98 YIL ÖNCE BUGÜN

Osmanlı devletinden kurtulmayı kendilerine en büyük amaç edinen birleşmiş batılı ülkeler, “Hasta adam” ilan ettikleri devleti parsel-parsel işgal etmeye başlamışlardı.

Anadolu topraklarına doğrudan doğruya yerleşip buralarda hâkimiyeti tesis etmenin zorluğunu hatta imkânsızlığını bilen İngilizler ve Fransızların asıl amacı; kendi nüfuslarını güçlendirecek bir Kürt devleti birde Ermeni devletinin tohumlarını serpmekti.

Şehir o tarihte 50 bin nüfusa sahipti. Bunun 14 binini Ermeniler oluşturuyordu.

Maraş 23 Şubat 1919 tarihinde Ermenilerin sevinç gösterileri, dansları, marşları eşliğinde, korkunç bir kin, bir sükutu hayal ve kahır içindeki Maraşlının çaresiz bakışları altında işgal edildi.

Osmanlıda “Millet-i Sadıka” olarak bilinen Ermeniler işgalci İngilizleri;

“Yaşasın İngilizler, yaşasın Fransızlar, Kahrolsun Sultan.” Sloganları ve alkışlarıyla karşıladılar.

Şehrin İngilizlerin eline geçtiğini haber alan Ermeni militanları Maraş’a üşüştüler. Dolayısıyla yağma talan ve tahrikler hat safhaya ulaştı.

İlk yaptıkları iş Müslümanlığı seçmiş Ermenileri tespit edip toplamak oldu. Onlara Müslümanlığı terk etmelerini dönmelerini teklif ediyorlardı.

Bir kısmı kabul ediyor, bir kısmı kabul etmiş görünüyordu. Direnenlere ise işkence ediliyordu.

Bu arada yerli Ermeniler, aralarında şu veya bu şekilde sürtüşme bulunan Türkleri katletmeye başlamışlardı.

Tansiyon gittikçe yükseliyor, yapılan zulümler aslında bir kışkırtma amacı taşıyordu.

Olaylar bu şekilde devam edip dururken işgalci devletler yeni yeni toplantılar yapmakta, Osmanlı topraklarını aralarında cömertçe paylaşmaktaydılar.

Yapılan yeni antlaşmayla İngilizler Musul’u işgal edecekler, Maraş ve çevresini Fransızlar’ a bırakacaklardı.

Fransızların işgal ettikleri yerlerde yaptıkları zulümler bilindiği için bu kararın duyulması Ermenilerde yeni bir heyecan, Türklerde bir endişe dalgası uyandırmıştı.

Yavaş yavaş Ermeni birlikleri, Ermeni alayları kuruluyordu. Fransızların gelişini kutlamak için hazırlıklar yapılıyor bayraklar dikiliyordu.

Yüzyıllarca engin himaye ve hoşgörüsü altında “Millet-i sadıka” olarak, dinlerine, isimlerine, gelenek ve göreneklerine, kılık ve kıyafetlerine hiçbir müdahale yapmamış Osmanlı devletine ihanet ediyorlardı.

Yıllarca aynı topraktan ekmek yiyip aynı suyu yudumladıkları Müslüman komşularının gözünün içine baka baka hakarete varan şiirler ve maniler haykırıyorlardı:

Fransızların gelmesiyle “Maraş Kilikya Ermeni Devletinin” ilan edildiği haykırılıyor bir sarhoş gibi sağa sola saldırıyor, önüne gelen Müslümanları sille tokat dövüyorlardı.

Ve tarihe “Sütçü İmam Olayı” olarak geçen, Uzunoluk hamamından çıkan kadınlara sataşan, örtülerine el uzatan Fransız üniformalı Ermeni askerini vuran Sütçü İmamın ilk kurşunu, direnişin ve kurtuluşun simgesi olmuştu.

Olaylar patlak vermiş, yer yer taşkınlıklar yaşanmış, işler yavaş yavaş kontrolden çıkmaya başlamıştı. Sağa sola ateş ediyorlar, Sütçü İmamın akrabalarına işkence edip kiminin burnunu kulaklarını kesip kiminin de kafasını uçuruyorlardı.

Okunan ezanlarla alay edip günlerce kiliselerden sürekli çanlarını çalıyorlardı. Şehre bol miktarda silah ve cephane yığarak katliam hazırlıkları yapıyorlardı.

Ulu caminin İmamı “İşgal altında bulunan bir Müslüman beldesinde Cuma namazı kılınmaz” diyerek direnişi ve kurtuluşu haykırıyordu.

Maraş bize mezar olmadan, düşmana yar olmaz diyen:

Sütçü İmam’ın Müslüman ruhundan şekillenip fırlayan o ilk kurşun, direnişin ve kurtuluşun ilk başlangıcı olmuş, Fransızlar ağır kayıplar vererek 12 Şubat 1920’de yani 98 yıl önce “Kahraman” şehir Maraş’tan kaçmak zorunda kalmışlardı.

Kalın Sağlıcakla…