“Eğer bu hayat bir sınavsa, benim sorularım neden bu kadar zor?” sorusu illaki çıkmıştır karşınıza. Ya da belki kendiniz böyle düşündünüz hayata hükmedemediğinizi anladığınızda. Ara ara kendisiyle tesirli ve kısa sohbetlerim olan hocama dünya isteklerimi hızlıca sıralarken bana şu cümleyi kurmuştu “evet canım, burası dünya, burası cennet değil, her istediğin olamaz.” Ne kadar da bildiğimiz bir durum halbuki. Fakat nisyandan müştak olduğumuz aşikâr. Peygamberin taşlandığı dünyada bu kadar çok beklenti neyimize yaradı bu zamana kadar değil mi?
Hayat seyrinden çıktığında ve hükmümüzün kati suretle işe yaramadığını apaçık şekliyle gördüğümüz zaman dilimlerinde verdiğimiz tepkilerle kendimizi yeniden tanırız aslında. Başına geleni karşılamak diye bir durum vardır. O kritik anlarda bildiğimiz dili konuşuruz hangi dili bildiğimizi bilmeyerek. Kritik anlar çok şey öğretir bize, görebilirsek. Olaylarla nasıl baş edebiliyorsak, işte tam olarak oyuz. Öfkeyle karşıladığımız şeyin bize nasıl da sektiğini görebilmek için ayna gerekebilir. Bu ayna bazen bir yakınımız, bazen çocuğumuz olur.
Şu gerçeği kabul edelim. Kendisiyle yüzleşmemiş insanın tesiri azdır. Zira insanın evvela kendisine laf geçirebiliyor olması elzemdir. Kendi eylemlerinin hülasasını yapan insanın görüşlerinin çok daha geçerli olduğunu görüyoruz gerçek hayatta.
İşler istediğimiz gibi gitmediğinde oturup beklentilerimizi gözden geçirmek bize iyi gelir. Sevdiğimizle tartıştık mı, ne bekliyorduk kendisinden ki bu kadar incindik? Toplumda fikrimiz önemsenmedi mi, topluma yüklediğimiz anlam neydi? Gözden geçirelim. Bazen ve hatta çoğu zaman bizi üzen şeylerin yine bizim anlamlandırdığımız şeyler olduğunu görürüz. Basittir fakat karmaşık olduğundan zaman alır. Klişedir fakat işe yarar bir cümle var “sıfır beklenti, sınırsız mutluluk.”
Mutluluğun sınırsız olmayacağı gerçeğini vurgulayarak, gerçekçi olmanın ve genelleme yapmanın çoğu defa bize zarar verdiğini bilelim, bildirelim.