1939’da bir dilencilik tekniği

Cemal Refik imzalı “İstanbul Hayatı” köşesinde “Dilenciler” başlığı altındaki yazıda, dilencilerle ilgili olarak şunlar anlatılmaktadır: “İstanbul caddeleri yine dilenci istilasına uğradı. Adım başında bir el uzanıp insanın burnuna kadar dayanıyor. O ne pis eller, o ne iğrenç mahlûklar! Sakatlara, yoksullara, muhtaçlara yardım etmek insanlık vazifesi, vicdan borcudur. Fakat pisliği, iğrençliği acındırma vasıtası yapan sırnaşıklara para vermeyi ne vicdan kabul eder, ne iman. Saçı sakalına karışmış, tepeden tırnağa kadar pisliğe bulanmış herifler, aynı iğrençlikte karılar yaya kaldırımlarına sıralanıyor. Öksürüp aksırarak, tükürüp sümkürerek yol kesiyorlar. Saçtıkları iç bulandırıcı kokular insanın genzini tırım tırım tırmalıyor. Aylarca ellerine, yüzlerine su damlası değmemiş, sırtlarındaki lime lime palaspareler sanki leşli bataklıktan çıkmış. Manzaraları merhamet yerine nefret ve istikrah (iğrenmek) uyandırıyor. Sinir bozucu kıvranışlarla sokulurken insanın rikkatini (hassasiyetini) değil hiddetini tahrik ediyor. Bu müteharrik (hareket eden) pislik yığınlarına temas etmemek için istikamet değiştirirseniz o sizden evvel davranıp yolunuzu kesiyor, peşinize takılıyor, omzunuza dürtüyor. Ekserisi sağlam, çalışabilecek kabiliyette insanlar. Sorarsanız;

—Niçin çalışıp ekmek parası kazanmıyorsun da dileniyorsun?

Boynunu büküyor:

—İş yok ki çalışayım. Aç kaldım.

—Hadi, şu bavulu köprüye kadar taşı da sana elli kuruş vereyim.

Diyecek olsanız pörsük, kıvrık gövdesi birdenbire dikleşiyor hiddetli bakışlarla sırtını çevirip savuşuyor.

Bazısı da merhamet avcılığında dört beş yaşındaki yavrucakları olta yemi gibi kullanıyor. Sokaklarda pisliğe bulanmış, pejmürde kıyafetlerle dolaşarak gelip geçenlere avuç açan çocukların topladıkları parayı ellerinden alıp rahat yaşıyorlar.

Köylü kıyafetinde bir takım sırnaşıklar da peyda oldu. Sizi göz ucuyla süzerek yanınızdan geçiyor, birkaç adım sonra arkanızdan sesleniyor:

—Beyefendi, Beyefendi! Müsaade et, sana bir sözüm var.

Yapmacık mahcubiyet tavırlarıyla yaklaşıyor, yılışıyor:

—Beyefendi, ben köyden dün geldim.

—Evet?..

—Bir haftadır İstanbul’da iş arıyorum, bulamıyorum. Allah seni inandırsın ki üç gündür ağzıma bir lokma ekmek girmedi. Yatacak yerim de yok. Bana bir han parası bir lokma ekmek parası versene.

—Köyden niçin geldin?

—Ekmek parası kazanmak için iş aramaya geldim.

—Şimdiye kadar neyle geçiniyordun?

—Cenab-ı Hak rızkımızı veriyordu.

—Cenab-ı Hak şimdi kesti mi rızkını?

Fazla sıkıntıya tahammül edemiyor, burnunu ovuşturarak çekiliyor.

Bir de lüks ve kibar dilenciler var. Kıraathanede veya yazıhanede temizce giyinmiş bir adam karşınıza dikilip reverans yapıyor, dörde bükülmüş bir kâğıt uzatıyor. İçinde şuna benzer cümleler yazılı: ‘Güngörmüş, sonradan düşmüş bir aile evladıyım. Yardımınızı bekliyorum’. Kıyafetine bakınca elbette beş kuruş vermeye de çekinirsiniz. Verseniz bile hangi birinin gönlünü baş edeceksiniz”.

Dilencilik ile ilgili olarak bkz. Cumhuriyet, 8 Mart 1939 Ayrıca bakınız Selim S. Tarcan, “Bizde Dilencilik”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 1939.