla 'Kuran İslam'ı' diyenlerin iddia ettiği gibi bir 'postacı' konumunda değildir. Onun 'tebliğ' yanında 'tebyin' görevi de vardır. Hz. Peygamberin tebyin görevini anlatan birçok ayet-i kerimeden biri şöyledir:

'Sana Kitabı, ancak ayrılığa düştükleri şeyleri onlara açıklaman için ve iman eden bir topluma doğru yolu gösterici ve rahmet olarak indirdik.' (Nahl: 64.)

Soruyoruz:

Hz. Peygamber, bu ayette haber verilen 'açıklama' görevini -eğer Allah kendisine hangi ayetin ne manaya geldiğini vahyetmemiş olsaydı- nasıl yerine getirebilirdi?

Kuran'da birçok kelime, lügat manasından farklı olarak terim / ıstılah manası kazanmıştır.

Mesela dua anlamındaki 'salat' kelimesi 'namaz' manası kazanmıştır.

Kast etmek anlamındaki 'hac' kelimesi, bildiğimiz dinî vecibe olan hac farîzası manası kazanmıştır.

Temizlik anlamındaki 'zekat' kelimesi, yine İslam'ın şartlarından biri olarak bildiğimiz zekat manası kazanmıştır.

Örnekler çoğaltılabilir.

Eğer bu kavramların bugün bildiğimiz terim manaları Hz. Peygambere (s.a.v.) vahiy yoluyla bildirilmemiş olsaydı Kuran'ın muhtevası anlaşılamaz, dinî emir ve hükümler yerli yerine oturtulamazdı.

Demek ki Sünnet ve hadisleri vahiy ve hüccet saymayanlar, ister istemez Kuran'daki terim ve kavramların manasını da saptırırlar; farzlar, haramlar, emirler anlaşılamaz ve uygulanamaz hale gelir. Halbuki dinde birçok emir ve yasak, Sünnet ve hadislerle sabittir. Buna göre, nasıl yapılacağı Sünnet ve hadislerle ortaya konmuş olan ibadetlerle ilgili bu Sünnet ve hadisleri kabul etmeyenlerin, söz konusu ibadetlerin farz olduğunu kabul etmeyenlerden hiçbir farkı kalmaz.

2- Kuran'ı Doğru Anlamak İçin Sünnet ve Hadislere Müracaat Etmek Şarttır:

Yukarıdaki izahlardan anlaşılacağı üzere Kuran'ı doğru anlamak için Sünnet ve hadislere müracaat etmek şarttır.

Günümüzde 'İslam'ı doğru anlamak', 'Kuran'ı doğru anlamak' gibi tabirlerin ne kadar çok kullanılır olduğunu bir düşünelim. Halbuki İslam'ı ve Kuran'ı doğru anlamak için uzun uzun makaleler, ciltlerle kitaplar yazmaya yahut okumaya gerek yoktur. Sünnet ve hadislerin önemini anlamak, onların dindeki yerini kavramak, Sünnet ve hadisleri dinde kaynak kabul ederek Resule tabi olmak, İslam'ı ve Kuran'ı doğru anlamak için tek çıkar yoldur, çözümün de ta kendisidir. Çünkü bu din bir dört yüz yıllık tarihi içinde hep böyle anlaşılmıştır.

Adamın biri, Tabiîn'den Mutarrif ibni Abdillah'a (r.a.) 'Bize sadece Kuran'dan anlatın' deyince Mutarrif ona şöyle cevap verir:

'Vallahi biz Kuran'ın yerine başka bir şey aramıyoruz, lakin Kuran'ı bizden daha iyi bilen Hz. Peygamberin izahlarını murad ediyoruz.' [5]

Yine Tabiîn'den Saîd ibni Cübeyr (r.a.) bir gün bir hadis anlatır, cemaatinden biri çıkıp 'Kuran'da buna muhalif ayet var' der. Saîd ibni Cübeyr (r.a.) ona şöyle cevap verir:

'Sakın sana Rasûlüllahtan (s.a.v.) bir hadis naklettiğimde onu Kuran'la mukayese ettiğini görmeyeyim! Rasûlüllah (s.a.v.) Allah'ın Kitabını senden iyi biliyordu!' [6]

İki Tabiîn aliminden vermiş olduğumuz bu iki örnek, dinin ikinci kaynağı olan Sünnet ve hadislerin önemini anlatmak bakımından manidardır.

Tabiîn neslinden olan bu alimler, bu yaklaşım tarzını hocaları konumundaki Sahabe-yi Kiram'dan almışlardır. Sahabe-yi Kiram'ın hocasının ise Resul-i Ekrem Efendimiz olduğu açıktır.

3- Hadislerin Kuran'daki Hükmü Açıklamak Bakımından Önemi

İslamî emir ve hükümlerin oluşması sırasında ayetlerdeki mana ve muradı Sünnet ve hadisler ortaya koyar. Çünkü her ikisi de vahiydir. Bu açıdan bakıldığında Sünnet ve hadislerle ortaya konan açıklamanın sahibinin de Allah olduğu anlaşılır.

Bunun için bazen bir hadis-i şerif, bir ayet-i kerimeyi tahsis ve takyid edebilir. Bu gibi durumlarda ümmet ayet-i kerimenin umumi hükmüne göre değil, Hz. Peygamber tarafından tahsis ya da takyid edilmiş şekline göre amel eder.

Bazı örnekler verelim:

Mesela Nisa Suresinin 22 – 27. Ayetlerinde evlenilmesi haram olan kadınlar on beş sınıf olarak sayılır ve 'bunların dışındaki diğer kadınlar sizin için helal kılınmıştır' buyrulur. Bu ayetlerde yasaklanan nikahlar arasında 'bir kadının halası veya teyzesiyle aynı nikahta birleştirilmesi' yoktur. Ama bu da haramdır ve haram oluşu hadis-i şerifle yasaklanması yoluyladır.[7]

İkinci bir örnek En'am: 145. Ayetle ilgilidir. Bu ayette haram olan yiyeceklerin dördü sayılır. Ama haramlar bunlardan ibaret değildir. Mesela azı dişi olan yırtıcılarla gagalı kuşlar gibi daha başka birçok hayvanın yenmesinin de haram olması hadislerle sabittir. Ve hadis-i şeriflerle sabit olan bu haramlar da Allah'ın haram kıldıkları gibidir.

Yine Kuran-ı Kerim'de 'Allah size leşi ve kanı haram kıldı' (Bakara: 173.) diye haber verilirken, Peygamberimiz 'Size iki ölü ve iki kan helal kılınmıştır. İki ölü balık ve çekirge, iki kan da karaciğer ve dalaktır' [8] buyurulmuştur.

Erkeklerin altın takmasının ve ipek giymesinin haram olması da aynı şekilde Sünnet'le / hadisle sabittir.[9]

Bütün bu örnekler bize Kuran ve Sünnet'in birbirini bütünlediğini gösterir. İşte din budur. Dinin iki kaynağı olmasının sebep ve hikmeti de budur.

II- HZ. PEYGAMBERİN KURAN'DA TARİF EDİLEN GÖREVLERİ

Hz. Peygamberin (s.a.v.) Kuran'da tarif edilen görevleri, Sünnet ve hadislerin dindeki yerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Mesela Bakara: 129, 151; Cuma: 2 ve Âl-i İmran: 164. Ayetlere bakılabilir.

Bakara: 151 mealen şöyledir:

'Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size ayetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.'

Görüldüğü üzere ayet-i kerimede Hz. Peygamberin (s.a.v.) beş görevi tanımlanmaktadır:

- Ayetlerin okunması (tebliğ),

- İnsanların tezkiye edilmesi (nefis terbiyesi, şirk ve küfürden, haram ve günahlardan temizleme),

- Kitabın açıklanması (tebyin),

- Hikmetin öğretilmesi,

- Bilinmeyen daha birçok şeyin öğretilmesi.

Bu beş görevin her biri ayrıca anlatılabilir.

Hz. Peygamber (haşa) bir postacı konumunda olsaydı, o zaman sayılan bu görevlerden sadece ilkiyle, yani tebliğle görevlendirilmiş olmalıydı. Halbuki devamında dört farklı görev daha sayılıyor. Tebliğden sonra gelen bu dört görev, Onun Sünnet ve hadislerinin olmasını zaruri kılmaktadır.

Mesela onlardan biri olan 'tebyin' görevi Kuran'ın hadislerle izah edilmesi ve tefsiri anlamına gelmektedir.

'Hikmetin öğretilmesi'nden ise, 'Allah'ın ayetlerde murad ettiği mananın tespiti ve ayetin derinliğine inilebilmesi' anlaşılmalıdır. Bu da yine ancak Sünnet ve hadislerle mümkün olur. Onun için Hasan Basrî, Katade, Mukatil, Ebu Malik gibi Tabiîn imamları ve İmam Şafii başta olmak üzere birçok İslam alimi, ayetteki 'hikmet'ten maksadın 'Sünnet ve hadisler' olduğunu beyan etmiştir.[10]

Bütün bu deliller Hz. Peygambere (s.a.v.) Kuran'la birlikte başka vahyin verildiğini ortaya koymaktadır. Nitekim 'Erike Hadisi' diye meşhur olan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

'Şunu iyi biliniz ki bana Kuran-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın size 'Sadece şu Kuran lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter' diyeceği günler yakındır...' [11]

Şimdi de Hz. Peygamberin (s.a.v.) ilgili ayetlerde geçen tebyin / beyan açıklama ve teşrî görevlerine yer verelim:

III- HZ PEYGAMBERİN TEBYİN VE TEŞRÎ GÖREVİ

Hz. Peygamberin tebyin görevinden şimdiye kadar çeşitli vesilelerle birkaç yerde daha bahsetmiştik. Bu görev şu dört şekilde tezahür eder:

- Mücmelin Tebyini: Ayetlerde kapalı olan mananın açılması

- Mübhemin Tafsili: Anlamı belirsiz hususların açıklığa kavuşturulması

- Mutlakın Takyidi: Mutlak, genel manaların belirginleştirilmesi

-Müşkilin Tavzihi: Çelişki veya tezat gibi görünen durumun ortadan kaldırılması

Bu maddelerin her birinin örneklerle açıklanması uzun olacağından bu kadarla iktifa ediyoruz.

Kuran'da Hz. Peygamberin 'Kitabı açıklama' görevinin 'kavminin diliyle' olduğuna dikkat çekilir. Bu da Hz. Peygamberin (s.a.v.) Kuran'ı açıklama görevi olduğuna ayrı bir delildir. (Bak: İbrahim: 4, Nahl: 44, 64, 24.)

Hz. Peygamberin teşri (Allah'ın izniyle hüküm koyma, helal - haram belirleme) görevi olduğuna da daha önceki yazılarımızda temas etmiştik. Burada bu konuyla ilgili iki ayet-i kerimenin mealini vermekle yetineceğiz:

'… Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülükten meneder; yine onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını kaldırır, üzerlerindeki zincirleri çözer…' (A'raf: 157.)

'Bir mümin erkek veya bir mümin kadının, Allah ve resulü bir emir ve hüküm verdiklerinde artık işlerinde bundan başkasını seçme hakları olamaz. Allah'ın ve Resulünün emrine itaat etmeyenler doğru yoldan açıkça sapmışlardır.' (Ahzab: 36.)

IV- İHTİLAFLARI RESULE GÖTÜRMEK

Sünnet ve hadislerin dinde ikinci kaynak / delil olduğunu, 'ihtilafları Hz. Peygambere götürmeyi emreden' ayetlerden de anlıyoruz:

'Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere itaat edin, sizden olan ülü'l-emre de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu, Allah'a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.' (Nisa: 59.)

Zübeyr İbni Avvam, Medine dışındaki bir arazinin sulanması konusunda Ensar'dan bir kişiyle münakaşa etmişti. Konu Hz. Peygamber'e arz edildi ve O, Hz. Zübeyr'in lehine karar verdi. Bu hüküm Ensar'dan olan müslümanın hoşuna gitmedi, Hz. Peygamberin, Zübeyr kendi akrabası olduğu için böyle karar verdiğini düşündü. Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu:[12]

'Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.' (Nisa: 65.)

Bu ayet-i kerimeden ve nüzul sebebinden anlaşıldığına göre, ihtilaflar Resule götürülecek, onun verdiği hükmün adil olduğuna inanılacak ve bu hüküm kalp sızlaması olmadan tasdik edilecektir. Ayetler bunun 'Resule iman ve itaatin gereği' olduğunu anlatmaktadır.

Şimdi düşünelim:

İhtilaflı bir konunun Resule götürülmesi, Resulün o konuda hüküm vermesi, o hükmün kalbî tasdikle baş tacı edilmesi ve uygulanması Sünnet ve hadisin gerçekleşmesinden başka nedir ki?

Resul-i Ekrem hayattayken ihtilaflı konuları ona götürmek gerektiği gibi, aynı gereklilik Onun ahirete irtihalinden sonra da söz konusudur. Bunun yolu da Onun Kuran'ın açıklaması mahiyetindeki Sünnet ve hadislerine müracaat edilmesidir.

V- HZ. PEYGAMBERE (s.a.v.) HÜRMET, EDEP VE SALÂT U SELAM GÖREVİ

Hz. Peygamberin (s.a.v.) Sünnet ve hadislerinin dinde delil olduğunu, Kuran'da Ona hürmet ve edep gösterilmesi ve salat u selam getirilmesinin emredilmesinden de anlıyoruz.

Mesela Ahzab: 53'te Peygamberimizin evine girip çıkarken dikkat edilmesi gereken edep kuralları zikredilir ve 'Resûlullah'ı üzmeye hakkınız yoktur' buyrulur.

Şu ayet-i kerime de aynı şekilde ona gösterilmesi gereken edepten bahseder ve Resule karşı edep kurallarına uymayanların amellerinin boşa gideceğini haber verir.

'Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla çıkarmayın, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.' (Hucurat: 2.)

Benzer şekilde Muhammed: 33. Ayet de Resule itaatsizliğin amelleri boşa çıkaracağına vurgu yapılmaktadır.

Ahzab: 56' da da salat u selam emredilmektedir:

'Allah ve melekler Peygambere salat ediyorlar. Ey iman edenler, siz de ona salat ve selam okuyun.'

Müminlerin Hz. Peygamber'e salatı, ona dua etmeleri, onu övgü ve hayırla anmalarıdır. Bu ayet nazil olunca Sahabiler Peygamberimize 'Selamın nasıl verileceğini biliyoruz, peki sana salatı nasıl yapacağız?' diye sormuşlar, Peygamberimiz de onlara, namazların oturuşlarında okuduğumuz 'salavat-ı şerife'yi öğreterek, 'Bana böyle salat edersiniz' buyurmuştur.[13]

Yine Ahzab: 57'de ise Hz. Peygamberi üzenlerin, incitenlerin Allah indinde nasıl ilahî gazaba uğrayacakları anlatılmaktadır:

'Allah'ı ve Resulünü incitenleri Allah, dünyada ve ahirette lanetlemiş ve onlar için alçaltıcı bir ceza hazırlamıştır.'

VI- MÜFESSİR KURTUBÎ, 'SÜNNET ALLAH'IN KİTABINDANDIR' DER

Buraya kadar yapılan izahlardan Sünnet ve hadislere tabi olmanın Resule ve sırat-ı müstakime tabi olmak anlamına geldiğini anlıyoruz.

Kuran-ı Kerim, sırat-ı müstakimi tarif etmekle kalmamış, aynı zamanda müşahhaslaştırmıştır. Mesela Fatiha Suresinde sırat-ı müstakim vurgusu yapıldıktan sonra, onun 'kendilerine nimet verilenlerin yolu' olduğu bildirilir ve kendilerine nimet verilenler de Nisa: 69'da 'peygamberler', 'sıdıklar', 'şehidler' ve 'salih kişiler' olarak sıralanır.

Nisa: 115'te de böyle bir müşahhaslık vardır:

'Yolun doğrusu kendine apaçık belli olduktan sonra Resûlullah'a karşı çıkan ve müminlerin yolundan başkasını izleyen kimseyi saptığı yönde bırakırız ve onu cehenneme atarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir!'

Ayette 'Resule karşı çıkmak' ifadesinden sonra 'müminlerin yolu'ndan da bahsedilmesi manidardır. Kuran az sözle çok mana ifade eden muciz kelam olduğuna göre, burada 'müminlerin yolu'ndan da bahsetmesi bir hikmete binaen olsa gerektir. Müminlerin yoluyla kastedilen, belli ki Resul-i Ekrem'in Sünnet ve hadislerini baş tacı eden ilk İslam toplumu Sahabe-yi Kiram'ın yoludur. Görülüyor ki Kuran-ı Kerim Resulün Sünnet ve hadislerine mücerret manada işaret etmekle kalmamakta, aynı zamanda Sünnet ve hadisleri hayatına geçiren müminlerin / Sahabe'nin yolunu da örnek olarak göstermektedir. İşte bizim 'sırat-ı müstakimin müşahhaslaştırılması'ndan kastımız buydu.

İslam alimleri bu ayetten 'edile-yi şeriyye'nin üçüncüsü olan 'icma-yı ümmet'e delil çekmişlerdir.

Kuran kurtuluşun ancak peygambere itaatle gerçekleşeceği haber verilmektedir:

'De ki: Allah'a itaat edin; Peygambere de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamberin sorumluluğu kendine yüklenen, sizin sorumluğunuz da size yüklenendir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygambere düşen, sadece açık açık duyurmaktır.' (Nur: 54.)

Şura 52 ve 53. Ayetler de bu manayı takviye eder:

'İşte biz böylece sana da emrimizden Kuran'ı vahyettik. Yoksa sen kitap nedir, iman nedir, bilmiyordun. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun. Göklerde ve yerde bulunanların sahibi olan Allah'ın yoluna götürüyorsun. İyi bilin ki bütün işler sonunda yalnız Allah'a dönecektir.'

Tüm bu ayetlerin ışığında Sünnet'in dindeki yerini bir de İmam Kurtubî'den dinleyelim.

O, 'el-Camiu li-Ahkami'l-Kur'an' adlı meşhur tefsirinde Maide: 3. Ayetin tefsiri sadedinde şöyle der:

'Sünnet de Kuran-ı Kerim'in kapsamı içerisindedir:

'Size okunacak olanlar hariç olmak üzere' yani Kuran-ı Kerim'de ve Sünnet-i Seniyyede size okunacak olan 'leş… size haram kılındı' (Maide: 3.) buyruğu ile Hz. Peygamberin 'Yırtıcı hayvanlardan azı dişli olan her bir hayvan haramdır.' [14] buyruğu ve benzerlerinde size okunanlar demektir. Eğer 'Bize okunan Kitap'tır, Sünnet değildir' denilecek olursa, şöyle cevap veririz: 'Resulüllahın her bir Sünneti Allah'ın Kitabındandır.'

Bunun delili ise şu iki husustur:

Birincisi, bir kişinin, yanında ücretle çalışıp (yanında çalıştığı adamın hanımıyla) zina eden kişiye dair hadis-i şerifte Hz. Peygamberin 'And olsun ki aranızda Allah'ın Kitabı gereğince hüküm vereceğim' [15] şeklinde buyurmuş olmasıdır. Halbuki recm Allah'ın Kitabında nass ile zikredilmiş değildir.

İkincisi ise Abdullah b. Mesud'un hadisidir. O, şöyle demiştir:

'Hem Allah'ın Kitabında yer alan, hem de Resulüllahın lanetlediği kimseye ben ne diye lanet etmeyeyim?'[16]

Burada dipnotta Abdullah b. Mes'ud saçına saç ekleyen, ekleten ve benzeri işleri yapanlara Allah'ın Kitabında lanet edildiğini söylediği zaman, bir hanımın ona 'Allah'ın Kitabında böyle bir şeyin bulunmadığını' söyleyip itiraz ettiği ve ibn Mesud'un ona 'Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının' (Haşr: 7.) ayetiyle cevap verdiği anlatılır.[17]

Bu deliller göz önüne alındığında, Sünnet ve hadislere karşı çıkmanın Kuran'a ve İslam'a karşı çıkmak anlamına geldiği ortadadır.

Gelecek yazımızda Sünnet ve hadislere karşı çıkmanın tehlikesini ve Sünnet'in önemini -bu defa 'Hadisler Işığında'- anlatmaya devam edeceğiz.

[1] Bak: el Beyhakî, el- Esma ve's Sıfat s: 198.

[2] İbnü'l-Mübarek, ez-Zühd, 2/23; ed-Darimî, es-Sünen, rakam:629, 1/204; İbnü 'Abdilber, Cami'us beyani'l-'ılm, rakam:2350, 2/1193.

[3] Bak: Tevilatu Ehlisünne 6 / 93.

[4] İbnü Mace, es-Sünen, el-Mukaddime:1, rakam:1, 1/3.

[5] İbnü Abdilberr, Cami'u beyani'l-'ılm, rakam:2349, 2/1193.

[6] Darimî, es-Sünen, rakam:631, sh:204.

[7] el-Buharî, es-Sahîh, en-Nikah:70, rakam:4820, 5/1965: en-Nikah:27; Müslim, es-Sahîh, en-Nikah:33; 40, Ebû Davûd, es-Sünen, en-Nikah:12; et-Tirmizî, es-Sünen, en-Nikah:31; en-Nesaî, es-Sünen, en-Nikah:47-49; İbnü Mace, es-Sünen, en-Nikah:31; Darimî, es-Sünen, en-Nikah:8; el-Malik, el-Muvatta, en-Nikah:20-21; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, 1/78, 217, 372

[8] İbn Mace, Et'ime 31.

[9] İbn Mace, Libas, 19.

[10] el-Buharî, es-Sahîh, et-Tefsîr:277, 4/1796; et-Taberî, Cami'u'l-beyan, rakam:2078, 3/87; İbnü Ebî Hatim, rakam:1262, 1/237; İbnü Kesîr, et-Tefsîr, 1/444-445.

[11] Ebu Davud, Sünnet, 6, İmare 33; Tirmizi, İlim 10.

[12] Bak: Buharî, Tefsîru sûre, 12, Müsakat 8, Sulh 12.

[13] Buharî, Tefsîr, 33/10.

[14] Buhari, Sayde 29; Müslim Sayde 15; Nesei Sayde 28; İbn Mace Sayde 13; Muvatta, Sayd 13 – 14; Müsned IV, 194.

[15] Buhari, Sulh 5; Şurut 9; Eyman 3; Hudud 30, 34, 38, 46; Ahkam 39; Ahad 1; Müslim, Hudud 25; Ebu Davud, Hudud 24; İbn Mace, Hudud 7; Darimî, Hudud 12; Muvatta, Hudud 6; Müsned, IV, 115- 116.

[16] Buharî, Tefsir 59; Sure 4; Libas 82, 84, 85, 87; Müslim, Libas 120. Hadis ayrıca Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn Mace'de de geçmektedir.

[17] Kurtubî, el Camiu li Ahkami'l Kur'an, c: 6, s: 14 15; Tercüme: M. Beşir Eryarsoy, Burcu Yayınları, İstanbul 2015.