Marmara Cezaevi’nden tutuklu bulunan Ekrem İmamoğlu, Financial Times’a yazdı İmamoğlu şu ifadeleri kullandı:
Avrupa ile Asya’yı birbirine bağlayan, Karadeniz ile Doğu Akdeniz’in kesişiminde yer alan Türkiye, kıtaların, kültürlerin ve çatışma bölgelerinin kavşağında bulunmaktadır. Kuzeyde Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşı, güneyde Ortadoğu’nun çalkantısı… Tüm bunların ortasında Türkiye, küresel ticaret, güvenlik ve diplomasi açısından kilit bir aktör olmaya devam ediyor. Yönümüz yalnızca bizim için değil, uluslararası düzenin istikrarı için de önemlidir.
"YARGI SİLAHA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ"
Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünden bu yana Türkiye'nin izlediği yol etkileyici bir model sundu: Modernlikle baş etmeye çalışan, çoğunluğu Müslüman olan, laik ve demokratik bir cumhuriyet. Ancak Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 yıllık iktidarında bu model çöktü. Demokratik kurumlar aşındı, muhalefet suç sayıldı, yargı ise bir silaha dönüştürüldü. Bu demokratik çöküş, ekonomik krizi derinleştirdi ve halkın umutsuzluğunu artırdı.
“TÜRKİYE HALKI DEĞİŞİME HAZIR"
2019’da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğumdan bu yana ben başka bir yol önerdim. Erdoğan’ın uzun vaatlerle dolu ama icraatta yetersiz otoriter popülizminin aksine, insan onurunu, pratik çözümleri ve kamusal güveni esas alan bir yurttaş modeli geliştirdik: “Halkçı kalkınmacılık” dediğim bir yaklaşım. Bu vizyon, 2024 yılında 16 milyon İstanbullu tarafından üçüncü kez belediye başkanı seçilmemle bir kez daha teyit edildi. Zaferimiz, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) ulusal ölçekteki büyük başarısının bir parçasıydı. Mesaj netti: Türkiye halkı değişime hazır.
“HÜKÜMET BASKIYI ARTIRDI"
Kamusal destek dalga dalga büyürken, cumhurbaşkanlığı adaylığımı açıkladım. Ancak hükümet bu ivmeye saygı göstermek yerine baskıyı artırdı. Belediyemiz soruşturmalar ve tehditlerle boğuldu, hizmetlerimiz engellenmeye çalışıldı. Cumhurbaşkanlığı için gerekli olan ve otuz yılı aşkın süre önce alınmış üniversite diplomam keyfi biçimde iptal edildi. Ardından, adaylığımın resmen ilan edilmesinden dört gün önce, 19 Mart’ta, yüzlerce polis evimi kuşattı. En yakın danışmanlarım ve belediye çalışanlarımla birlikte, uydurma yolsuzluk ve teröre yardım suçlamalarıyla gözaltına alındım.
Bu satırları, çok sayıda seçilmiş yetkili, akademisyen, gazeteci ve aktivistin tutulduğu Silivri Cezaevi’ndeki hücremden yazıyorum. Hakkımdaki iddialar, “gizli tanık” olduğu öne sürülen birkaç kişinin muğlak ifadelerine dayanıyor. Hakkımda herhangi bir mahkûmiyet kararı yok. Ben bir siyasi tutsağım.
“ERDOĞAN İÇİN BİR ZAFER DEĞİL"
Benim cezaevine atılmam Erdoğan için bir zafer değil. Aksine, bu durum bir uyanışı tetikledi. İlk sokağa çıkanlar öğrencilerdi. Yüz binlerce insan katıldı — tabandan mitingler örgütlediler, Erdoğan’ın himayesindeki medya ve şirketlere karşı boykot başlattılar. 15 milyondan fazla yurttaş, CHP’nin açık ön seçimlerine katılarak beni cumhurbaşkanı adayı olarak gösterdi. Bu, hep birlikte demokrasimizin geleceğine sahip çıktığımızın göstergesidir.
Hükümetin beni saf dışı bırakma girişimi, Türk lirasını desteklemek için Merkez Bankası’nın rezervlerini harcamak zorunda kaldığı yapay bir krize neden oldu. 2023’teki çöküşten sonra “rasyonel ekonomi politikalarına dönüş” olarak lanse edilen yönelim, siyasi hayatta kalma uğruna hızla terk edildi.
"ACİL STRATEJİK EŞ GÜDÜM GEREKLİ"
Türkiye’nin istikrarı yalnızca vatandaşları için önemli değildir. NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip, Avrupa Konseyi üyesi ve uzun süredir AB aday ülkesi olan Türkiye’nin siyasal yönelimi, Avrupa’nın, transatlantik ittifakın ve daha geniş anlamda Ortadoğu ile Kafkasya’nın güvenliği açısından kritik önemdedir. Ukrayna’daki savaş, bu jeopolitik yayda ne kadar acil stratejik eşgüdüm gerektiğini göstermiştir. Suriye’deki gelişmeler ve Gazze’de süren trajedi, istikrarsızlığın ne denli kolay sınır ötesine taşabildiğini ortaya koymaktadır.
“HAYATİ ÖNEM TAŞIYOR"
Tüm bu sahalarda, demokratik ve laik bir Türkiye yalnızca faydalı değil, vazgeçilmezdir. AB, büyüyen tehditlere karşı kendini sağlamlaştırmaya çalışırken, demokratik bir Türkiye’nin varlığı hayati önem taşır. Gençlerini susturan, muhalefeti ezen ve korkuyla yöneten bir rejim, bölgesel istikrarsızlığı derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır.
Küresel tedarik zincirleri yeniden şekillenirken, coğrafyamız ve sanayi altyapımız Türkiye’yi doğal bir ortak haline getiriyor. Ancak bu potansiyel, yalnızca ülke güvenilir, şeffaf ve kurallara dayalı ekonomi politikalarıyla yönetilirse gerçeklik kazanabilir. Aksi takdirde yatırımcı güveni yok olur ve sermaye başka yerlere yönelir.
Türk halkı iki yüzyıldan fazladır anayasal yönetim, yurttaş temsiliyeti ve adalet için mücadele ediyor — bu da otoriterliğin Türkiye’nin “doğal kaderi” olduğu yönündeki miti çürütüyor. Bugün, dünyadaki demokratik dayanışma, ortak geleceğimizi inşa etmek için hayati önemdedir. Küresel düzeyde demokrasinin gerileme dalgası Türkiye’de başlamış olabilir. Ancak ben, buna karşı direnişin de yine Türkiye’den başlayacağına inanıyorum.”