Arap baharı, Tunus, Libya, Mısır ülkelerinden yönetimlerin değişmesi sonucunu doğurmuş; Suriye ise demokrasi talep eden halk hareketleri başlamıştı, işte tamda bu esnada yol kazası oldu. Arap baharı, ilkbahar olmaktan çıktı, sonbahar olmaya başladı.

1989 yılında Berlin duvarının yıkılması ile başlayan olaylar neticesinde, Rusya’nın başını çektiği Sovyetler Birliği, 1991 yılında, dağıldı. NATO Ülkelerinin ortak düşmanı, Sovyetler birliğinin lideri olduğu Varşova Paktı ülkelerinin dağılması ile iki kutuplu dünya dengesi bozuldu. Amerika tek kutuplu dünyayı kendi isteğine göre yönetmeye koyuldu. Bu bağlamda yapılan ilk askeri harekât, Sovyetler birliğinin yıkılma döneminde, Arapları tek bir devlet çatısında birleştirmek amacıyla Kuveyt’i işgal eden Irak’a idi. BM’e ambargo kararı aldırdı, ülkenin kuzey’ine Saddam yönetiminin geçmesine izin vermedi.

Sovyetler Birliği’nin Afganistan’da yürüttüğü işgale karşı desteklediği küresel İslamcı cihatçıları, Sovyet yönetimin yıkılması için destekledi. Afganistan’da hem yerel İslami direniş grupları, hem de Araplar ağırlıkta olmak üzere ülke dışından gelen İslami direniş grupları vardı. Afganistan’da, direnişin zaferle sonuçlanması sonuçlanmasından sonra, yerel İslami direniş grupların en önemli liderlerinden olan Rabbani, Hikmetyar ve Dostum, yönetme iktidarının aralarında nasıl paylaşılacağı ve nasıl bir yönetim şeklinin olması gerektiğinde anlaşmazlığa düştüler. Yerel İslami direniş grupları arasında çatışma başladı. Ancak ülke dışından gelen İslami direnişe katılan gruplar bu çatışmalarda tarafsız kaldılar. Çatışmalar uzadıkça, halkın söz konusu gruplara olan desteği azaldı. Daha sonra Pakistan’dan gelen Afgan kökenli medrese öğrencilerinin ağırlıkta olduğu, Pakistan’ın desteklediği Taliban hareketi, Molla Ömer liderliğinde Afganistan’ da hükümet kurdu. Taliban liderliğinde kurulan Afganistan hükümeti ile ülke dışında gelen İslami direniş grupları anlaşmaya vararak, Afganistan devleti içinde serbestçe faaliyetlerde bulunma haklarına sahip oldu. Taliban hükümetinin lideri olan Molla Ömer’e organik olarak bağlı değillerdi; ama hükümetin verdiği izinle o ülke topraklarında serbestçe faaliyetlerde bulunuyorlardı. Daha sonra Libya, Mısır ve Körfez ülkelerindeki İslami direniş grupları Usame bin Ladin liderliğinde birleşerek, Afganistan devleti içinde El Kaide’yi kurdular. 1990 yılında Irak’a yapılan askeri operasyon ve ülkenin bir bölümünü fiilen Saddam yönetimin kontrolünden çıkarması; İslamcı direniş örgütleri Amerika’ya karşı cephe almaya başlamasına nedenlerinden biri oldu. Bu operasyon sonrasındaki ortamda kurulan El kaide; ABD’nin bir çok İslam ülkesinin de asker bulundurması ve İslam coğrafyasında en son sözü söyleyen bir konuma yükselmesi ile Müslüman ülkelerdeki müdahalelerinin artmasına olan tepkiler soncunda; hızlı bir şekilde büyümeye başladı. Amerikan karşıtlığı üzerinden güçlenen bu örgüt, 2001 yılında 11 eylül saldırıları olarak isimlendirilen eylemleri gerçekleştirdi. Amerika bu meydan okuyuşa kayıtsız kalmadı. Afanistan’daki molla Ömer liderliğindeki Taliban hükümetinden, El Kaide liderlerinin kendisine teslim edilmesini istedi. Bu isteği kabul edilmeyen ABD, Afganistan’daki Taliban yönetimini devirdi. Kendi desteklendiği bir yönetimin gelmesini sağladı. Ancak ABD’nin Afgasitan’da Taliban ve El Kaide ile başlatmış olduğu savaş günümüze kadar devam etmektedir. Afganistan da başlayan savaş, diğer islam ülkelerindeki İslami grupların desteğini alması sonucu da, diğer İslam coğrafyalarına da yayıldı. Bu İslami gruplarla olan mücadelede giderek Amerika’nın askeri kayıpları artıyordu. NATO ülkeleri ile askeri müdahalede bulunan Amerika, Afganistan topraklarında yürüttüğü savaşındaki kayıplarının artmasını önlemek için Afganistan’daki NATO birliklerinin komutasını Türkiye’ye verdi. Burada Türk birliklerinin, halk üzerindeki olumlu etkisi gözden kaçmadı. Savaş kayıplarında azalma oldu. Amerika, silahlı mücadele yapan İslami gruplara karşı mücadelesinde, Türkiye gibi Müslüman bir ülkenin yanında yer almasının önemini Afganistan da anladı.

Silahlı mücadele yapan İslamcı cihatçı örgütleri, öldürmekle bitiremeyeceğini yavaş, yavaş anlayan Amerika; demokrasi düşüncesinin İslam halklarına nasıl götürüleceği yönünde de düşünmeye başladı. Demokrasinin, dışarıdan bir ülkenin empoze etmesi ile değil; yine demokratik düşünceye sahip Müslümanların desteklenmesi ile gelişeceği kanaati yavaş, yavaş hakim olmaya Amerika’da başlıyordu. Çünkü silahlı eylemlerde bulunan örgütlerle olan mücadele için yapmış oldukları askeri müdahalelerde az olsa kendileri de kayıp veriyordu. Batı için her zaman, kendi kayıpları küçük olsa da, büyüktür.

Ancak bu arada, Türkiye’de de İslamcılara yapılan baskılar artmıştı. NATO üyesi bir ülkede, İslamcı silahlı grupların ortaya çıkması, Amerika’yı hayli zorlayacaktı. Demokrasi taraftarı İslamcılar ile bir arada yaşamayı kabul edip, silahlı eylemler yapan İslamcılara karşı işbirliği yapmak makul bir düşünce olarak kabul edilmeye başlandı. Bu düşünce sonucunda; Türkiye’deki demokrasiyi kabul eden İslamcılara daha fazla baskı yapılmasına karşı çıkıldı, demokrasiyi kabul eden İslamcılara yönelik bu kabulleniş ile birlikte; samimi olarak demokrasiye inan İslamcıların merkezinde olduğu, karizmatik bir kişiliği olan bir liderin öncülüğündeki AK parti, Amerika’nın desteğini alamayan karşı grupların bütün engellemelere rağmen, halkın desteğini alarak tek başına iktidara geldi.

Amerika’nın, AK Parti ile olan ilişkide ise bir yol kazası meydana geldi; İslamcı olan AK Parti, 1 mart tezkeresinde Irak savaşında Amerika’ya destek vermedi. Kendisine karşı direnen cihatçı grupları bitiremeyen Amerika, Irak’ı nükleer bomba var (sanki kendisinde yok!) gerekçesi ile 2003 yılında, işgal etti. Kendisine destek vermeyen Türkiye’yi cezalandırmak üzere ülkenin kuzeyinde Kürdistan Bölgesel Yönetimini kurdu. Bu durum sonucunda Amerika ile ilişkilerimiz limonileşti; ancak Amerika’nın İslamcı Cihatçı grupları, öldürmekle bitiremeyeceğini Afganistan ve Irak işgalleri ile anlaması sebebiyle ilişkilerimiz normalleşme yoluna girdi. Çünkü Amerika, İslamcı cihatçıları çoğaltan sosyal yapıların ortadan kaldırılması yönünde; kendisine stratejik ortak olarak Türkiye’yi düşünmeye başladı. Müslüman bir ülkenin yardımı olmadan, Müslüman ülkelerdeki İslamcı halklara demokrasiyi kabul ettirmesinin mümkün olmadığını anlamıştı.

Amerika daha sonraki süreçte ise merkezinde demokratik İslamcıların olduğu Ak Parti’ye yapılan ihtilal girişimlerinin de karşısında yer aldı. Silahlı eylemlerde bulunan İslamcı cihatçı grupların içinden çıktığı İslam dünyasına, demokrasiyi kabul eden Müslüman Türkiye modeli örnek olarak sunuldu.

Müslüman Türkiye modelini kabul eden Amerika ile Türkiye, silahlı eylem yaparak iktidar olmaya ve batıya karşı silahlı eylemler yürütmeye çalışan cihatçı grupların üreme ortamı olan, baskıcı Arap yönetimlerinin kaldırılarak yerine, İslamcıda olsa, demokratik yönetimlerin getirilmesine destek vermeye başladılar. Buradaki amaç “Ortadoğu bataklığı”nı kurutmaktı. Bu ülkelerdeki halklarda var olan memnuniyetsizler sonucu oluşan sokak eylemlerinin ve çatışmalarının dünya gündemine kitle iletişim vasıtaları ile getirilmesi yöntemi ile kitlesel halk hareketleri oluşturulmaya başlandı. Türkiye ise bu hareketler sonucu oluşan yönetimlere, demokrasi ile nasıl bir yönetim yapılacağının tavsiyelerinde bulunuyordu. Bu da Amerika’nın dolayısı ile batının desteğini alıyordu. İşte baskıcı yönetimlerin halk tarafından yıkılıp yerine, İslamcıda olsa, demokratik yönetimlerin gelmesine Arap Baharı olarak Amerika ve batı tarafından isimlendirildi.

Bu baharda Türkiye’de, batıda karlı idi. Türkiye kendi fikri olan, İslam’a aykırı olmayan demokratik yönetim fikrinin uygulanışı hayata geçirmiş oluyordu; batı, dolayısı ile Amerika, ise kendisine karşı oluşan silahlı eylemlerin kökünü kurutuyor; İslam ülkelerindeki halklarda Amerikan düşmanlığının oluşmasının önüne geçiyordu. Amerikan menşeli uluslararası şirketlerde, hiçbir engel olmaksızın, dünyadaki bütün İslam ülkelerinden yatırım yapabilme imkanlarına kavuşuyordu. Söz konusu ülkedeki İslamcılarda, yıllarca yapılacak silahlı çatışmalara ve kan dökülmesine gerek olmadan yönetimde söz sahibi olmaya başlıyorlardı. Müslüman halklarda, baskı ve zülüm görmeden kendini yönetme imkanına sahip olamaya başladılar. Demokrasinin gelmesinden bütün halklar faydalanıyordu. Samimi bir demokrasi taraftarı olan Ak Parti yönetimi ise demokrasi isteyen halkların, haklı taleplerini açıkça destekliyordu. Bütün taraflar memnundu.

Arap baharı, Tunus, Libya, Mısır ülkelerinden yönetimlerin değişmesi sonucunu doğurmuş; Suriye ise demokrasi talep eden halk hareketleri başlamıştı, işte tamda bu esnada yol kazası oldu. Arap baharı, ilkbahar olmaktan çıktı, sonbahar olmaya başladı.