Kendilerine misâfir olan peygamberlerini ağırlamayan Yahudîler, ayıplarını örtmek için, Kur'ân-ı Kerim’i tahrif etmeye girişimine kalkıştı. Yoldan çıkmış Yahudiler, Peygamberimize yaptıkları teklifi Hz. Ömer’e de yaptı. Hz. Ömer bu teklife karşılık İsrailoğullarına savaş ilân etti


Zamanla Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine yaptıkları teklifi Hazret-i Ömer (r.a.)'a yaptılar. Hazret- i Ali Efendimiz (r.a.)da oradaydı. Yahudiler: Ya Ömer! “Onlar bunları misafir etmekten çekindiler” (1) Aye-i kerimesidir," ayet-i kerimesinde ki ‘Be’ harfini ‘Te’ olarak değiştirirseniz yani “onlar misâfir etmek için koşuştular, birbirleriyle yarıştılar,” manası çıkarsa, size on deve yükü altın size vereceğimiz gibi, bütün Yahudilerin iman edeceklerini ve Müslüman olacaklarını taahhüd ediyoruz!" dediler. Kendilerine misâfir olan peygamberlerini ağırlamayan Yahudîler, ayıplarını örtmek için, Kur'ân-ı kerimi tahrif etmeye teşebbüs etmek istiyorlardı. Peygamberlerini evlerine misafir etmekten kaçınan Yahudilerin hakkı ve hakikatı değiştirmek için çok cömert olmuşlardı. Yahudilerin bu çirkin teklifleri karşısında Hazret-i Ömer ve Hazret-i Ali birbirlerine baktılar. Tüyleri diken diken oldu. Kılıçlarını çektiler. Hazret-i Ömer ile Ali (r.a.), Allâh’ın kitabında bir harfi değiştirmek isteyen Yahudîlere karşı savaş ilân ettiler. Binlerce Yahudî öldürüldü. Hayatta kalan diğer Yahudîler de hicâz bölgesinden sürüldüler. (2)

YAHUDİLERİN ÇIKARDIĞI FİTNELER


Hazret-i Osman'ın zamanında İslâm'ın haritası akıllara durgunluk verecek şekilde safhaya varmıştı. Devlet, birlik, beraberlik ve disiplinden yoksun; kanun ve nizâm tanımayan her kabile ve hatta her ferdin kendi başına buyruk olduğu Arabistan, İslâm dininin getirdiği "Din kardeşliği" duygusuyla tek vücut olmuştu. İslâm'ın insanlara huzur ve saadet veren ilâhî ahlak ve kanunlarını insanlara duyurmak aşkı ile kıt'a dan kıt'a'ya koşan aşk, vecd ve dava kahramanlarına sahne olmuştu. İnsanlar, değişmişti sanki. Eskiler gitmiş; yepyeni bir toplum doğmuştu. Müslümanlar girdikleri her savaşta zaferle dönüyorlardı. Zaman zaman Müslüman askerler, kendilerinden on, yirmi ve hatta yüz kat daha fazla ve yine bir o kadar çok maddî güce sahip düşmanlarla savaşıyorlardı. Hep zafer. Hep başarı Müslüman askerler, kâfir ve müşrik milletlerin korkulu rüyâsı olmuştu. Kâfir anneler, yaramaz çocuklarını cengâver Müslüman askerlerle korkutuyor ve uyutuyorlardı. Bir çok insan Müslümanların nasıl bir varlık olduklarını görmek istiyorlardı. Müslümanların mütevâzı hallerini gördükleri zamanda şaşıp kalıyorlardı.

- Bunlar insan mı yoksa gökten inmiş melekler mi?" diye kendi kendilerine mırıldanıyorlardı.Müslüman askerlere olan hayretleri daha da artıyordu.

Müslümanlar;

Allâh'ın memuru,

Kitabullah'ın memuru,

Resûlüllah'ın memuru,

İslâm dinin memuru,

Feyiz ve nuru ilâhi'nin memuru olarak kendilerini gören Müslümanlar, Allâh yolunda cihâd etmenin verdiği zevk, aşk ve heyecan ile gece gündüz çalıştılar.Kükrediler. Dünyayı titrettiler. Deniz'de at koşturdular.

-"Ey Rabbîm! Eğer önüme bu deniz çıkmasaydı senin adını daha ileriye götürecektim," diyorlardı.

NİCE BÖLGELER İSLAM’LA ŞEREFLENDİ

Daha sonra gelenlerde kara gemileri yürüteceklerdi. Müslümanlar, kısa bir süre içerisinde dünya'yı fethettiler: Bütün Arabistan, Yemen, Mezopotamya, Mısır, Filistin, Hint Okyanusu, Umman denizi, Irak, İran, Suriye, Doğu Anadolu, Akdeniz, Kafkasya ve daha nice bölgeler, İslâm, adâleti ile şereflenmişti. İslâm devleti yeryüzünün en büyük devletiydi. (3) Kısa bir sürede yeryüzünü sevgi ve barış kapladı. İnsanlar, insan olduklarını anladılar. İnsanlar, medeniyetle tanıştılar. İnsanlar, mutlu ve huzurlu bir hayat yaşamaya başladı. İslâm ordusu ilerleyip, insanlar, akın akın İslâm dinine girdikçe Yahudîlerin kın ve garazları artıyordu. Yahudîler, insanlığın İslâm'a girmelerini engellemek için harekete geçtiler. Abdullah bin Sebe adında bir Yahudî, kendisine çok sâdık dört arkadaşını alarak yola çıktılar…

Abdullah bin Sebe dört kişilik bir şebeke kurdu. Kendisiyle beraber beş kişi olan bu fitne ve fesat örgütü yeryüzünü fesada vermek, fitne çıkarmak, Müslümanların arasına, tefrika sokmak ve müminleri bölmek için şehirlere dağıldılar. İbni Sebe onlara: Camilerden çıkmayın." Yahudi'nin biri sordu:

-"Camide ne işimiz var?" İbni Sebe: Gece gündüz ibâdet edin." Bir diğer Yahudî güldü. Biz mi?" İbni Sebe:

-"Evet sizler bundan böyle camilerden çıkmayacaksınız" Diğer bir Yahudî sordu: Ne kadar süreyle?"

- "Diğer porin bayramına kadar. Gelecek yılın porin bayramında yine burada toplanırız. O güne kadar camilerden çıkmayın. Ama camide miskin miskin oturmayın. Gündüzleri oruç tutun. Sürekli Kur'ân-ı kerim okuyun. Hep namaz kılın. Halkın gözüne girmeye çalışın. Millet sizi sevsin. Halk, sizi dindâr, zâhid ve hatta evliyâ sansın. İnsanlara kendinizi sevdirin. Eşrâf ile iyi diyaloglar kurun. Onların konuşmalarına kulak misâfiri olun. Şikâyetçi oldukları konuları öğrenin. Gelecek sene porin bayramında yine burada buluşmak üzere" Bu beş kişilik fesat ve fitne şebekesi ayrıldılar. Her biri bir şehre doğru yoldu. Yahudîler, Kûfe, Basra, Bağdat, Şam gibi büyük şehirlere dağıldılar. İbni Sebe de Medineye gitti.

PEYGAMBERİMİZ’E İFTİRA ATAN YAHUDİ

Hazret-i Osman'ın huzuruna varıp Müslüman olduğunu söyledi. Şahâdet kelimesini getirdi. Hazret-i Osman'dan bir vazife bekliyordu. Kendisine devlet dâiresinde bir görev verilmedi. İbni Sebe sağda solda Hazret-i Osman'ın aleyhinde konuşmaya başladı. Müslümanların şikâyeti üzerine Mısır'a sürgün edildi. İbni Sebe, Mısır'da kendisine göre bir çevre buldu. Tevrât, İncil ve Kur'ân-ı Kerim'i okumuş olan İbni Sebe'nın sözleri dinlenir oldu. Câhil çevrelerde kendisine büyük bir rağbet oldu. Yahudî İbni Sebe, sözlerinin dinlenir olduğunu gece sohbetlerini kurdu. Orada toplanan gençlere hedeflediği fikirleri aşılamaya çalıştı. Onlara:

-"Muhammed (s.a.v.) Hazret-i isa'dan daha üstün değil mi?" Cemaat

-"Evet!"

Yahudî İbni Sebe, taşı gediğine koydu: Âhır zamanda kıyâmete yakın bir vakitte isa Aleyhisselâm'ın tekrar yeryüzüne geleceğine inanıyorsunuz da Muhammed Mustafa (s.a.v.)'in tekrar bir daha dünyaya geleceğine neden inanmıyorsunuz?" Yahudî İbni Sebe'nin bu bozuk düşüncesi ile Mısır çalkalandı. Günlerce bunun tartışması oldu. İlim ehli tarafından rağbet görülmedi. Ve hatta bu sapık inancı çürütüldüğü halde câhil insanlar tarafında kabul edildi. Bu düşüncesinin kendi câhil çevresi tarafından kabul edildiğini gören, Yahudî İbni Sebe, Müslümanların huzur ve saadetini bozacak görüşler ortaya atmaya başladı: Her peygamberin bir veziri vardır… Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in neden veziri olmasın?" Bu soru cahil insanların beyinlerine bir balyoz gibi gibi inip çıkıyordu. Yahudî İbni Sebe'nin elinde birer oyuncak olmuşlardı. Bu işin böyle olup olmadığını ve işin doğrusunun ne olduğunu bir âlime soracak akılları yoktu. Neden sonra Yahudî İbni Sebe ağır ağır konuşmaya başladı.

-"Peygamberimizin veziri de Hazret-i Ali'dir. Halifelik aslında Hazret-i Ali'nin hakkıydı. Hazret-i Ömer, hilâfeti, Hazret-i Osman'a değil meşverete bırakmıştı. Meşveret, Hazret-i Ali üzerinde ittifak etmişlerdi. Abdurrahman bin Avf (r.a.) Hazret-i Ali'nin elini tuttu ve ona biât edeceği an, Amr bin As Hazretleri, Hazret-i Osman'a biât etmesini sağladı. Bundan dolayı Hazret-i Osman'ın hilâfeti haksız yeredir" gibi düşüncelerle cahillerin kafasını çeldi.

Yahudî İbni Sebe bir sene kendi bozuk düşüncelerini yaydı. Cahiller tarafından büyük bir rağbet gördü. Bir sene sonra yola düştü. Buluşma yerine geldi. Fesat ve fitne ocağına geldi. Orada toplandılar.

Arkadaşlarından, Şâlon gelmemişti.

Sebebini sordu:

Dedeler ki:

-"Şâlon bizi bıraktı."

-"Nasıl?"

-"Müslüman oldu"

Yahudî İbni Sebe uzun süre düşündükten sonra:

-"Şu anda nerededir?"

-"Bağdat'ta yerleşti. Orada evlendi. Sabahları medrese okuyama devam etmektedir. Öğlenden sonra da bir dükkanda çalışmaktadır…"

Yahudî İbni Sebe, arkadaşlarının yüzüne baktı.

-"Onu öldürmeliyiz! Hem de çok acıklı bir şekildi. Onu, eşini ve evini ateşe verin. Bize ihânet eden bir kişi cezâsını hemen çekmelidir. Evini yakarken kazâ süsünü verin."

Üçü bir ağızdan:

-"O bunu çoktan hak etti."

Yahudî İbni Sebe, diğer şer şebekesiyle gündemi konuştu. Ve onlara şu emri verdi:

-"Geldiğiniz yere dönün. Orada vali ve âmirlerin şeriat dışı hareketlerde bulunduklarını yayın. Halkın huzur ve rahatını bozacak fısıltıları çok hızlı bir şekilde yayın. Bir şehirde bir aydan daha fazla kalmayın. Bütün İslâm âlemini dolaşın… Hac mevsiminde Arâfat'ta buluşalım…"

Terör örgütü, önce Bağdat'ta gitti.

Orada Müslüman olup, Sâlih adını alan, eski arkadaşlarını buldular. Onu takip ettiler. Kendini ilme ve irfana veren temiz kalpli Salih'in evini geceleyin ateşe verdiler.

Sâlih eşinin elinden tutup sokağa çıkacağı zaman, ikisini de sırtlarında bıçaklayıp öldürdüler.

Yahudî İbni Sebe'nin şer şebekesi İslâm âleminde "Fısıltı Gazetesi"ni yaymaya başladılar:

-"Duydunuz mu Kûfe vâlisi falanca ailenin koyunlarına el koymuş!"

-"Basra'da vâli, falanca aileyi kılıçtan geçirmiş!"

-"Bağdat'ta vâli falanca göçebenin bütün koyun ve develerini zorla ellerinden almış!"

-"Mısır'da vali zorla milletten haraç topluyor muş!"


KUTU

Efendimiz (s.a.v.)'in Hazreti Sâfiye ile evlenmesi

Hayber esirleri arasında, Benî Nadîr reisi Huyey bin Ahtabın kızı Safiyye de vardı.

Safiyye Hz. Harun'un neslinden olup, annesi de Benî Kurayza reisinin kızıydı.

Hayber Yahûdîlerinin reisi Rabi' oğlu Kinâne ile evlenmişti. Kocası savaşta ölmüş, kendisi esir düşmüştü.

Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) O'nu Dihyetü'l-Kelbî'ye vermişti.

Ashâb bunu uygun bulmadılar:

- Hayber reisinin eşi Benî Kurayza ve Benî Nadîr'in en şerefli hanımının câriye olarak Dihye'ye verilmesi, Yahûdîler için son derece haysiyet kırıcı olur. Bu sebeple Safiyye'yi ancak sizin nikâhlamanız uygun olur, dediler.

Rasulüllah (s.a.s.) Dihye'ye başka bir câriye verdi.

Safiyye'yi azâd etti

Sâfiyye Müslüman oldu.

Onunla evlendi.

Böylece O'nun haysiyet ve şerefini korudu.

Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, Hazret-i Safiyye annemizle evlendiği gecenin sabah namazına kalktığı zaman, çadırının önünde elinde kılıç ile gezinen Eyyub-i Ensâri Hazretlerini gördü ve sordu:

-"Nedir bu hal?"

Eyyubî el- Ensâri Hazretleri:

-"Babası, kocası ve kavmi öldürülmüş bir Yahudi kadının Sana fenalık etmesinden korktum. Onun için bu gece buruda nöbet bekledim," dedi.

KAYNAKLAR

[1] El-Kehf: 28/76
[2] Ruhu’l-Beyan:5/283
[3] O kutlu günden itibâren, 18. asrın son yarısına (1770 yılına) kadar, yeryüzünün en büyük devleti şu veya bu isim adı altında bir İslâm devleti olacaktı.