15 TEMMUZ DESTANI VE YİĞİT ONBEŞLİLERİMİZ

Onbeşliler; alçaklara karşı mukaddesatımızı korumak için gövdelerini siper edip şehadetleriyle mazimize şan katan, hilâlimiz uğruna tertemiz alınlarından vurularak istiklal ve istikbalimizi güvence altına alan yiğit gençlerimizin destanlaşan nâmıdır. Yiğit Onbeşlilerimizin toprağa düşen kanlarının her damlası, merhum Nurettin Topçu’nun benzetmesiyle, asırlar boyunca kök salmış iman ağacımızı sulayan âb-ı hayat ve onu her daim ayakta tutan gençlik aşısıdır.

“Oku! Yaratan Rabbinin adıyla…” buyruğuna gönül veren ashabın Onbeşlileri Bedir’de, Uhud’da; ölmeden mezara konulan ecdadımızın Onbeşlileri Çanakkale’de, Sakarya’da; milletimize diş bileyen tek dişi kalmış canavar uşaklarının 15 Temmuz’daki ihanetine yiğitçe karşı duran Onbeşlilerimiz İstanbul’da, Ankara’da şehadet şerbetini içtiler.

O meşum gecede Halil İbrahim Yıldırım, Engin Tilbaç, Özgür Mustafa Karasakal, Abdullah Tayyip Olçok, Mahir Ayabak, Uhud Kadir Işık, Mutlu Can Kılıç, Rüstem Resul Perçin gibi koç yiğitlerimiz diğer 240 büyüğüyle birlikte can feda ederek, asla unutmamamız gereken insani, dini, milli ve tarihi sorumluluklarını yerine getirdiler.

Bilmeliyiz ve inanmalıyız ki, şehitlerimiz diridir ve Yüce Rabbimizin emsalsiz nimetleri içindedir. Tüm şehitlerimizi rahmetle yâd ediyor, gazilerimize de acil şifalar diliyoruz. Bu yiğit kınalı ana kuzularımızı asaletle yetiştiren ailelerimizin şahsında şehit ve gazi ailelerimize içten şükranlarımızı sunuyoruz.

Ailelerimiz, milletimizin; ana, baba, evlatlarımız da ailelerimizin temelini oluşturur. Onbeşliler destanının asil kahramanları, gençliklerinin ilkbaharına yeni ulaşmış evlatlarımız arasından çıkmıştır. Onlar, sınavlarını vererek hayatlarını kazanamadılar sanılsa da temel değerler uğruna hayatlarını vererek büyük sınavı kazandılar. Çok defa yaşanılan kuşak çatışmalarının merkezinde yer alan ve uzlaşmaz tavırlarıyla çevresindekileri gücendirmekle suçlanarak “Bundan adam olmaz” yakınmalarına maruz kalan ciğerparelerimiz, “asıl adamlığın zor zamanda belli olacağını” canlı yayınlarda canlarıyla tüm dünyaya ispat ettiler.

Ülkemizdeki eğitim öğretim faaliyetleriyle yakinen ilgili bir fert olarak, geçen yıla ait istatistiki bilgiler doğrultusunda belirtmek gerekirse ilkokul seviyesinde 5 milyon, ortaokul seviyesinde 5 buçuk milyon ve liselerde ise yine 5 buçuk milyon öğrencimizi dışarıdan gelecek her tür zararlı etkiden korumak, hem ailelerimizin hem de eğitim öğretim kurumlarımızın ve mensuplarının öncelikli sorumluluğudur. Adı geçen tüm taraflar bu sorumluluğu bir diğerinin üzerine yükleme yanlışına da asla düşemez. Milyonlarca öğrencimizin ellerimizin arasından kayıp gitmesinin vebalini hiç kimse tek başına üstlenemez.

Her geçen yıl yaşadığımız yığınla örnek gösteriyor ki, öğrencilerimizin akademik başarılarının yüksek seviyede olması, onların hayat başarısına ulaşabilmesi, özgüvenli ve sağlıklı tercihler verebilmesi açısından yeterli olamayabiliyor. Bu nedenle okullarımızda artık akademik başarı kadar, sosyal hayatın asıl unsurlarından olan temizlik, vatanseverlik, dürüstlük, sevgi, saygı, nezaket, yardımseverlik, paylaşım, işbirliği vb. gibi sağlıklı ve dengeli kişiliğin oluşturulmasına yol açan değerler eğitimi de öne çıkarılmalıdır. İnsanlık açısından makbul kimse, bilgili insandan öte, bildiklerini olumlu istikamette kullanan, dehasıyla üretebilme kabiliyetini devreye sokan, yapıcı karakterli bireydir. Öğrencilerimizde sağlıklı, tutarlı ve dengeli kişilik yapısını oluşturabilmek, zaten eğitim alanının en tabii hedefidir.

Ayrıca ümitleri tümüyle eğitim öğretim kurumlarına bağlamak doğru ve gerçekçi de değildir. Evet, okullar bilgi verebilir; ancak bilginin davranış biçimine dönüşmesi, kişinin iyi ahlaklı ve karakterli kişi olmasına, o bilgilerin duygularla bütünleşmesine bağlıdır. Bütün değerlerin özündeki sevgi değeri, öncelikle aile bünyesinde karşılanır. Öte yandan uzmanlar, ailelerimizi örf ve âdetlerimizin, karakterimizin maya tuttuğu ve yoğrulduğu bir mektep olarak tanımlar. Aynı zamanda ailelerimiz, sevgi, saygı, şefkat, hoşgörü ve fedakârlık eğitiminin merkezidir. Anne-baba olabilmek kolay bir iş değildir, çok ağır sorumlulukların yüklenilmesini gerektirir. Yukarıda işaret edildiği gibi, şefkat, sevgi, sabır, yol gösterme, destek olma, fedakârlık, müsamaha vb. gibi çok sayıda meziyetin kazanılmış olmasını ve birlikte kullanılmasını şart koşan bir sorumluluğu bünyesinde taşır anne-baba olabilmek…

Aklı, duyguları ve iradesi temel insani değerlerle bezenmiş kimseler, kendisi ve çevresindekiler için huzur, güven ve bereket kaynağıdır. Güvenli geleceğimiz için, gençliğimizin kendine güvenmesi ve kişiliğini güvende hissetmesi gereklidir. Bunun için de gençlerimizi günübirlik avutmalarla oyalamadan, akıl ve ruh dünyalarını karartmadan, merhum Necip Fazıl’ın deyimiyle “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir” şuurunu nefsimizde de canlı tutarak kıymetine paha biçilmez ulvi değerlerin sahiplenilmesine katkı sağlamalıyız. Çünkü ulvi değerler insanın fıtratındaki en iyi tarafını ortaya çıkartır, kişiliğimizi büsbütün geliştirerek ilahi inayet duamızla kemâle ulaşabilmemizin yolunu açar:

“Rabbim! Bana hikmeti bağışla ve beni salihlerden eyle!” (Şuarâ/83)