Okuyucularımızın malumu olduğu üzere bu seride şimdiye kadar A. Bayındır’ın Kuran’a ve akaide ters düşen birçok yanlışını / tahrifatını ele alıp cevaplandırmış bulunuyoruz.

'Müslümanları, Kitaplarını Kendi Elleriyle Tahrif Eden Yahudilere Benzetmesi ve Bu Yolla Onları Bir Nevi Küfürle İtham Etmesi'

Okuyucularımızın malumu olduğu üzere bu seride şimdiye kadar A. Bayındır'ın Kuran'a ve akaide ters düşen birçok yanlışını / tahrifatını ele alıp cevaplandırmış bulunuyoruz.

Bu yazımızdan itibaren ise, onun şimdiye kadar gündem ettiğimiz tahrifatlarından çok daha ileride olan diğer iddialarını ele alacağız. Bu iddialar insana 'Bu kadar da olmaz!' dedirtecek kadar korkunç ve haddi aşkındır.

Bu sözümüzün havada kalmaması için bu iddiaları birkaç madde halinde sıralayalım:

- Müslümanların Kuran'ı tahrif ettiği, tıpkı kendilerine gönderilen kitapları bozan Yahudi ve Hıristiyanlar gibi Müslümanların da İslam'ı, Kuran'ı bozdukları iddiası… Bu suçu özellikle İslam alimlerine yüklemesi… Yahudi ve Hıristiyanları kınayan, lanetleyen ayetleri de Müslümanlar için kullanması…

- Peygamberimizin hadislerinin, Yahudilikte Tevrat'a alternatif olarak piyasaya sürülen Talmud'a benzetilmesi…

- Sünnet kelimesinin tahrif edildiği, Peygamberin kendine ait sünneti olamayacağı, sadece Allah'ın sünneti olduğu iddiası…

- Hikmet kavramının tahrif edildiği iddiası…

- Mezheplerin, iddia edilen bu tahrifatı ileri boyutlara taşıyarak, 'gerçekten inanan hiçbir Müslüman bırakmadıkları' iddiası… Böylece bütün Müslümanların bir nevi küfürle itham edilmiş olması…

Böyle haksız, insafsız ve mesnetsiz iddialar tarihte herhalde pek az seslendirilmiş olsa gerektir.

I- KURAN'IN / DİNİN MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN TAHRİF EDİLDİĞİ İDDİASI

Bayındır bahsi geçen 'Kuran'da Dindarlık' adlı yazısında, Yahudilerin Tevrat'ı tahrif etmeleriyle ilgili ayetlerden bir kısmının mealini verdikten sonra, sözü 'Müslümanların da bunun bir benzerini yaptığını' söylemeye getiriyor. Ve İslam'daki 'Hadis' kavramını Yahudilikte Tevrat'ın yerine ikame edilen Talmud'a benzetiyor.

'Hadislerin yazımı' fikrinin, 'Müslümanları Kuran'dan uzaklaştırmak' için Yahudiler tarafından tezgahlanmış bir proje olduğunu, Peygamberimizin (s.a.v.) hadislerin yazımını bu sebeple yasakladığını söylüyor.

Yani ona göre hadisleri yazmak, Kuran'a alternatif olsun diye Yahudilerin başlattığı bir çalışma imiş! Müslümanlar adeta bu Yahudi tuzağına düşmüşler!!

Şöyle diyor:

'Müslümanlar ehl-i kitabın tahriflerini Kuran'ın bir emri gibi uygulamaktadırlar.'

Bu iddiaları cevaplamaya başlarken öncelikle Bayındır'ın Müslümanları suçladığı 'tahrifat'ın ne olduğuna bir bakalım:

1- Tahrifatın Manası, Kuran ve Akaiddeki Hükmü

Tahrif, 'yönelmek, meyletmek ve sapmak' manasındaki 'harf' kökünden türemiştir. 'Bir şeyin aslını bozmak, değiştirmek' demektir.

Tahrifat ise tahrifin çoğuludur, yani tahrifler demektir.

İslam literatüründe / ıstılahî anlamda tahrif, Yahudi ve Hıristiyanların kendi kutsal metinlerini kasıtlı şekilde değiştirmelerini veya yanlış yorumlamalarını ifade etmek için kullanılmıştır.

Kuran'da tahrif kelimesi ehl-i kitapla ilgili olarak, bunların (Yahudi ve Hıristiyanların) kelimelerin anlam ve bağlamlarını çarpıttıklarını ve ilahî kelamı tahrif ettiklerini, kasıtlı olarak yanlış yorumladıklarını açıklamak sadedinde dört yerde geçer. (Bakara: 75, Nisa: 46; Maide: 13, 41.)

Bu ayetlerden ve tarihî süreç içinde gelen diğer bilgilerden anlaşıldığına göre, ehl-i kitap tahrifi hem 'metin / lafız / kelimeler' hem de 'mana' üzerinde yapmıştır.

Mesela Tevrat'ta geçen 'recm' kelimesinin 'had' kelimesiyle değiştirilmesi, Hz. Muhammed'i (s.a.v.) müjdeleyen ifadelerin Tevrat ve İncil metinlerinden çıkarılması metin tahrifine örnektir.

Ehl-i kitabın yaptığı tahrifatla ilgili dört ayet mealen şöyledir:

'Şimdi (ey müminler!) Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlardan bir zümre, Allah'ın kelamını işitirler; sonra o kelamı iyice anlamış olmalarına rağmen yine de bile bile onu tahrif ederlerdi.' (Bakara: 75.)

'Yahudilerden bir kısmı kelimelerin manalarını çarpıtıyorlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak 'İşittik ve karşı geldik; dinle, dinlemez olası, raina' diyorlar. Eğer onlar 'Dinledik ve itaat ettik, dinle ve bizi gözet' deselerdi, şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat inkarları sebebiyle Allah onları lanetlemiştir. Artık pek azı inanırlar.' (Nisa: 46.)

'Ahidlerini bozdukları için onları lanetledik ve kalplerini katılaştırdık. Onlar kelimelerin yerlerini değiştiriyorlar. Kendilerine bildirilenlerden (Tevrat) önemli bir kısmını da unuttular.' (Maide: 13.)

'Ey Peygamber! Kalpleri inanmadığı halde ağızlarıyla "iman ettik" diyenlerden ve Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar hep yalana kulak verirler, sana gelmeyen başka bir kesimi dinler dururlar; kelimeleri konulduğu anlamlarından kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse hemen alın, eğer o verilmezse uzak durun" derler. Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse elbette Allah'ın iradesine karşı senin elinden hiçbir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onların dünyadaki hakkı büyük bir rezilliktir. Âhirette de onlar için büyük bir azap vardır.' ( Maide: 41.)

Meali verilen bu ayetlerden hareketle şunları söyleyebiliriz:

1- Tahrifatçı Yahudiler Kelam'ı işitip anlamışlar, ama iman etmemeleri sebebiyle onu tahrif etmişlerdir. (Bakara: 75.)

2- Kelimelerin manalarını çarpıtmışlar, dillerini eğip bükerek alaylı bir şekilde dine saldırmışlardır. (Nisa: 46.)

3- Kelimelerin yerlerini değiştirmişler, ayetleri bozmuşlar ve kendilerine gönderilen Tevrat'tan önemli bir kısmını unutmuşlardır. Bundan dolayı da kalpleri katılaşmış ve lanetlenmişlerdir. (Maide: 13.)

4- Allah'ın Kelamında yaptıkları tahrifat sebebiyle kalpleri düzelmeyecek, Allah onlara hidayet vermeyecektir. Bilakis onlar dünyada da rezil olacak, ahirette de büyük azaba uğrayacaklardır. (Maide: 41.)

İşte Kuran Yahudilerin ve onların şahsında diğer bütün tahrifatçıların vasıflarını bu şekilde ortaya koymaktadır.

Anlaşılacağı üzere tahrifatın temelinde 'Allah'ın kelamına karşı ihanet' ve 'Allah'ın kelamıyla kulun sözünü karıştırmak' vardır. Allah'ın kelamıyla kulun sözünü karıştırmak, 'ilahlık iddiası'dır. Çünkü Allah'ın ayetleri, Onun 'Kelam' sıfatının tecellisidir. Kişi kendi sözünü Allah'ın kelamı yerine koyarsa, Allah'ın sıfatlarına bürünmeye cüret etmiş olur. Bu da şirktir.

Bu sebeple Yahudi ve Hıristiyanlar Allah'ın kelamını tahrif ederek şirke düşmüşlerdir. Bu durum sadece onlara mahsus değildir. Allah'ın Kitabında tahrifata yönelik her teşebbüs de yine küfür ve şirktir.

Tahrifle ilgili ayetlerde ilahî gazap ve lanet ifadelerinin bu kadar şiddetli olmasının sebebi budur.

İlahî kelamla kul sözünü karıştırmanın anlatıldığı şu ayete de bakalım:

'Onlardan bir takımı, Kitapta olmadığı halde Kitaptan zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde 'Allah katındandır' derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler.' (Âl-i İmran: 78.)

Akaid kitaplarımızda da kendi sözlerini Allah'ın kelamı yerine koymanın veya Allah'ın kelamını kendi sözü gibi aktarmanın küfür olduğuna dair hükümler vardır.

Örnekler verelim:

'… Kim Allah'ın kelamını kendi kelamı yerine koyarsa kafirdir.' (A. Ziyaüddin Gümüşhanevî, Ehl-i Sünnet İtikadı, Bedir Yayınevi, 1996, s: 133.)

Buradaki 'Allah'ın kelamını kendi kelamı gibi sunmak' ifadesini tersinden düşündüğümüzde, 'kendi sözlerini Allah'ın kelamı yerine koymak' da aynı sonucu hasıl eder.

'Tetimmetül- Fetava'da şöyle yazılıdır: Allah'ın kelamını kendi sözü yerine kullanan… kafir olur.' (İmam Azam, Fıkhu'l Ekber, Aliyyu'l Karî Şerhi, s: 322.)

'… Allahu Teala'nın dini hakkında tartışmaya girmeyiz. Kuran hakkında mücadeleye girmeyiz. Onun alemlerin Rabbinin kelamı olduğuna şahitlik ederiz. Onu, Ruhu'l Emin Cebrail (a.s.) vasıtasıyla indirmiş ve Peygamberlerin Efendisi Hz. Muhammed'e (s.a.v.) öğretmiştir.' (Muhtasar Tahavi Akidesi Şerhi, Ebubekir Sifil, s: 200.)

Bu paragrafın şerh kısmında şöyle denmektedir:

'Kuran hakkında mücadele etmeyiz sözünden maksat, kelam olarak hak olduğu konusunda bir tartışmaya girmeyiz; mahiyeti konusunda bir tartışmaya girmez bu kelamullahtır deriz.'

Bu akaid hükümlerinden de anlaşılacağı üzere, Allah'ın Kitabını tahrif etmek, insanı şirke ve küfre düşüren feci bir cürümdür.

Bu hususta daha birçok delil ortaya konulabilir. Şu ayetlere de bir bakalım:

'Allah'ın indirdiği kitabın bir bölümünü gizleyenler ve onu az bir karşılık için satanlar yok mu, onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmayacak, onları arındırmayacak! Onlar için elem verici bir azap vardır.

Onlar, doğru yol karşılığında sapkınlığı, mağfiret karşılığında azabı satın almış kimselerdir. Ateşe ne kadar da dayanıklılarmış!

O azabın sebebi, Allah'ın Kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. Farklı yorum yapıp Kitapta ayrılığa düşenler elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.' (Bakara: 174 – 176.)

Bu ayetlerin verdiği korkunç azap haberini düşünüp de tüyleri diken diken olmayanların aklından şüphe etmek gerekir.

2- Müslümanları Kuran'ı Tahrifle Suçlamanın Akaiddeki Hükmü

Yukarıda delil ve izahlar, tahrifatın şirk ve küfür olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Buna göre bir Müslümanı delilsiz ve mesnetsiz bir şekilde Kuran'ı tahrifle suçlamak, onu bir nevi küfürle itham etmek anlamına gelmektedir.

Allah'ın Kitabında yapılan bir tahrifatı gizlemek ne kadar büyük bir cürüm ise, olmayan bir tahrifatın varlığını iddia etmek de aynı şekilde tehlikelidir.

Ne hazindir ki Bayındır söz konusu yazısında, bütün Müslümanları Kuran'ı tahrif etmekle suçlamakla, yani bu cürümü Müslümanlara reva görmektedir. Bu yaklaşımı ayrıca kendisini de itikadî açıdan tehlikeye atmıştır.

Burada Sevgili Peygamberimizin bir kimseyi yeterli delil olmadan tekfir etmenin küfür olacağın haber veren hadisini tekrar zikredelim:

'Herhangi bir Müslüman diğer bir Müslümanı tekfir ettiğinde o kafirse kafirdir, değilse kendisi kafir olur.' (Ebu Davûd, Sünnet 15.)

3- Bayındır'ın 'Kuran'ın ve Dinin Tahrif Edildiği' İddiasındaki Yanlış ve Çelişkiler

3.1. Kuran'ın / Dinin Tahrif Edildiği İddiası

Onun, Kuran'ın / dinin tahrif edildiği iddiası, mesnetsiz ve delilsizdir. Koca bir yalandır. Kuran ve İslam hakkında konuşan bir kimsenin, iddia ettiği tezi Kuran ve hadisler ışığında ispat etme mecburiyeti vardır.

Bayındır ise bu iddialarını böyle bir sorumluluk hissetmeden tamamen keyfî bir şekilde seslendirmektedir.

Kuran'ın tahrif edildiği iddiası bütün Müslümanları küfürle itham etmeye kadar varan korkunç bir yanlıştır. Onun sözlerini tevil imkanı da yoktur.

Yazının girişinde ifade ettiğimiz gibi o, tıpkı Yahudilerin Tevrat'ı tahrif etmeleri gibi Müslümanların da Kuran'ı / İslam'ı tahrif ettiklerini iddia etmektedir.

Müteakip yazılarımızın konusu olan bir diğer iddiasında da mezheplerin 'Allah'ın kitaplarına inanılması gerektiği gibi inanan bir Müslüman bırakmadıklarını' söylemektedir.

Şunu anlatmaya çalışıyoruz:

Müslümanları tahrifatla suçlamak, onları küfürle itham etmek anlamına gelmektedir.

Bayındır ise Müslümanlar hakkındaki bu ithamını hem tahrifat iddiası üzerinden 'dolaylı' yoldan, hem de mezheplerle ilgili sözünde görüldüğü gibi daha 'açık bir dille' seslendirerek yapmaktadır.

Yani bütün Müslümanları iman dairesinin dışına çıkmakla suçlamış olmaktadır. Bunun başka bir izahı olamaz. Bu ne korkunç cürettir.

Allah'ın Kitabı Kuran'ın tahrif edildiği iddiası koca bir yalandır demiştik. Bu yalanı bizzat Kuran ayetleri ortaya koymaktadır.

Hicr Suresi 9. Ayette şöyle buyrulmaktadır:

'Hiç şüphe yok ki, Kuran'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.'

Tarihen de sabittir ki, Kuran'ın bir harfi, bir virgülü bile değişmemiştir. Asr-ı Saadet'ten gelen el yazması Mushaflarla bugünküler arasında nokta kadar fark yoktur.

Yine şu ayet-i kerime de ona (Kuran'a) hiçbir şekilde batılın, tahrifatın yaklaşamayacağını haber verir:

'Ki ne önünden, ne ardından ona (Kuran'a) hiçbir batıl (yanaşıp) gelemez. (O), bütün kainatın hamdettiği o yegane hüküm ve hikmet sahibi (Allah) tan indirilmedir.' (Fussilet: 42.)

Ayetlerin açık hükmü gösteriyor ki, Kuran her türlü tahrifattan korunmuş ve bu korumayı Cenab-ı Hak bizzat kendi uhdesine almıştır.

Hal böyleyken Bayındır'ın seslendirdiği bu iddia ne anlama gelmektedir?

Acaba bu şahıs, 'Allah (haşa) uhdesine aldığı bu koruma işinden aciz kaldı' mı denmek istemektedir? Bu soru son derece düşündürücüdür.

Allah'ın Kitabı Kuran, her türlü tahrifattan, şüphe ve mücadeleden uzak olarak korunmuştur.

Ahmed b. Hanbel'in Ebu Hureyre'den naklettiği bir hadis-i şerifte Resulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

'Kuran-ı Kerim'de mira, yani şüphe ve cidal küfürdür.'

Kuran-ı Kerim'de de şöyle buyrulmuştur:

'Allah'ın ayetleri hakkında, küfür ve inkar edenlerden başkası mücadele etmez.' (Mü'min: 4.)

Bütün bu deliller Bayındır'ın bu iddialarındaki dehşeti ortaya koymak için kafidir.

Allah'ın kelamı olan Kuran-ı Kerim'in her türlü tartışmanın, şaibenin dışında tutulması gerekir.

Bütün Müslümanları işin içine katacak şekilde tekfire varan suçlamalar hem Kuran ve hadislere terstir; hem de -yukarıdaki deliller doğrultusunda söylüyoruz ki- bunu yapanın ebedî hayatını tehlikeye atar.

'Müslümanlar arasında Kuran-ı Kerim'in Fatiha Suresiyle başlayıp Nas Suresiyle bittiğine, bu iki surenin arasında bütün surelerin Allah kelamı olduğuna ve onun Peygamberi Resulüllaha (s.a.v.) indiğine, bundan bir harf eksiltenin veya ona bir harf ilave edenin kafir olduğuna icma vaki olmuştur.' (Gümüşhanevi, a.g.e. s: 131, 132. Şerh kısmı.)

Şayet Bayındır'ın Kuran'ın tahrif edildiği iddiasından maksadı, 'mana tahrifi' ise, bunun hükmü de aynıdır. Bunu yukarıda mealini aktardığımız Nisa 46. Ayetinden anlıyoruz.

Ancak şunu da belirtelim ki, tarih boyunca ve günümüzde Kuran ayetlerinin mana tahrifine kalkışanlar olmuşsa da, Allah ehliyetli alimler eliyle bu teşebbüsleri başarısız kılmıştır.

Bu çerçevede bugün 'Kuran İslamcısı' denen zevatın yaptığı da açık ve net olarak Kuran'ı manaca tahrif kapsamına girmektedir. Bu tahrif teşebbüsleri hiçbir zaman netice alamayacaktır. Ama Allah'ın Müslümanlara bu dini savunma mükellefiyeti yüklediği de unutulmamalıdır.

İşte bu reddiyelerle bizim yaptığımız da bu mükellefiyetin yerine getirilmesidir.

Esasen Kuran tüm ümmet-i Muhammed'e miras bırakılmıştır. Bu ayetle sabittir. (Bak: Fatır: 32.)

Bu ayetin gereği olarak her Müslüman takati neye yetiyorsa, Kuran'ı ve İslam'ı müdafaa etmek, Allah'ın hududunu korumak zorundadır.

3.2. Kuran'ı Tahrif Etmek İçin Hadislerin Yahudilerce Kullanıldığı İddiası

Bayındır, hadislerin Kuran-ı Kerim'i tahrif edebilmek için Yahudilerce kullanıldığını iddia ediyor ve hadisleri, Yahudilerin Tevrat'ın yerine ikame ettikleri Talmud'a benzetiyor.

Ona göre hadisleri yazma fikri İslam'ı da kendi dinleri gibi bozmak isteyen Yahudilerin ortaya attığı bir fikir imiş, Peygamberimiz hadislerin yazımını bunun için yasaklamış!

Şimdi soralım:

Hadisleri söyleyen kimdir?

Hz. Peygamberdir.

Peki Müslümanları Kuran'dan uzaklaştırmak için hadislerin yazımı fikrini bir proje haline sokan kimmiş?

Yahudilermiş…

Yahudilerin bu projesini engellemek için hadis yazımını yasaklayan kimmiş?

Peygamberimizmiş…

Hz. Peygamberin düşürüldüğü çelişkili durumu düşünebiliyor muyuz?

Burada Bayındır hadisleri Tevrat'ın yerine konan beşer sözü Talmud'a benzeterek, onları Kuran'a alternatif olarak kullanılması muhtemel sözler konumuna düşürüyor. Bu hadislerin sahibi olan Hz. Peygamberi (s.a.v.) de zımnen (haşa) Kuran'a aykırı şeyler söylemekle suçluyor.

Burada sadece ilmî tutarsızlık değil, aynı zamanda hadis düşmanlığı, Hz. Peygamberi itham ve Müslümanların aklıyla alay etmek de vardır. Bu ne çirkin bir iddiadır! Acaba tarihte böyle bir şey hiç görülmüş müdür?

İşte Bayındır'ın istikametteki 'savrulma'nın apaçık ispatı budur.

O, bütün Müslümanları Kuran'ı tahrifle suçlarken, bu sözüyle öncelikle alimleri, mezhep imamlarını kast etmektedir.

Halbuki Kuran ve hadislerde alimler methedilmekte, onların hakkı, adaleti ve ölçüyü korudukları haber verilmektedir. Âlimlerin tamamının bozulduğu ve dini tahrif ettikleri iddiası, dolaylı manada onlarla ilgili ayetleri yok saymak, hedefsiz ve maksatsız bırakmaktır.

Şu soruyu sormadan edemiyoruz:

(Haşa) Allah alimlerin tahrifat yapacağını bilmeden mi onları Kuran'da medh u sena etmiştir?

Böyle bir iddia Allahu Teala'yı cehaletle suçlamak demektir. Ama Bayındır'ın bunu yapmasına şaşılmaz. Zira o, bu seri içinde önceki yazılarımızda gündem ettiğimiz gibi Allahu Teala'nın (haşa) yaratılmayanı, geleceği bilemeyeceğini iddia ediyordu!

3.3. Kuran ve Hadisler Konusunda Gerçek Nedir?

- Allah'ın Kelamı olan Kuran-ı Kerim, yukarıda da geçtiği gibi, günümüze kadar bir virgülü bile değişmeden, hatasız ve şaibesiz bir şekilde gelmiştir. Yukarıda beyan ettiğimiz Hicr: 9'la sabittir ki Kuran Allah'ın koruması altındadır. Yine ayet-i kerimede bildirildiğine göre ona batıl hiçbir el dokunamamıştır ve dokunamayacaktır.

Mekke müşriklerin şairi İmrül Kays'ın ve ondan sonra gelen diğer bazı bedbahtların bu yöndeki teşebbüsleri hep boşa çıkmıştır. Zamanımızda buna en çarpıcı örnek, Salman Rüştü denen hain ve sapığın Şeytan Ayetleri iddiasıdır ki bu iddianın da ne derece geçersiz olduğuna ve iddia sahibinin nasıl rezil duruma düştüğüne bütün dünya şahittir.

- Yine kesin bir gerçektir ki, Resul-i Ekrem (s.a.v.) vahye muhatap olan, Allah'ın ayetlerini insanlara noksansız tebliğ eden 'Muhbir-i Sadık'tır. Onun kendi hevasından konuşmayacağı yine Kuran'ın beyanıyla sabittir. (Bak: Necm: 3-4.)

Onun sözleri demek olan hadisler ise Kuran'ı şerh eder, yani açıklar. Başka bir ifadeyle hadisler Kuran'ın tefsirinden başka bir şey değildir. Âlimler hadisleri 'vahy-i gayrimetluv' olarak Kuran'ın derinliği, incelikleri, yani hikmet yönü olarak tanımlamışlardır. İmam Şafi'nin Kuran'daki 'hikmet' kelimesini 'hadis' anlamında aldığı bilinmektedir.

Buna göre hadisleri Kuran'a alternatif gibi görüp göstermek, Yahudilikte Tevrat'ın yerine konan Talmud'a benzetmek, hakikate asla uymadığı gibi korkunç bir ithamdır.

Âlimler hadis yazımının yasaklanmasının muhtemel sebepleriyle ilgili birçok fikir serdetmişlerdir. Bunların başında da risaletin ilk yıllarında Kuran ayetleriyle hadis metinlerinin birbirine karışmasını önlemek maksadı gelir.

Sadece bu açıdan bakıldığında bile Bayındır'ın 'Peygamberimiz Yahudi oyununu bozmak için hadis yazımını yasakladı' iddiasındaki çelişkiyi yakalamak mümkündür. Çünkü Yahudiler Müslümanlarla Medine Döneminde karşılaşmışlardır. Halbuki yasak risaletin ilk yıllarında yani Mekke Döneminde söz konusu olan bir yasaktır. Mekke'de ise Müslümanların Yahudilerle ilişkisi söz konusu değildir.

İlerleyen zamanlarda hadislerin yazımı serbest bırakılmış, hatta bunu teşvik eden hadisler de varid olmuştur.

Şimdi soruyoruz:

Acaba Bayındır hadislerin yazılmasının yasaklandığını neyle bilmiştir?

Yine hadisle, değil mi?

Peki ama hani hadis delil değildi?

İşine gelince demek hadis de delil oluyormuş!

İkinci bir soru:

Peki hadislerin yazımını serbest bırakan haberler de hadis değil mi?

Evet.

O halde Bayındır bunları neden görmezlikten geliyor?

Yani ona göre hadislerin yazımını yasaklayan hadis hadis oluyor, ama serbest bırakan hadisler hadis olmuyor!

Şu çelişkiyi görüyor muyuz?

Hadis yazımının sonradan serbest bırakıldığını hatta teşvik edildiğini haber veren delillerden birkaçını zikredelim:

Abdullah b. Amr b. As anlatıyor:

'Resulullah'dan duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Kureyş beni bundan nehyetti ve 'Resulullah (s.a.v.) kızgınlık ve sükûnet hallerinde konuşan bir insan iken, sen ondan duyduğun her şeyi nasıl yazarsın?' dediler. Bunun üzerine yazmaktan vazgeçtim. Sonra durumu Resulullah'a arzettim. Eliyle ağzına işaret ederek; 'Yaz, canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki buradan haktan başka bir şey çıkmaz.' buyurdu.' (Ebu Davud, İlim,3).

Bu hadisi rivayet eden Abdullah b. Amr'ın 'bin hadis' ihtiva eden 'es-Sahifetu's-Sadıka' adlı bir hadis mecmuasına sahip olduğu bilinmektedir.

Keza Hemmam b. Münebbih'in, hocası Ebû Hureyre'den aldığı hadisleri içeren 'yüz otuz sekiz' hadislik sahifesi de günümüze kadar gelmiştir.

Hz. Ebu Hureyre'nin şu ifadeleri Hz. Peygamber (s.a.v.) zamanında hadislerin ezberlenmesi yanında yazıldığını da göstermektedir:

'Resulullah'ın ashabı içinde Abdullah b. Amr hariç, benden daha fazla hadis rivayet eden kimse yoktur, Abdullah yazar, ben yazmazdım.' (Buharî, İlim, 39.)

Peygamberimizin hadislerin yazımını önce yasaklayıp sonra serbest bırakmasında şaşılacak hiçbir şey yoktur. Çünkü gerek ayetlerin nüzulünde, gerekse hadislerin vürûdunda tedricilik esastır.

Hadis yazımının önce yasaklanıp sonra serbest bırakılması gibi Peygamberimiz kabir ziyaretlerini de önce yasaklamış, sonra serbest bırakmıştır.

Hadislerin yazımının zaman içinde serbest bırakıldığına dair pek çok delil mevcuttur. Fakat öyle bir delil vardır ki, bunu en muannit inkarcılar bile inkar edemez. O da Veda Hutbesindeki şu ifadedir:

'Burada bulu­nanlar sözlerimi bulunmayanlara ulaştırsın.' (Darimî, 'Menasik' 34.)

Bu beyan Hz. Peygamberin sözü yani hadisi değil midir?

Hani hadisler yasaklanmıştı?

Bu konuda bir mühim gerçeği daha ifade etmek isteriz:

Hadisler sonraki nesillere yazı yoluyla aktarıldığı gibi, ayrıca güvenilir raviler zinciri içinde sözlü rivayetlerle de aktarılmıştır.

Hadis imamlarının hazırladıkları hadis külliyatları, hem yazılı hem de sözlü olarak kendilerine ulaşan rivayetlerden oluşmaktadır.

İnşallah hadislerin tespiti, tedvini ve şerh edilmesi hususundaki titizliği ve günümüze nasıl güvenilir ve müdellel yollarla geldiği hususunu ayrı bir yazıda ele alacağız.

Bayındır'ın hadislerin Müslümanları Kuran'dan uzaklaştırmak için bir Yahudi projesi olduğu iddiasını, en başta Kuran yalanlamaktadır.

Mesela Bakara: 151'de Hz. Peygamberin görevleri anlatılırken, birinci sırada 'vahyin tebliği', ikinci sırada 'tezkiye', yani insanların temizlenmesi, üçüncü sırada ise 'Allah'ın Kitabını açıklamak' zikredilir.

Malum olduğu üzere 'Kitabı açıklamak' Kuran ayetlerini tebliğ ettikten sonra, onların incelik ve hikmetlerini ortaya koymak demektir.

Şayet 'Kitabı açıklamak' 'ayetleri tebliğ etmek' anlamında olsaydı, o zaman ayette geçen 'yetlû aleykum ayatina / size ayetleri okuyor' ifadesinden sonra 've yu'allimukumu-l kitabe / size kitabı açıklıyor' ifadesinin (haşa) gelmemesi gerekirdi. Geldiğine göre 'Kitabı açıklama'nın, onu 'tebliğ etmek' dışında ayrı bir görev olduğu anlaşılmaktadır. Kitabı açıklamak demek, hadis demektir.

Anlaşılacağı üzere hadisler Kuran'ı açıklayan Hz. Peygamberin sözleridir. Ve bunun bir lüzumluluk olduğu Kuran ayetleriyle sabittir.

Buradan da anlaşılıyor ki 'Kuran İslam'ı' iddiasındaki bu şahıs ve onun gibiler, Kuran'a vukufiyet noktasında son derece nakıstırlar ve hatta Kuran'la çelişki halindedirler.

- Başta sahabiler olmak üzere İslam alimlerinin Kuran'ı tahrif ettiği iddiasını yine bizzat Kuran yalanlamaktadır. Zira sahabenin Hz. Peygambere sadakatle itaat ettiği, İslam'ın yayılmasında başta canları ve malları olmak üzere her şeylerini feda ettikleri ve bu yüzden Allah'ın rızasına nail olacakları, cennetle müjdelendikleri, Kuran'la sabittir. Birçok ayetten ikisini örnek olarak mealen aktaralım:

'İslam'ı ilk önce kabul eden Muhacirler ve Ensar ile, iyilikle onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O'ndan razı olmuşlardır. Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.' (Tevbe: 100.)

'Muhammed Allah'ın Resulüdür. Onun yanında bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır. İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükafat vaad etmiştir.' (Fetih: 29.)

Hz. Peygamber ve onun bu sadık arkadaşlarının birbirine kenetlenmiş taşlar gibi duvar ördükleri bir ortamda, hadislerin Kuran'dan uzaklaştırmak için yazıldığını iddia etmek ve dahası bunun bir Yahudi projesi olduğunu söylemek kadar gerçeklerden kopukluk ve insafsızlık olabilir mi?

İslam uleması Sahabe-yi Kiramın, Tabiîn'in, Tebaitabiînin ya kendisi, ya da varisleridir.

Sahabilerin Resule sadakatlerini ispatlamaları gibi, onların yolunu takip eden ulema, evliya ve esfiya da aynı sadakati dinin anlaşılması ve yayılmasında göstermişlerdir. Bu büyük gerçeği ört bas etmeye çalışmak, güneşi balçıkla sıvamaya kalkışmak kadar anlamsız bir gayrettir.

Gelecek yazımızda inşallah Bayındır'ın 'Müslümanların sünnet ve hikmet kavramlarını tahrif ettikleri' ve 'mezheplerin inanmış bir Müslüman bırakmadıkları' iddiasını ele alıp cevaplandıracağız.