Bir evvelki yazımızda Abdulaziz Bayındır’ın “Kuran Dindarlığı” adlı yazısının tenkit ve tahlilini yapacağımızı belirtmiş, buna hazırlık olarak da onun görüşlerini ve istikamet çizgisini genel bir değerlendirmeyle ortaya koymaya çalışmıştık...

'Kaderi Çarpıtması ve

(Haşa!) Allah'ın Geleceği Bilmediğini İddia Etmesi'

Bir evvelki yazımızda Abdulaziz Bayındır'ın 'Kuran Dindarlığı' adlı yazısının tenkit ve tahlilini yapacağımızı belirtmiş, buna hazırlık olarak da onun görüşlerini ve istikamet çizgisini genel bir değerlendirmeyle ortaya koymaya çalışmıştık.

Bu yazımızda yine aynı maksat doğrultusunda onun çok sayıdaki sapkın görüşlerinden biri olan kaderi inkarını ve Allahu Teala'nın (haşa) geleceği / olmayanı bilemeyeceğine dair iddialarını cevaplandıracağız.

  1. Bayındır'ın Allah'ın olmayanı / geleceği bilemeyeceği görüşü, esasen kaderi çarpıtarak inkar etmesinden kaynaklanmaktadır.

O, internetten rahatlıkla ulaşılabilecek video ve ses kayıtlarında 'Allah (haşa) kimin kiminle evleneceğini önceden bilemez. Ortada kız yok, karar yok' demekte ve O'nun sadece karar verdiği şeyleri bilebileceğini iddia etmektedir.

Şimdi bu görüşlere cevap vermeye başlayalım.

I- 'ALLAH OLMAYANI / YARATILMAYANI YANİ GELECEĞİ BİLEMEZ' İDDİASI

İslam tarihi boyunca böyle sapkın fikirleri savunan bazı şahıs ve fırkalar olmuşsa da, bu fikri bu kadar cüretkar bir tavırla seslendirenler belki de hiç görülmemiştir.

Kuran ve Sünnet'ten kaynaklanan akaid konuları esneklik kabul etmez. Çünkü bu konular ümmetin en seçkin, tabiri caizse kalburüstü alimlerince Kuran, Sünnet ve Hadisler esas alınarak ortaya konmuş ilke ve prensiplerdir. Akaid konuları içinde merkez konumda olan ise Allah'ın zatı ve sıfatlarıdır. Allah'ın zatı ve sıfatları konusunda en küçük bir yanlış veya bid'at, küfürle yani İslam dairesinden çıkmakla sonuçlanır.

Bu husus İslam akaidinde 'İtikatta bid'at küfürdür' prensibiyle anlatılır.

Allah'ın zatı ve sıfatları konusu insanların keyfî yorumlamalarına açık değildir. Bunlar vahiyle sabit olup işitilerek inanılan 'semiyyat' konularıdır. Bu sahalarda fikir yürüten alimler şahsî yorumdan uzak olarak ayet ve hadislerin çerçevesi dairesinde kalmışlardır.

Bu yazıda konumuz ise, Bayındır'ın Allah'ın ilmine sınır koyması, adeta onu cehaletle suçlamasıyla ilgilidir. Bu sebeple konu çok vahimdir. Bunun altını özellikle çizmek istiyorum.

İslam ulemasının Kuran'dan çıkardığı şu ilke akaidin temelidir:

'Allah noksan sıfatlardan münezzeh, kemal sıfatlarla muttasıftır. Her türlü noksanlıktan berîdir.'

Bu meyanda Allah'ın ezeli ve ebedi kuşatan noksansız ilmine de bir sınır getirilemez. Zahir – batın, madde – mana, geçmiş - hal ve gelecek, olmuş - olacak her ne varsa hepsi Allah'ın ilmindedir. Allah ilmi ve iradesiyle her şeyi kuşatmıştır. Allahu Teala'nın ilim sıfatı söz konusu olduğunda bilinmesi gereken budur. Çünkü Allah herhangi bir mahlûka veya mahlûkat içerisinde eşref-i mahlûkat da olsa insana benzemez.

Şuara Suresinin 11. Ayetindeki 'Leyseke mislihi şey'un / Onun misli gibi bir şey yoktur' ve İhlas Suresinin 4. Ayetindeki 'Onun eşi, benzeri, dengi ve ortağı yoktur' ifadeleri bunu anlatır.

'Kuran İslam'ı' iddiasında olan tahrifatçıların düştüğü bu hallere şaşmamak gerekir. Çünkü onlar Kuran'ı anlamada Hz. Peygamberi (s.a.v.), onun Sünnet ve Hadislerini devre dışı bırakmak suretiyle zaten işin başında yoldan sapmışlardır. Bir araba düşünelim ve bu arabanın yoldan saptığını farz edelim. Artık onun nereye çarpacağını, nasıl bir şekilde parçalanacağını önceden tahmin etmek mümkün değildir.

Bir şahıs da kendine istediği kadar alim veya müfessir havası versin, Hz. Peygamberi (s.a.v.), Onun Sünnet ve Hadislerini dışladığı takdirde dalalet uçurumuna yuvarlanacağı, örnek verdiğimiz arabadan daha feci bir şekilde parçalanacağı açıktır.

Şimdi asıl konumuza dönerek Bayındır'ı böyle korkunç bir badireye düşüren yukarıdaki sözlerine cevap vermeye çalışalım:

II- YANLIŞ KADER ANLAYIŞININ SEBEP OLDUĞU BÜYÜK SAPKINLIK

Yukarıda da belirtildiği üzere Bayındır'ın, 'Allah'ın olmayanı, yaratılmayanı, yani geleceği bilememesi' iddiası, aslında kaderi inkar anlamında söylediği evlilikle ilgili cümlesine dayanmaktadır.

O, etraftan gelen haklı tenkitler karşısında bu batıl iddiasından dönmesi gerekirken aynı minval üzere ısrar etmiş, bu defa Allah'ın ilminin ebede, yani geleceğe ulaşmasını inkar noktasına sürüklenmiştir.

Yazımızdaki bütünlüğü korumak adına müstakil bir konu olarak ele alınması gereken kader meselesine şimdilik detaylı olarak giremeyeceğiz. Ancak maksada cevap verecek kadar şunları söyleyebiliriz:

  1. Bayındır'ın kaderle ilgili görüş ve yorumları incelenirse görülecektir ki, onun anlattığı ve ardından da reddettiği kader anlayışı Kuran ve Sünnet çizgisindeki Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'in sahip olduğu kader inancı değildir. Bayındır, İslam'da dalalet fırkalarından biri olarak bilinen Cebriyeciliğin görüşüne göre bir kader anlatmakta, Ehl-i Sünnetçe 'sevad-ı azam' denen büyük çoğunluğun kader anlayışı böyleymiş gibi bir hava vermektedir. Bu korkunç bir hiledir. Ve hemen bütün tahrifatçıların başvurduğu bir yoldur.

Onlar bu metodu her sahada uygularlar. Önce karşı çıkmak istedikleri bir esas veya prensibi aslından saptırıp farklı bir şekilde anlatırlar; ardından da batıl olduğu açık olan bu anlatım üzerinden kendi görüşlerini telkin etmeye çalışırlar.

Bayındır'ın kader konusuyla ilgili olarak başvurduğu bu hilelere birkaç örnek verelim:

1- Mesela kadere iman diye bir şey varsa, Marx'ın ta anne karnındayken inkarcı olarak yazıldığını, dolayısıyla onun dünyaya geldikten sonra ne yaparsa yapsın bu gerçeği değiştiremeyeceğini söylüyor; bu da ilahî adalete aykırı bir şey olacağı için buradan kader diye bir şeyin olmaması gerektiği sonucunu çıkarıyor.

Bu bir mugalatadır, demagojidir; kaderi çarpıtmaktır, manayı tahriftir. İslam'da doğru istikameti temsil eden Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'ten hiçbir alim böyle bir kader anlayışı tarif etmemiştir.

Ancak şu var ki Allah ezeli ve ebedi kuşatan sonsuz ilmiyle her insanın daha ana rahmindeyken said mi yoksa şaki mi olacağı elbette ki bilir. Ama Allah'ın bunu bilmesi insanları küfre cebretmez.

2- Yine o, 'Mevcut kadercilik anlayışına göre sonuçlar tamam. Çalışmaya gerek yok. Ne yaparsan boş… Nereye yazılmışsan oraya gidersin!' diye bir kader tanımı yapıyor, buna da 'geleneğin anlayışı' diyor.

Burada 'gelenek' tabirinden maksadın gerçek İslam anlayışı olduğu açıktır. Görüldüğü üzere o bu yaklaşımıyla korkunç bir hile ve saptırma yapıyor. Çünkü anlattığı kader anlayışı, Cebriyecilik anlayışı olduğu halde bunu 'gelenek' diye vasfettiği Kuran ve Sünnet çizgisine, yani Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat'e mal etmeye çalışıyor.

3- Yine onun iddiasına göre ismini açıklamadığı bir adam güya şöyle demiş:

'Kıyamete kadar yaratılacak insanları isim isim biliyorum da açıklamaya izin verilmediği için açıklayamıyorum.'

Kimmiş bu adam? Söyledikleri dinde delil miymiş, hüccet miymiş?

Böyle saçma sapan argümanlar öne sürerek kaderi inkar etmek ilim adamlığıyla bağdaşmadığı gibi komikliktir, rezilliktir.

Kulların geleceğe dair bir şeyi bilmesi ancak Allah'ın bildirmesiyledir. Bu da ya vahiy yoluyla Peygamberlere olur ya da 'Âlimler peygamberlerin varisleridir' (Buhari, İlim, 10; Ebû Davud, İlim, 1; Tirmizî, İlim,19; İbn Mace, Mukaddime, 17) hadisi gereğince bir Allah dostu / veli, ilham yoluyla kendisine bildirilirse bilebilir.

Şu var ki vahiy yoluyla bildirilen gerçekler bütün insanları bağlar, ama bir velinin ilhamıyla gelen bilgi geneli bağlamaz, sadece o veliyi ilgilendirir.

Görülüyor ki Bayındır'ın kaderi inkar için malzeme yapmaya çalıştığı şeylerin hiçbir tutar tarafı yoktur.

4- Bayındır kaderden bahsederken 'kaderin yenilmesi gerektiğinden' de bahsediyor.

Burada kaderden kastettiği de yine Cebriyeciğin anlayışıdır. Yani o, Kuran'ın anlattığı, kahir ekseriyetteki ümmetin inandığı ve kabul ettiği kaderden bahsetmiyor; imanın altı şartından biri olan kaderi anlatmıyor. Onun yaptığı tarihte Cebriyecilik anlayışı diye bilinen yanlış kader anlayışına karşı çıkmaktır. Fakat ne korkunç hiledir ki bunu 'geleneğin görüşü' diye sunmaktadır.

Buna dense dense ilim hokkabazlığı denir.

Bu meyanda kaderle ilgili iki görüşe daha işaret etmek isteriz.

Birincisi yukarıdan beri bahsettiğimiz Cebriyenin tam zıddı olarak kaderi hepten inkar eden Kaderiyyedir.

İkincisi de 'Kul fiilinin halıkı / yaratıcısıdır' diyerek kaderi batıl bir temel üzerine oturtan Muteziledir.

Netice olarak anlaşılmaktadır ki Bayındır kaderi gerçek temelinden ve ölçülerinden saptırarak anlatmakta, birtakım hilelere, tahrifata başvurmak suretiyle kendi yanlış görüşlerine haklılık kazandırmaya çalışmaktadır.

Bunun anlamı Allah'ın ilmini sınırlamak gibi bir şenaate başvurarak Hucurat Suresinin 16. Ayetinde haber verildiği üzere (haşa) 'Allah'a din öğretmeye kalkışmak'tır.

Kaderi böyle çarpıtarak anlamak ve anlatmak A. Bayındır'a münhasır bir durum da değildir. Birçok tahrifatçı kader meselesini böyle anlamakta ve anlatmakta, neticede insanları kaderi inkara sürüklemektedir.

Biz geçmişte Mehmet Okuyan'a yazdığımız reddiyeler çerçevesinde kader konusundaki bu çarpıtmayı birkaç makale halinde ele almıştık. İnşallah İstiklal Gazetesindeki bu köşemizde o yazıları paylaşmak da nasip olur.

Meselenin bu safhasında Kuran ve Sünnet çizgisine, yani Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat ölçülerine göre gerçek kader anlayışı nasıldır, buna dair birkaç önemli ilkeye işaret edelim:

-Allah (c.c.) geçmişi, hali, geleceği, her şeyi bilir. Bu büyük hakikat bütün akaid eserlerinde mevcuttur.

- Allah her şeyi ta ezelden bilir. Ve o her şeyi takdir etmiştir. Onun takdir etmesi, geleceğe dönük bütün olayların künhünü detaylarını bilmesiyle ilgilidir. Yoksa bu, insanları hayra veya şerre zorlayıcı bir sebep değildir.

- Allah kullarına akıl ve irade vermiş, onların imtihanını murad etmiştir. Kulun sorumlu olması tercihi sebebiyledir. Allah asla zerre kadar zulmetmez. İnsan iradesi ve fiiliyle kendi kazandığının tıpa tıp karşılığını görür. Bu, Allah'ın adaleti cihetiyledir. Kaldı ki Cenab-ı Hak sonsuz lütuf ve keremiyle müminlere rahmetiyle de muamele eder.

- Allah her bir insanın ne yapacağını ezeli ve ebedi kuşatan sonsuz ilmiyle bilir. Önceden bildiği için de takdir edip yazmıştır. Onun, ilmine bağlı olarak bilmesi ve yazmış olması, yukarıda da belirtildiği gibi bir cebrilik oluşturmaz. Onun bilmesi ve takdiri, kulların irade ve kesb gücünü ortadan kaldırmaz. Allah'ın, bütün yaratılmışlara, cereyan edecek mukadderata hakim olabilmesi, onları sevk ve idare edebilmesi için her şeyi önceden bilmesi gerekir. Şayet (haşa) bilmeseydi, bu hakimiyete de sahip olamazdı. Bu sebeple Allah'ın ilmine sınır koymak, Onun ulûhiyet sıfatlarına aykırı olduğu için küfürdür.

- Allah kullarının imanı, hidayeti ve ibadeti seçmesini ister. Bundan razı olur, kötü fiillerinden razı olmaz. Ama ondan başka ilah olmadığı için hayrı da şerri de yaratan O'dur. Şerri, yani kötülüğü yaratmak suç değildir; kötülüğü kesbetmek, istemek ve tercih etmek suçtur. Dolayısıyla burada mesul olan kuldur.

Allah, resul ve nebiler vasıtasıyla kitap göndererek kullarını uyarmış, onlara kurtuluş yolunu göstermiştir. İmtihanın sırrı gereği tercihini kötüye kullanana da mühlet verir ve onun fiillerini de yaratır.

Böylece Allah'ın geçmiş, gelecek, zahir, batın, gayb ve şehadet alemi gibi her şeyi bildiği, dolayısıyla kaderin zorlayıcı olmadığı, bilakis Allah'ın takdiri, ilmi ve iradesinin bir yansıması olduğu anlaşılmaktadır.

Gerçek Kitap ve Sünnet çizgisi olan Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat yolu dışındaki görüşler, yani bid'at ve dalalet fırkaları kaderi yanlış anlayıp anlatmışlardır.

Bayındır örneğinde olduğu gibi bu yanlış anlayışa karşı çıktığını iddia eden birçok tahrifatçı, Allah'ın ilmine ve iradesine de sınır koyma gibi korkunç bir fecaate imza atmaktadır.

Buna göre Kuran ve Sünnet çizgisindeki gerçek kaderi anlayabilmek için Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat alimlerinin akaid kitaplarındaki görüşlerinin iyi anlaşılması gerekmektedir. Ta ki ayaklar kaymasın, batıla düşülmesin.

Burada bütün bu yanlışların ana sebebinin Sünnet ve Hadislerin inkar edilmesi ve / veya devre dışı bırakılması, kişilerin kendi heva ve nefislerine göre birtakım yorumlara kalkışmaları olduğunu bir kere daha ifade edelim.

III- BAYINDIR'IN 'ALLAH OLMAYANI / GELECEĞİ BİLMEZ' İDDİASININ VAHAMETİ

Yazımızın bu noktasında Bayındır'ın 'Allah olmayanı, yani geleceği bilmez' iddiasına dönerek, meselenin vahametini ortaya koyacağız.

  1. Bayındır, kaderi çarpıtması ve inkarı ve Allah'ın ilim sıfatını sınırlaması gibi şenaatleri karşısında ilim ehlinden ve ümmet-i Muhammed'den ciddi manada tenkit alınca, kendini savunmak için başka yollara saptı; böylece yanlış içinde yanlışlara sürüklenerek dalaletini daha büyük boyutlara taşıdı.

Bu konuyla ilgili olarak onun, sonu 'Allah her şeyi bilir' diye biten ayetleri bağlamından saptıran konuşmalarını bizzat inceledim, notlar aldım. O, bu şekildeki on dört ayet-i kerimeyi şu ortak ana fikir etrafında yorumluyor:

'Allah var olanı bilir; olmayanı, olacak olanı değil…'

Bu sonuca varabilmek için de ayetlerdeki 'Allah her şeyi bilir' ifadesindeki 'şey' kelimesini 'mevcut olanlar' manasında alıyor; gelecekte yaşanacakları işin dışında tutuyor ve 'Onlar 'şey'in kapsamına girmez' diyor.

Halbuki 'şey' varlıklardan genel manadaki nesnelere verilen umumî addır. Arapça ifadesiyle marife bir kelime olmayıp nekredir; nesneleri genel anlamda ifade eder.

Bayındır ise istikbale / geleceğe dönük olan varlıkları, halleri ve meseleleri 'şey' kelimesinin, dolayısıyla ayet-i kerimenin kapsamından çıkarmaktadır. Bunu yaparken hangi delil, kaynak veya mesnede dayandığını da belirtmemektedir. Zaten böyle bir kaynak ve mesned de yoktur. Belli ki o kafadan ve hevadan konuşmaktadır. Zaten bütün tahrifatçıların genel özelliği budur.

Ayette geçen 'Allah her şeyi bilir' ifadesinin içine geçmiş, hal ve gelecek hepsi dahildir. Bu güne kadar hiçbir aklı evvel böyle şeytanî bir söyleme tevessül etmemiştir.

Bayındır güya asılsız görüşlerini ispat için 'düşen bir taş' örneği vermektedir.

Bir taş düşerken Allah'ın bundan mutlaka bilgisinin olduğunu, ama düşmeden bir an önce henüz düşme fiili olmadığı için bunun 'gelecek' sayıldığını, dolayısıyla Allah'ın onu (haşa) bilemeyeceğini iddia etmektedir.

Nasıl bir olay ki, Allah'ın (haşa) onun olacağından bir an önce haberi yok, ama olurken (taş düşerken) bir anda Allah'ın bilgisine giriyor…

Böyle bir akılsızlık, mantıksızlık, tutarsızlık olabilir mi?

Bu görüş, mesned ve delilden mahrum olmak şöyle dursun, akla ve fıtrat kanunlarına da aykırıdır.

Bir absürt fikirler pazarı kurulsa, her fikre müşteri çıkardı da bunu Bayındır'dan başkası satın almazdı herhalde!

O, bu taş örneğinin arasına şu cümleyi de sokuşturuyor:

'Allah eğer karar verdiyse tabi ki bilir.'

Bu durumda Bayındır'ın tezi şu hale dönüşüyor:

'Allah geleceği bilmez, ama karar verdiyse bilir.'

Şimdi bu idrak yoksunu iddianın üzerine şu soruyu soralım:

Allah'ın olmayanı, yaratılmayanı, yani geleceği bilemeyeceğini iddia ediyorsun. Sonra da 'Karar verdiyse bilir' diyorsun. Peki, Allah'ın geleceği bilmeye karar vermediğini nereden biliyorsun?

Sen o cüce aklınla Allah'ın ilmini sınırlamaya kalkmaktan ve ona kural koymaya cüret etmekten hiç utanmıyor musun? Bu ne korkunç bir haddini bilmezliktir!

Şüphesiz ki Allah geçmişi, mevcut hali ve geleceği de bilir; bütün mahlûkat üzerine muradı istikametinde takdiri vardır. Bir şeyi yeri ve zamanı geldiğinde, murad ettiği şekilde, ilminde değişiklik olmadan yaratır. Kader konusunda da her şeyi takdir edip planlamış, murad edip yaratmıştır. Henüz yaratılmamış, gelecekte olacakları da takdir etmiştir; takdir buyurduğu zamanda ve mekanda yaratacaktır. Kudret ve ilmine bir sınır koyulamayan Cenab-ı Hak, zamanı da mekanı da yaratmıştır. O halde zaman ve mekan onun ilim ve kudretini ihata edemez. O her şeyi ihata eder. Dilerse zamansız ve mekansız da yaratır. Zaman içinde zaman, mekan içinde mekan da yaratır. Hiçbir varlık ya da güç onun ilmini, iradesini ve takdirini sınırlayamaz.

  1. Bayındır bu kendi içinde çelişkili ve mesnetsiz görüşlerini sayıp döktükten sonra Hadid Suresinin 3. Ayetini gündem ederek kendi tezini yine kendi çürütüyor. Ayet-i kerimenin meali şöyledir:

'O Evvel (ilk) ve Âhir (son), Zahir (varlığı açık görünen) ve Batın (varlığı gizli olan)dır. Hem o her şeyi bilendir.'

Görüldüğü üzere ayette Allahu Teala'nın evveli (yani ezeli), ahiri (yani geleceğe dönük olarak sonsuza kadar olan her şeyi), ayrıca görüneni ve görünmeyeni de bildiği anlatılıyor.

Allahu Teala'nın bir isminin de 'Âhir' olması, geleceğe dönük olarak ebediyeti ihata etmesi, her şeyin onun bilgisi ve iradesinde olması anlamındadır.

Bayındır bu gerçeği itiraf ederek şunu da söylemektedir:

'Cenneti yaratan ve oradaki kanunları koyan Allah'tır.'

Bundan sonra da şu itirafta bulunuyor:

'İşte bize bir tek bunu delil getirebilirler.'

Böylece o, ahirete yönelik haberlerin 'gelecek' ifade ettiğini, Cenab-ı Hakkın 'Âhir' olmasının bütün geleceği kuşattığını itiraf ederek kendi eliyle kendi tezini çürütmüş oluyor.

Ne korkunç çelişki değil mi?

Ortaya bir şey atıyorsunuz, sonra ayetlerin ışığında o şeyin batıl olduğunu kendiniz itiraf ediyorsunuz…

Bayındır ve onun gibi tahrifatçıların düşmüş olduğu sayısız çelişkilere önemli bir örnektir bu.

Şimdi sormak gerekmez mi?

Allah Kuran'da ölümden sonra neler yaşanacağını bilip haber verirken, en büyük gelecek olan ahireti bilirken, dünya denen kısacık bir zaman diliminde diğer gelecek olan şeyleri bilmez mi?

Elbette ki bilir.

Bayındır'ın bu itirafından sonra artık onun bu görüşünü çürütmeye dahi gerek kalmamıştır.

Ama onun ortaya attığı batılın bütün detaylarıyla kökten yıkılması için ve ilim dünyasının bir zenginliği olması adına bu konuyu irdelemeye devam ediyoruz.

İslam alimleri Allah'ın geleceğe dönük olarak yaratacağı varlıkları ve yaşanacak olayları bilmesini ayet ve hadislerin ışığında en güzel şekilde müdellel olarak tespit edip anlatmışlardır. Bunlara bir örnek olarak İmam Gazali'den kısa bir izahat aktaralım:

'Allahu Teala'nın ilmi kadimdir. (O) zat ve sıfatı ile daima Âlim'dir. Yeni yaratıklarıyla bilgisi değişmez. Belki ilmi ezeliyle her şeyi, olduğu ve OLACAĞI gibi bilir… Allahu Teala'nın ezeldeki ilminde bir değişiklik olmaz. İşte Allahu Teala'nın ilminin kadim olmasını böyle anlamak lazımdır.' (İhya, c: 1, s: 280. Bedir Yayınevi, Ahmet Serdaroğlu Tercümesi.)

Gazali, gelecekteki varlıkların yaratılmasının ve bilinmesinin Allah'ın kudretinin aleme taallukuyla olduğunu da anlatır:

'Kudretin takdir edilecek şeye taallukunun yalnız icat tarikiyle olması şart değildir. Çünkü alem HENÜZ YARATILMAMIŞ İKEN kudret-i ilahîye ezelde aleme taalluk etmiştir. ŞEY'İ İCAT EDECEĞİ ZAMAN kudret ilk taallukundan başka bir nevi ile o şeye taalluk eder ve o da olur. Bu ifadeyle kudretin taalluku, takdir edilen şeyin var olmasına bağlı olmadığı anlaşılmış olur.' (a.g.e. s: 283.)

Gazali'ye ait şu cümle tam da Bayındır'ın söz konusu yanlış görüşüne cevap mahiyetindedir, keşke anlayabilse:

'… Âlem henüz yaratılmamış iken kudret-i ilahîye ezelde aleme taalluk etmiştir. Şey'i icat edeceği zaman, kudret ilk taallukundan başka bir nevi ile o şeye taalluk eder, o da olur.'

Buradan Allah'ın ilim, irade ve kudretinin geleceğe taalluk ettiğini ve böylece Onun gelecekte yaratılacak her şeyi detaylarıyla bildiğini anlamış oluyoruz. Gazali'nin bu cümlesiyle Bayındır'ın 'Allah olmayanı, yaratılmayanı, yani geleceği bilmez' ifadesi yerle yeksan edilmektedir.

Demek ki Cenab-ı Hak ezelden ebede kadar olacak olan olayları, yaratılacak olan ne varsa zahir batın hepsini, aleme taalluk ederek takdir etmiştir.

Kuran'da bu gerçek 'kün fe yekün / bir şeye ol der, oluverir' ayet-i kerimesiyle anlatılır. Buna göre Allah nezdinde olmayan, yaratılmayan veya gelecek sayılan diye bilinmezliğe gömülmüş bir şey yoktur. Buradaki bilinmezlik biz kullara göredir.

Ne hazindir ki, Bayındır kulların acizliği ve cehaletiyle ilgili bu durumu Allah'a izafe ederek (haşa) onun ilmini sınırlandırmakta, bir nevi onu cehaletle itham etmektedir. Bir insan için bundan büyük hadsizlik olamaz.

Tam da burada aklıma üniversite yıllarımda fakültemizdeki mescidde bir Cuma namazı esnasında hoca efendinin hutbede kullandığı şu cümleler geldi:

'Arkadaşlar! İslam'ın şartı beştir. Altı değildir. Şayet altı olsaydı altıncısı haddini bilmek olurdu…'

Artık sözün bittiği yerdeyiz.

Bayındır'ın ortaya koymuş olduğu bu hadsizlik ve cehalet eşi görülmemiş boyuttadır; ne var ki onun kendi cehaletini anlaması bile bir nasip işidir ve o bundan mahrumdur.

Biz bu konuyu bir yazıda bitirmeyi hedeflemiştik. Ancak Bayındır'ın hezeyanları bitmek bilmiyor.

O 'Kuran'da 'olacak' kelimesi yok' diyerek, Kuran'ın gelecekle ilgili haberler vermediğini de iddia ediyor.

Bu iddiayı inşallah gelecek yazımızda ele alıp cevaplandıracağız.