Çok daha önceden bu günlere ışık tutup bir takım projeksiyonlar ortaya koyup ve konulan öngörülerin aynen gerçekleştiğini görüp daha bir üzüntülere gark olmak ne garip çelişki değil mi ?

Çok daha önceden bu günlere ışık tutup bir takım projeksiyonlar ortaya koyup ve konulan öngörülerin aynen gerçekleştiğini görüp daha bir üzüntülere gark olmak ne garip çelişki değil mi ?

Artık birimiz yekdiğerimiz için salt bir sayı salt bir rakamdan başka hiçbir şey ifade etmiyoruz. Bir parça etkilendiğimiz bir durum varsa şayet, bu da rakamın büyüklüğü ile alakalıdır. Ancak, bu durum da geçici bir rahatsızlık vermekte. Zira her geçen gün rakamları ve büyüklüklerini de kanıksıyor ve onları da alelade bir durum gibi telakki etmeye başlıyoruz.

İnsan olmamız ve kalmamızdan hareketle bir takım değerler ile bezenmiş ve bu değerlerden mütevellit bir hayat sürmemiz, gerek yaratılış gayemiz ve gerekse de psikolojik, fizyolojik, biyolojik ve fıtri dinginliğimizin de altın anahtarlarıdır.

Bunlar, aynı zaman da insan olma ve kalmamızın da kırmızı çizgilerini ifade etmektedirler. Çizgiler zorlanmış ve hatta çiğnenmiş ise eğer, işte orada insan basit bir rakamdan başka bir anlama denk gelmemeye başlamış demektir.

Dile kolay dört dört kaybediyoruz canlarımızı. Aile aile, blok blok veriyoruz toprağa canlarımızı. Toprağa koyduklarımızı sadece ceset sanmamız dolayısıyla, nice değerleri de onlarla beraber toprağa gömdüğümüzü de fark edemiyor ve her gömüş biraz daha sadeleştiriyor, yavanlaştırıyor ve duygusuzlaştırıyor toplum olarak bizleri.

İşte bu duygusuzluğu her geçen gün biraz daha kanıksıyor oluşumuz sebebiyle, yarın ki on dört on dört kayıpları da birer rakamdan ibaret görecek, bir ile on dört arasında ki farkı fark dahi edemeyeceğiz.

Üstelik bu dört dört kaybettiğimiz canlarımızın canlarına kıyış gerekçeleri de, kimi aydın ayyaşlarımızın bir gecelik layla içki bedeline dahi denk gelmemektedir. Sadece içki mi? Dindar görünümlü, muhafazakar etiketli ayyaşların tüketimleri, laylada ki ayyaşlıktan ayrı düşmediğinden yana hepinizi temin edebilirim.

Dinlisi Dinsizli, aydını laik'i, muhafazakarı liberali ve daha bilmem nesi neleri, toptan sınıfta kaldık ve toptan ahlaki cinnet halinin tam orta yerindeyiz. Herkes ve hepimiz davarlar örüyoruz diğeri ile aramıza. Hepimiz kendimizi toplumdan steril tuttuğumuz kendi dünyamıza çekiliyoruz.

Kendimizden başka kimseyi duymuyor, duyarsamıyor, hissetmiyor ve haliyle ilgilenmiyoruz. Üstelik '' merhamet maraz getirir'' miş ya! Buradan hareketle duymamayı, duyarsamamayı da bir maharet kabilinden dört elle sahipleniyoruz.

Devlet, bütün kurumları ile insanileşmek, duyarlı olmak, duyarlı davranmak, hissetmek ve ağlamak adına büyük bir seferberlik başlatmalıdır. Ve elbette bu seferberliğe evvela ve mutlaka kendisinden başlamalı ve haliyle kendisine ait olmayanları yerlerine bırakarak işe koyulmalıdır.

Bugün için devlet ve millet olarak ödeyeceğimiz kısmi bedeller, yarınlar ve gelecek nesillerin hayatlarını anlamlı kılacakken, geç kalınmış kocaman bedeller dahi anlamsız ve işlevsiz olacaklardır. Merhametten yana, şefkatten yana, paylaşım, bölüşümden yana hepimizin yeniden kendisini sorgulama ve inşa etme vaktinin son demlerindeyiz.

Yanlarımıza aldığımız çocuklarımızla beraber bir akşam yemeğimizi, değer verdiğimiz bir kıyafetimizi, ihtiyacımız olduğuna inandığımız birkaç kuruşumuzu onların şahitliğinde seve seve paylaşmamız gerektiği zamanların son saatlerindeyiz.

Kaybettiğimiz sayısız ve devasa değerlerimizin kaçını ve ne kadarını kurtarabiliriz bilemiyorum ama bildiğim ve inandığım bir şey var ki; ne yapılacaksa, nereden başlanılacaksa ve hangi bedel ödenecekse tamamına dair son düzlükteyiz.

Şakası yok bu gidişin. Ve bu gidişin maliyeti öyle hesaplanabilir bir maliyette değil. Henüz bir parça da olsa umut ve zaman varken, henüz kısmi bedeller karşılığında bir takım şeyleri hala yeşertebilme imkanlarımız varken, heba edeceğimiz tek saniyemiz dahi yoktur.

Yarın, dört dört değil ondörtondört rakamlarını duymamak ve duyup bütün insani erdemlerden sıyrılmış olmamak adına hadi…