Bu yazımızda “Kuran İslam’ı” söylemiyle ayetlerin manasını bozup saptırmak (tahrifat) hususunda öne çıkan şahıslardan biri olan Abdulaziz Bayındır’ın istikametindeki zikzakları ve savrulmayı anlatmaya çalışacağız.

'Genel Değerlendirme'

Bu yazımızda 'Kuran İslam'ı' söylemiyle ayetlerin manasını bozup saptırmak (tahrifat) hususunda öne çıkan şahıslardan biri olan Abdulaziz Bayındır'ın istikametindeki zikzakları ve savrulmayı anlatmaya çalışacağız.

Bilindiği üzere insanlar ve cinler için yegane kurtuluş yolu İslam'dır. Kuran'ın bütün ayetleri bu gerçeği anlatır. Biraz olsun vicdan taşıyan her akıl sahibi de bu hakikati kabul ve idrak eder.

İslam, Allah'ın biz kullarına bahşettiği en büyük lütuf ve ikramdır.

Bizim müminler olarak, üzerimizdeki en büyük nimetin iman ve İslam nimeti olduğunu bilmemiz ve hayatımızı buna göre tanzim etmemiz gerekir. Akıl nimeti de, sağlık nimeti de, maddi manevi diğer bütün nimetler de hep iman ve İslam nimetinden sonra gelir.

Hal böyleyken sahip olduğu iman ve İslam nimetinin kadrini bilemeyip bunlar üzerinde keyfî birtakım ameliyelere kalkışan kimseler önce kendilerine, ardından Müslümanlara ve sonra da bütün insanlık alemine tarif edilemeyecek büyüklükte kötülük yapmaktadırlar. Bu kötülüğü yapanların Müslümanlık iddiasında olmaları da ayrıca hayret ve hatta dehşet vericidir.

Bu cümlelerle elbette Sünnet ve hadisleri dışlayarak Kuran'ın manasını bozan, yüce İslam dinini başkalaştırmaya çalışan tahrifatçıları kast ediyorum.

Yazılarımızda zaman zaman İslam'ın ve imanın mahiyetini bozmaya yönelik faaliyetlerde bulunan tahrifatçılardan bahsediyor, bunların 'Kuran İslam'ı' deseler de Kuran'la çeliştiklerini, hatta Kuran'da samimi olmadıklarını, İslam akaidine ve bu meyanda gerçek akla ters düştüklerini vurguluyoruz. İsim vermeden, genel olarak tahrifat kavramını da yine sıklıkla işlemeye çalışıyoruz.

Ne var ki böyle yazılar hangi şahsın hangi tahrifatı yaptığını ortaya koymak ve Müslümanları bu şahıslardan sakındırmak adına yeterli olmuyor.

Bu sebeple söylenenlerin havada kalmaması için isim vermek, kimin hangi konuda hangi tahrifatı yaptığını belirtmek de -en azından bazı mesele ve iddialar bağlamında- zarurî hale geliyor. Nitekim daha önce birkaç yazımızda M. Okuyan'ın yol açtığı tahrifatlara temas etmiştik.

Bu yazımızda ise Abdulaziz Bayındır adlı ilahiyatçının İslam ve Kuran hususunda nasıl büyük yanlışlar yaptığına dair genel bir izahat yapacağız.

Reddiye mahiyetinde daha evvel kaleme aldığımız yazılarımızdaki üslubumuzu bu yazımızda da koruyacağız:

İftira yok, itham yok, saptırma ve demagoji yok…

Manayı bozma noktasında hangi yanlışlar yapılmışsa, İslamî ve ilmî çizgide kalarak, aklıselimi de işleterek sadece bunları cevaplandırmaya çalışacağız.

Bu yazı serisinde A. Bayındır'a isnat edilen bütün görüşlerin onun yazı, kitap ve video kayıtlarının incelenmesi sonucu elde edildiğini de hususen belirtmek isterim.

Esasen biz A. Bayındır'ın İslam'a, Kuran'a ve akaide ters düşen bütün görüşlerini daha evvel bir dosya halinde toplamış idik. Bunların değerlendirilmesi de çalışma takvimimiz içine alınmıştı.

Bu çalışmanın öne alınmasına sebep, çok sevdiğimiz, ilmine, ameline ve ihlasına güvendiğimiz muhterem bir Hocamızın bize A. Bayındır'a ait 'Kuran Dindarlığı' adlı bir yazı göndererek bu yazıdaki tahrifat ve yanlışlara cevap vermemizi istemesi, bizi bu yönde teşvik etmesi oldu. Biz de zaten planımızda olan bu çalışmayı Hocamızın bu talebiyle biraz öne çekmiş olduk.

Ancak 'Kuran Dindarlığı' adlı bu yazının tahliline geçmeden evvel değerli okuyucularımızı, bahsettiğimiz kişinin kim olduğu hakkında bilgilendirmek bir zarurettir.

ABDULAZİZ BAYINDIR'IN İBRETLİK İSTİKAMET SEYİR ÇİZGİSİ:

Bayındır, 1976'da Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesinden mezun olduktan sonra 1997 yılına kadar İstanbul Müftülüğünde çalıştı.

1984'te 'Şer'iyye Sicilleri Doğrultusunda Osmanlı'da Muhakeme Usulleri' isimli teziyle İslam Hukuku dalında doktor, 1987'de İslam İktisadıyla ilgili çalışmalarıyla da doçent oldu.

1993'te Süleymaniye Vakfını kurdu.

1997'de İstanbul Müftülüğünden ayrılarak İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesine öğretim üyesi olarak geçti. 2003 yılında da profesör oldu. Bu fakültedeki görevine halen devam etmektedir.

Bu bilgiyi şundan verdik:

Bu şahsın ihtisas alanı 'Tefsir' olmadığı gibi 'Hadis' de değildir. O, İslam hukuku ve iktisadı üzerine bazı çalışmalar yapmıştır.

Buna rağmen 'Kuran İslam'ı' adı altında İslam'ın on dört asırlık birikimini tamamen reddederek ayetlere kendi kafasına göre mana vermekte, adeta yeni bir din anlayışı ortaya koymaya çalışmaktadır.

Bu, altı çizilmesi gereken ve ebedî hayatı tehlikeye düşürecek kadar önemli bir meseledir.

Bayındır'ın istikamet çizgisinin geçirdiği safhaları şöyle özetleyebiliriz:

1- Bayındır, 1976'da İslamî İlimler Fakültesinden mezun olduktan sonra 1997 yılına kadar uzun bir süre istikametini koruyarak hayırlı birtakım faaliyetlerde bulunmuştur. Bunu ifadeyi, bizim kendisine şahsî bir garezimizin olmadığını göstermek adına gerekli görüyor, bu dönemdeki hayırlı hizmetlerini takdir ve teslim ediyoruz. Ama bu şahıs, bu dönemden sonra adım adım yanlışlara ve akaid ihlallerine sürüklenmeye başlamıştır.

2- İkinci safhada bu şahsın on dört asır boyunca gelen gerçek İslam'ın itikadî ve amelî esaslarını tenkit etmeye başladığını, bununla birlikte ehl-i sünnet çizgisinde kalmaya devam ettiğini, ancak bir mezhebi seçip onunla amel etmek yahut meselelere mezhep eksenli çözümler sunmak yerine, hangisinden hangi görüş işine gelirse onu tercih etmek gibi bir yol takip etmeye başladığını görüyoruz. Esasen bu, akademik çevrelere hakim olan ve fakat pek çok yanlışa da kapı açan bir yaklaşımdır.

3- A. Bayındır daha sonra hadisleri esas alarak 'dini ıslah etme (!)' maksatlı bir yaklaşıma yönelmiş ve 'Modern Hanbelîlik ve Selefîlik' yolunu takip etmiştir. Hemen belirtelim ki İmam Ahmed b. Hanbel'in yolu, ehl-i sünnet çizgisinde, yani Kuran ve Sünnet yolunda emin ve hak bir mezheptir. Selefîlik ise Kuran ve Sünnet çizgisini hassasiyetle uygulayan, reye başvurmayan, İslam'ı genel hatlarıyla anlatan sahih bir yoldur. Modern Hanbelîlik ve Selefîlik ise bu adları kullanmakla beraber ana istikametten sapmış, İslam'ı bir nevi Vehhabî zihniyete evirerek aklî yorumlara tabi tutmuştur.

4- Bayındır'ın devamlı mahiyet değiştiren istikamet çizgisi daha sonra geleneksel İslam anlayışına, özellikle tarikatlere şiddetle karşı çıkma ve ağır eleştiriler yöneltme şeklinde tezahür etmiştir. Hatta bu şahıs tarikatlerle mücadeleyi kendine misyon edinmiştir de diyebiliriz.

5- Bu Modern Islahçı Selefîliğin İslamî tarikatler için sıklıkla kullandığı 'şirke düşme' suçlamasını ısrarla seslendirmiştir. Halbuki İslam'da tasavvuf (tarikatler) 'Vesileye sarılın' (Maide: 35.) ayetinden hareketle Allah'a yaklaşmada ve dini yaşamada ulemaya, evliyaya, Allah dostlarına yakınlığı esas alan ve bu meyanda daha pek çok ayet ve hadisle delillendirilebilecek, dini 'takva' boyutuyla yaşamayı hedefleyen müessesedir. Şimdilik bu konuya daha fazla giremeyeceğiz.

6- Bayındır'ın haksız ve insafsız eleştirileri tasavvuftan / tarikatlerden sonra genişleyerek bütün İslamî birikimi de hedef almıştır. Bunu da güya 'hurafe ve bidatlerle mücadele' adı altında yapmaktadır.

7- Nihayet sapmanın son safhasında onun 'yeni bir din anlayışı' benimsediğini görüyoruz.

Çok gariptir, çok da yaman bir çelişkidir ki, Bayındır kendisi yeni bir din anlayışı ihdas etmeye giriştiği halde, on dört asırdır yaşanan gerçek İslam'ı 'uydurulmuş din' şeklinde adlandırmış, kendi görüşlerini de 'indirilmiş din' olarak pazarlamaya kalkışmıştır. Esasen 'uydurulmuş' ve 'indirilmiş din' tabirleri sadece Bayındır'a ait olmayıp hemen bütün reformist ve tahrifatçılar tarafından kullanılmaktadır.

Bayındır, hiçbir kaynağa yahut delile müracaat etmeden, kendi anlayış ve görüşlerini en doğru din anlayışı olarak öne sürmektedir. Öyle ki Kuran ayetlerindeki bağlamı, yani gerçek manayı bozmak konusunda tahrifatta zirveye çıkmıştır. Islahçı Selefîliği bile geride bırakarak İslam tarihi boyunca hiçbir alimin ya da düşünürün iddia etmediği bir cüret sergilemiştir.

Mesela, Islahçı Selefîlik her ne kadar İslam'ı kendi görüşüne göre saptırmışsa da, belli noktaya kadar hadisleri / rivayetleri delil olarak kabul etmekte ve kullanmaktadır. Halbuki Bayındır'ın temsil ettiği bu yeni din anlayışında ise bütün hadisler dışlanmakta, kendi fikri dışında hiçbir delil ve kaynak kullanılmamaktadır. Ancak -şayet işine yarıyorsa- bazı hadisleri kullanmaktan da geri durmamaktadır.

Buna bazıları 'Aşırı Selefîlik' diyorsa da burada Selefîlik kavramı sadece suiistimal edilmektedir.

8- A. Bayındır'ın geldiği son noktada temsil ettiği görüşün iki mühim özelliği vardır.

Bunlardan birincisi 'gelenek' dediği 'Gerçek İslam'a bütünüyle karşı çıkması, onu bütün kurum ve kuruluşlarıyla tenkit etmesidir.

İkincisi de, Gerçek İslam'a olan bu düşmanlıkla, ulemanın İslam'ı anlama ve anlatma metot ve usullerine ve İslamî ilimlerin tasnif ve sistemleşmesine; Tefsir, Hadis, Fıkıh, Tasavvuf, İslam Tarihi vs. ne kadar İslamî ilim dalı varsa hepsine karşı çıkarak, ulemanın bu ilimlerle Kuran'ı çarpıttığını ileri sürmesidir.

9- Bayındır'a göre Kuran tek kaynaktır; Sünnet ve hikmet ise Hz. Peygamberin Kuran'dan çıkardığı hükümlerden ibarettir. Böylece o Hz. Peygamberi (s.a.v.) Kuran'ı yorumlayan sıradan bir alim konumuna düşürmektedir. Halbuki Kuran Hz. Peygamberin lafız ve mana olarak Allah'tan aldığı 'vahyi metluv' iken, hadisler de 'vahy-i gayri metluv' olarak yine vahiydir. Bayındır bu tavrıyla hadislerin kaynağının vahiy olduğunu inkar etmiş olmaktadır. Halbuki Cenab-ı Hak Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

'Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.' (Haşr: 7.)

'O (Peygamber) hevasından (kişisel arzularına göre) konuşmaz. O, kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir.' (Necm: 3 -4.)

Bu durumda 'Kuran İslamı'nı savunduğunu iddia eden Bayındır, Kuran'daki bu ayetlere ters düşmüş olmaktadır. Onun bu ve diğer bazı yanlışlarını ilerleyen yazılarımızda detaylı olarak ortaya koyacağız.

10- Bayındır bu tavrıyla Hz. Peygamberi (s.a.v.) sıradan bir alim konumuna düşürürken, alim tabirini kullanmaz, 'resul' kelimesini tercih eder. Sonra da 'resul' kelimesiyle 'nebi' kelimesini birbirinden ayırarak manalandırır. Halbuki tarihî süreçte resul ve nebi kelimeleri arasında Bayındır'ın iddia ettiği gibi bir ayrım yapılmış değildir. Resul kendisine kitap verilen nebidir, nebi ise kendisine vahiy gelen, ancak kitap verilmeyen ya da bir önceki resule gönderilen kitapla amel eden peygamberdir. İslamî kaynaklara göre resul ve nebi arasındaki fark sadece budur.

Bayındır'ın bu kelimelere yüklediği mana bambaşkadır, tahrifata zemin hazırlayan ve yeni bir din anlayışına mesnet olarak kullandığı usul inşa etme gayretidir.

Bayındır'a göre Hz. Peygamber (s.a.v.) 'nebi' olarak hüküm koyma yetkisine sahip değildir. Resul olarak ise sadece vahyi (ayetleri) insanlara tebliğ etmek görevi vardır. Böylece o resul ve nebi kelimelerini birbirinden ayırmak suretiyle Hz. Peygamberin Allah'ın dinini temsil ve tebliğ görevini parçalayıp zaafa uğratmış olmaktadır.

Keza o 'Allah tarafından gönderilmemiş resul' kavramını da ortaya atmıştır. Bundan maksadı da nebilere inen ayetleri insanlara tebliğ eden müminlerdir. Böylece Hz. Peygamberi (s.a.v.) nebi olarak kendisine itaat etmenin şart olmadığını iddia ederek itibarsızlaştırırken, sıradan müminleri 'resul' seviyesine çıkarmaktadır!

Bu yaklaşımda akıl, mantık bulmak mümkün değildir.

Böyle bir yaklaşımın Kuran'dan delillendirilmesine imkan olmadığı gibi, bu, normal akıl açısından da tutarsızdır, bir vehimdir, mesnetsiz bir iddiadır, akıl tutulmasıdır, zihin çarpıklığıdır… Hülasa buna ne dense yine azdır.

Allah nasip ederse bu nebi ve resul ayrımının nasıl bir vahamet olduğunu başka bir yazımızda ele almak üzere şimdilik bu kadarla iktifa ediyoruz.

11- Detaylarını başka yazılara bırakmak üzere son olarak Bayındır'ın görüşlerinden bazılarını maddeler halinde sayalım:

- Kader yoktur,

- Allah insanın yapacaklarını önceden bilemez, (haşa) Allah geleceği bilemez,

- Ecel uzayıp kısalabilir,

- Şefaat yoktur,

- Peygamberlerin ismet sıfatı yoktur,

- Kadınlar adet günlerinde oruç tutabilirler,

- Müslüman bir kadın Müslüman olmayan biriyle evlenebilir vs…

Bayındır bu ve benzeri görüşleriyle tarih boyunca gelen bütün İslamî birikimi, Sünnet ve hadisleri, mezhepleri, İslamî bütün yapı, kurum ve ilimleri kökünden inkar etmekte, bunlara -yukarda da geçtiği gibi- 'uydurulmuş din' demekte, kendi keyfî anlayışını da 'Gerçek İslam' (!) olarak sunmaktadır.

Böyle bir yaklaşımın Kuran'la ilgisinin olmadığı, bilakis bunun hastalıklı bir psikolojinin ürünü olduğu açıktır.

İşte dinin tahrifi denen hadise de zaten budur; bu adeta yeni bir din anlayışı icat etme teşebbüsüdür.

Bu genel durum değerlendirmesinden sonra inşallah gelecek yazımızda Bayındır'ın, kaderin inkarına mesnet yaptığı Allah'ın (haşa) olacakları / geleceği bilemeyeceği iddiasını ele alıp cevaplandıracağız.

Müteakip yazılarımızda da önceki satırlarda bahsettiğimiz üzere, Muhterem bir Hocamızın bize gönderdiği Bayındır'a ait 'Kuran Dindarlığı' adlı yazıyı tahlil edeceğiz.