Filistinli ve İsrailli yönetmenlerden oluşan bir kolektif ekip tarafından hazırlanan film, geçtiğimiz yıl Berlin Film Festivali'nde prömiyer yaparak Berlinale Belgesel Ödülü’nü kazanmıştı.
2019 ile 2023 yılları arasında çekilen bu çarpıcı yapım, İsrail güçlerinin hedef aldığı Batı Şeria’nın işgal altındaki Masafer Yatta bölgesinde, Filistinlilerin sistematik olarak zorla yerinden edilmesini gerçekçi bir atmosferde gözler önüne seriyor.
Belgeselin Oscar kazanması, İsrail’in Filistin halkına yönelik baskılarını ve işgal politikalarını tüm dünya kamuoyunun dikkatine sunarken, Filistinlilerin tarihsel trajedisini uluslararası ölçekte resmî bir tanıklıkla tescillemiş oldu.
Dünya çapında sinema endüstrisinin en prestijli ödüllerinden biri olan Oscar Ödülleri, yalnızca en iyi yapımları ödüllendirmekle kalmayıp, aynı zamanda küresel anlatılara yön veren ve toplumsal farkındalığı artırma gücüne sahip bir platform olarak da öne çıktığını söyleyen Medya Stratejisti Muhammed Ersin Toy, belgeselin detaylarını değerlendirdi.
Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi (AMPAS) tarafından sinemanın etkisini ve gelişimini tüm küre ölçeğinde yaymak amacıyla 1929’dan beri düzenlenen Oscar Ödülleri, bu yıl 97. kez sahiplerini bulduğunu ifade eden Toy sözlerine şu şekilde devam etti.
" 3 Mart 2025’te Los Angeles’taki Dolby Theatre’da gerçekleştirilen ödül töreni, sinema dünyasında yankı uyandıran anlara sahne oldu. Bu yılın en çok konuşulan yapımlarından biri ise İsrail’in 1948’den itibaren Filistin topraklarını aşamalı şekilde işgal edişini ve bunu "yerleşimci" söylemiyle nasıl meşrulaştırmaya çalıştığını anlatan No Other Land belgeseliydi.
Yaklaşık dört yıl süren çekim süreciyle hazırlanan yapım, Filistinlilerin topraklarını, evlerini ve hayatlarını İsrail’in baskıları karşısında nasıl kaybettiklerini çarpıcı ve gerçekçi bir anlatımla izleyiciye aktarıyor.
Filistinliler, İsrail’in 14 Mayıs 1948’te tarihi Filistin toprakları üzerinde kurulmasıyla başlayan zorunlu göç, katliam ve etnik temizlik sürecini "Büyük Felaket" (Nekbe) olarak adlandırıyor.
Bu trajik süreç, yüz binlerce Filistinlinin evlerinden koparılmasına ve mülteci konumuna düşmesine neden oldu. Yaklaşık 77 yıldır İsrail işgali altında yaşayan Filistin halkı, "yerleşimci" politikası adı altında topraklarının zorla işgal edilmesiyle mücadele ederken, 7 Ekim 2023’ten itibaren bu süreç fiili bir soykırıma dönüştü.
ABD Başkanı Donald Trump’ın yeniden seçilmesiyle birlikte Filistin halkının tamamının Filistin’den sürülmesi ihtimali de gündeme geldi. Bu çağrı, Orta Doğu’da ve küresel ölçekte büyük tepkiyle karşılandı ve bölgesel istikrarsızlığı daha da derinleştireceği gerekçesiyle sert şekilde kınandı.
Böyle bir ortamda, No Other Land belgeseli, İsrail’in 7 Ekim 2023’ten itibaren başlattığı saldırılar sonrası Filistin halkının yaşadığı trajediyi—7 Ekim soykırımını doğrudan ele almasa dahi—tüm açıklığıyla gözler önüne sererek küresel farkındalığın artmasına katkı sağlıyor. Aynı zamanda, ABD başkanının absürt söylemlerinin boşa çıkmasına da yardımcı oluyor.
İsrail’in medya gücü ve siyasi etkisine rağmen, No Other Land, İsrail’in 77 yıldır Filistin topraklarını nasıl işgal ettiğini ve bu işgalin Filistin halkı üzerindeki yıkıcı etkilerini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Bu belgesel, işgalin ve insan hakları ihlallerinin karanlık yüzünü dünya kamuoyuna sunarak, İsrail’in uluslararası algıyı şekillendirme çabalarına karşı güçlü bir karşı anlatı oluşturuyor.
"NO OTHER LAND BELGESELİ" BELGESELİ: İSRAİL İŞGALİNE İÇERİDEN BİR TANIKLIK
No Other Land belgeseli, İsrail işgalinin yıkıcı etkilerini içeriden bir bakış açısıyla sunarak izleyiciyi doğrudan çatışmanın ortasına çekiyor. Adalet arayışındaki Filistinli ve İsrailli aktivistlerin bir araya gelerek gerçeği belgelemesi, bu yapımı hem çarpıcı hem de sarsıcı bir tanıklık haline getiriyor.
Oscar ödülünü kazanan No Other Land, aynı zamanda antisemitizm suçlamaları ve yönetmenlerine yönelik ölüm tehditleriyle de karşı karşıya kaldı. Filmin büyük bir bölümü, 15 yaşından itibaren Masafer Yatta’daki İsrail işgalini belgelemeye başlayan Basel Adra’nın çektiği amatör video görüntülerinden oluşuyor.
Adra, bu görüntüleri bir tanıklık aracı olarak kaydetti. Filmin yönetmen kadrosunda yer alan Adra, İsrailli gazeteci Yuval Abraham, Filistinli yönetmen ve çiftçi Hamdan Ballal ile İsrailli görüntü yönetmeni ve kurgucu Rachel Szor’un ortaya koyduğu bu görseller, doğrudan, abartısız ve tamamen sarsıcı bir belge niteliği taşıyor.
Film, Filistin’in egemenlik mücadelesini, İsrail hükümetinin işgal ve savaş suçlarını gözler önüne sererek izleyiciyi bu tarihi gerçekliğe tanıklık etmeye çağırıyor.
"KAYDA ALMAYA BAŞLADIĞINDA, BİZ SONA ERMEYE BAŞLAMIŞTIK" DİYOR ADRA.
Belgeselin başında Arapça seslendirmesiyle. "Artık gidecek bir toprağımız kalmadı." Belgeselin ismi de tam olarak bu çaresizliği yansıtıyor: No Other Land (Başka Toprak Yok). Adra, İsrail’in uyguladığı sistematik baskıyı ve zorla yerinden etmeyi etkileyici bir dille aktarıyor.
Film, izleyicilere İsrail’in yerleşimciler yoluyla yürüttüğü işgalin ve şiddetin vahametini iliklerine kadar hissettiren bir deneyim yaşatıyor. 1980 yılında İsrail hükümeti, Batı Şeria’daki Masafer Yatta bölgesini askeri eğitim alanı ilan ederek burayı "kapalı bölge" statüsü haline getirdi. Ancak resmi belgeler, bu kararın ardında vadedilmiş topraklar meselesinin uzantısı olarak yasa dışı İsrail/Siyonizm yerleşimlerini genişletmek ve Filistinli köylüleri cebren sürgün etmek olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
İsrail, Filistin halkını kendi topraklarından sürerek, yerlerine dışarıdan gelen işgalci İsrailli yerleşimcileri iskân etme politikasını sürdürüyor. Bu süreç, Filistinli toplulukların evlerini, tarlalarını ve tüm yaşam alanlarını kaybetmesine neden olurken, işgalin her geçen gün daha da derinleşmesine yol açıyor.
No Other Land, bu acımasız süreci en yalın ve gerçekçi haliyle gözler önüne sererek izleyiciyi tarihi bir adaletsizliğe tanıklık etmeye davet ediyor.
OSCARLIK FİLMİN HİKAYESİ
No Other Land belgeselinin yönetmeni Basel Adra, aktivist bir ailede dünyaya gelmiş Filistinli bir yönetmen. Adra’nın doğduğu yer, Batı Şeria’nın güneyindeki kayalık tepelerde bulunan ve İsrail tarafından Filistinlilere yasak bölge ilan edilen Masafer Yatta köyü. Burada yaşayan yaklaşık bin Filistinli, uzun yıllardır İsrail mahkemelerinde evlerinin ve topraklarının kendilerine ait olduğunu kanıtlamaya çalışırlarken İsrail güçlerinin kayıtsızlığı karşısında beyhude bir telaş içerisinde olduklarını derinden hissediyorlar.
No Other Land belgeseli, işte bu köy sakinlerinin yaklaşık 22 yıl süren hukuk mücadelesinin ardından, 2022 yılında İsrail Yüksek Mahkemesi’nin tartışmalı tahliye kararıyla başlayan süreci ele alıyor.
Karara göre Masafer Yatta sakinleri evlerinden sürgüne gönderilecek ve İsrail hükümeti yıkılan bu evleri İsrailli yerleşimcilere tahsis edecek. Bu gelişme, belgesel ekibi tarafından sahada titizlikle belgelenen resmi yıkım kampanyasının başlangıcını oluşturuyor.
95 dakikalık belgesel ağırlıklı olarak Arapça ve İbranice ilerlerken, Batılı medya kuruluşlarından alınmış haber kesitleri de filmde sıkça yer alıyor. Adra ve ekibi, zaman zaman bu haberlere doğrudan yorumlarıyla katkıda bulunuyor. Filmle ilgili temel eleştirilerden biri, İsrailli yönetmenlerin belgesele ne ölçüde müdahale ettikleri konusudur.
İkinci önemli eleştiri ise Ekim 2023'te İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ardından yaydığı dezenformasyonlardan birinin belgesele dahil edilmesidir. Özellikle Hamas'ın "40 bebeğin kafasını kestiği" yönündeki asılsız iddia, Batılı medya haberleriyle birlikte belgeselde gösteriliyor.
Bu tür dezenformasyonların İsrail tarafından uluslararası kamuoyunu yönlendirmek için kullanıldığı bilinirken, böylesi tartışmalı bir içeriğin belgesele dahil edilmesi ciddi biçimde eleştiriliyor. Bu durum, belgeselin güvenilirliğini sorgulanır hâle getirmenin yanı sıra, İsrail'in gerçekleştirdiği terör ve suç eylemlerinin yanında "Filistinliler de masum değil" algısını güçlendirme girişimi olarak yorumlanıyor.
Benzer şekilde, Oscar ödül töreni sırasında filmin yapımcılarından Abraham’ın 7 Ekim 2023 tarihinde yaşanan soykırımı haklı gösteren açıklamaları ve rehinelerin derhal serbest bırakılması yönündeki vurgusu da bu algıyı güçlendirmiştir.
Sonuç olarak, 7 Ekim 2023’ten itibaren İsrail devleti, Filistin halkına karşı sistematik bir soykırım politikası yürütmektedir. Bu süreçte ABD ve müttefiklerinin doğrudan ya da dolaylı olarak İsrail'in saldırılarına destek vermesi, uluslararası hukuk ve insan hakları normlarının açıkça ihlal edilmesine neden olmaktadır.
Eşitlik, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve evrensel insan hakları gibi değerleri savunan küresel güçlerin, konu İsrail olduğunda sessiz kalması, dünya kamuoyunda büyük bir ikiyüzlülük olarak algılanıyor.
Buna rağmen sosyal medya ve bağımsız gazetecilik sayesinde İsrail’in uyguladığı şiddet ve insan hakları ihlalleri her geçen gün daha açık biçimde gözler önüne serilmektedir. İsrail’in zulmüne karşı protestoların akademik çevrelerde, üniversitelerde ve dijital platformlarda giderek artması, Filistin halkının yaşadığı trajedinin küresel farkındalığını artırmaktadır.
Bu ortamda, İsrail’in 77 yıldır devam eden işgalini, yerleşimci politikalarını ve Filistinlilere yönelik zorunlu göç uygulamalarını anlatan No Other Land belgeselinin Oscar kazanması uluslararası alanda önemli bir dönüm noktasıdır. Belgeselde Hamas'a yönelik eleştiriler ve savaşın Hamas tarafından başlatıldığına dair yanlış bilgiler bulunması, hatta İsrail’in yaydığı "Hamas’ın 40 bebeği öldürdüğü" şeklindeki dezenformasyona yer verilmesi eleştirilse de, bu unsurlar belgeselin genel mesajını gölgelememelidir. Yine de belgeselin alt metninde, İsrail'in yaptığı zulümlerin yanında Filistinlilerin de kusurlu olduğunu ima eden bir anlatının bulunması dikkat çekicidir.
Belki de belgeselin Oscar ödülü almasının temel sebebi, İsrail'in Filistin meselesi üzerindeki kafa karıştırıcı söylemlerini, yerleşimci terörü ile birlikte uluslararası kamuoyunda daha kolay meşrulaştırmasını sağlamasıdır. Ayrıca belgeselin Yahudi ve Müslüman iş birliği ile hazırlanmış olması, İsrail’in kamuoyu önünde bir tür “günah çıkarma” hamlesi olarak da yorumlanabilir.
Bir diğer önemli husus, No Other Land belgeselinin İsrail'in insan hakları ihlallerini güçlü görüntü ve belgelerle net bir biçimde ortaya koymasıdır. Bu durum İsrail yönetimini de rahatsız etmiş olacak ki, İsrail Kültür Bakanı Miki Zohar, filmin Oscar kazanmasını "sinema adına üzücü bir an" olarak nitelendirerek, belgeselin İsrail karşıtı bir anlatı içerdiğini iddia etmiştir. Avrupa ve ABD’de birçok önemli ödüle layık görülmesine rağmen, filmin ABD’de henüz dağıtım anlaşması yapamamış olması, belgeselin üzerindeki sansür ve baskıyı açıkça ortaya koymaktadır. Bu durumun, belgeselin örtülü mesajlarını daha da güçlendirmek için kullanılan stratejik bir hamle olması da mümkündür.
Bir başka durum Avrupa’da yaşanmıştır. Berlin şehrinin web sitesinde, Başka Toprak Yok filmi "antisemitik eğilimler sergiliyor" şeklinde tanımlanmıştır. ABD gibi Almanya da İsrail'in Gazze’de başlattığı soykırım kampanyasından itibaren İsrail'e olan desteğini artırmıştır.
Alman hükümeti, Filistin'e destek amacıyla düzenlenen barışçıl yürüyüşlere katılanları dahi vatandaşlıktan çıkarmakla tehdit etmiştir. Ayrıca, akademisyenlerin okullarından uzaklaştırılması, sokak eylemlerinin "antisemitik" olduğu gerekçesiyle ağır cezalarla karşılaşması da bu desteğin bir göstergesidir. Böylece, Avrupa’daki birçok ülke gibi, Almanya ve ABD de diğer Batılı İsrail destekçileriyle birlikte barışın önünde birer engel hâline gelmiştir.
Abraham, ödül konuşmasında bu duruma dikkat çekerek barış sürecinin tıkanmasında özellikle ABD dış politikasının etkili olduğunu vurgulamıştır.
Bununla birlikte, belgeselin özellikle ABD ve Batı medyasında geniş gösterim imkânı bulamaması, İsrail’in medya gücü ve diplomatik nüfuzunun Filistin meselesinin küresel çapta görünürlüğünü engellemek için nasıl kullanıldığının açık bir göstergesidir.
Bugüne kadar 400’den fazla gazeteciyi hedef alarak öldüren İsrail’in, belgeselin geniş kitlelere ulaşmasını engellemek için çaba göstermesi beklenebilir bir durumdur. Ancak bu süreç aynı zamanda sinemanın yalnızca bir sanat dalı olmadığını, küresel anlatıları şekillendirme, gerçekleri dile getirme ve direnişin sesi olma gücünü açıkça ortaya koymaktadır.
İsrail, medya üzerindeki kontrolünü ne kadar yoğun kullanırsa kullansın, 7 Ekim sonrası dönemde hiçbir dezenformasyonun ya da manipülasyonun İsrail’in katliam ve terör devleti olduğu gerçeğini gizlemesi artık mümkün olmayacaktır.