Medine’de yaşayan Yahudiler, ahır zaman peygamberini bekliyorlardı. Kendi milletlerinden zuhur edeceğini zannetkileri ahır zaman peygamberinin Hazret-i İsmâil’in neslinden geldiğini görünce öfkelendi. İsrailoğulları çok defa Peygamberimiz’i (S.A.V) öldürme teşebbüslerinde de bulundu

İnsanlık, büyük cehâletin içindeydi. Karan bir dünyaları vardı. Her tarafları, sisliydi. Cehâlet ve zulüm insanlığı kaplamıştı. İnsanlar, birbirlerinin kurdu olmuştu. Dinler tamamen bozulmuştu. Hazret-i İbrâhim’in insanlığa tebliğ etmiş olduğu Hanif dini zamanla unutulmuştu. Onun yolunda gittiklerini söyle­yenler, Ka­be'yi put ve heykel ile doldurmuşlardı. Cenab-ı Allâh’ın Musa Aleyhisselâm’a indirmiş olduğu İlâhî hükümler, insanların istek ve arzularına göre değişmişti. Bir çok ha­ham (Yahudî din âlimi) insanların keyiflerine göre Tevrat’ta tahri­fat yapmışlardı. Hahamlar, az bir para karşılı­ğında İlâhî emir­leri değiştiriyorlardı. Bazılarının arzularına göre içtihat yapıp onu in­sanlara Allâh’ın âyetleridir diyerek satıyorlardı. Kendilerine doğru yolu gösterenlerin sözlerine kimse ku­lak vermiyordu. Şa’yâ Aleyhisselâm, Hazret-i Zekeriyya ve Yahyâ Aleyhisselâm gibi birçok peygamberi öldürdüler. Musa Aleyhisselâm’ın getirmiş olduğu İlâhî emir ve yasaklar zaman içeri­sinde büyük bir değişikliğe uğradı. Hazret-i İsa’nın getirmiş olduğu İncîl zamanla tamamen bozulmuştu. Bir olması gereken İncîl bin parça olmuştu. Han­gisi­nin hak; hangisinin bâtıl olduğunu hiç kimse bilmiyordu.


ÇİN, HİNDİSTAN, İRAN VE ARABİSTAN

O dönemde insanların yoğunlukta yaşadığı Çin, Hindistân ve İran'da gerçekten insanlar, acınacak hâldeydi. Hak-hukuk kalma­mıştı. Adâlet yoktu. Çin, büyük bir karışıklık ve tam bir kaos içindeydi. Kadı­nın hiçbir hakkı yoktu. Erkeğin eşini ve çocuklarını satabilme hakkı vardı. Kız çocuklarına isim bile verilmezdi. Bir, iki ve üç diye çağırı­lırdı. İkinci kızı doğan bir aile yeni doğan kızını ölmesi için karlı bir günde soğukta ölüp, kurda kuşa yem ol­ması için götürüp dağa bırakırdı. Hindistan’da insanın hiçbir değeri yoktu. Kast sistemi, halkı adeta mengene gibi ezmekteydi. Sınıf farkları vardı. Ka­dının hiç bir hak ve hukuku yoktu. Koca, karısını kumar masa­sında kaybede­bilirdi. Kocası ölen kadın diri diri toprağa gö­mülürdü. Top­lum Brahman denilen din adamlarının elinde bir oyuncak gi­biydi. İran'da insanlar ateşe tapıyordu. Kadın susayan herkesin içebileceği bir çeşme olarak kabul ediliyordu. Şamanistler, ölen bir kişinin kadın ve câriyelerini kendisi ile birlikte diri diri toprağa gömüyorlardı. Arabistan'da insanlar, cehâlet ve zulmün altında inim inim inliyordu. İnsanların, dimağları Arabistan dağlarında gü­neşlenen ker­tenkelenin sırtı gibi olmuştu. Merhâmet nedir bilmiyordu. Şefkatten mahrumdu. Medeniyet yoktu. İnsanlar, insanlıklarını unutmuştu. Arabistan, kabile, aşiret, ırk, renk ve sınıflara bölünmüştü. İnsanlığın ufuklarını kara cehâlet bulutları kaplamıştı. İnsanlar, kabile, oymak, aşiret ve ailelere bölünmüştü. İnsanların gönül dünyaları kararmıştı. Merhamet, şefkat ve acıma duyguları insanların benlikle­rinden silinmişti. İnsanlar, pazarlarda alınıp satılır olmuştu. Kadınların hiç bir hak ve hukuku yoktu. Kız çocukları daha altı yedi yaşlarında iken canlı canlı toprağa gömülüyordu. Faiz, tefecilik ve her türlü ticârî hileler büyük bir mahâret sayılıyordu. İnsanlar, örf, âdet ve törelerden başka hiç bir kanun ve ni­zam tanımıyordu. Güçlü zayıfı ezmeyi bir meziyet sanıyordu. Zulüm bir er­demlik olmuştu. İnsanlık, hak, adâlet ve medeniyetten uzak, kor­kunç bir vahşetin girdabına girmişti. Fuhuş ve eşkıyâlık, her türlü zulüm ve zorbalık almış yü­rümüştü. İnsanlar, puta, taşa ve heykele tapıyordu.

ZULÜM HAT SAFHADAYDI

Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin teşrifinden önce bütün dünyada her bakımdan kötülüklerin ve karışıklıkların hüküm sürdüğü bir fetret devri mevcuttu. O günün insanları her türlü sapıklık içinde âdeta yüzüyordu. İnsanlık, hak, adâlet ve medeniyetten uzak, korkunç bir vahşetin girdabına gömülmüştü. Fuhuş ve eşkıyalık, her türlü zulüm ve zorbalık almış yürümüştü. Öyle ki, kimin kime gücü yetiyorsa o, diğerinin malına, canına, ırzına tecâvüz ediyor, elinde nesi varsa alıyordu. Hattâ bir kısım insanlar, kendi kız çocuklarını diri diri toprağa gömüyor ve öldürüyorlardı. Vahşet ve ahlâksızlığa öylesine dalmışlardı ki; bir kadını birkaç erkek ortaklaşa alabiliyordu. Ayrıca kadının cemiyette hiç değeri yoktu. Para ile alınıp satılabilen basit bir eşya muâmelesi görüyordu. İnsanlar, birbirlerine diş bileyen düşman gruplar halinde kabilelere ayrılmış, kabileler arasında kan dâvâları almış yürümüştü. İnsanlığın bu halini Şair Mehmed Akif şu iki mısraında ne güzel tasvir ediyor: Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi “

İşte böyle bir devirde Resûl-i Ekrem Efendimiz, (sallallâhü aleyhi ve sellem) Mekke-i Mükerreme'de, Milâdın 571'inci senesi Rebîulevvel ayının 12'inci gecesi sabaha karşı dünyayı şereflendirdiler. Peygamberlik silsilesinin son halkası olan Peygamberimizin, kırk yaşına girip daha kendisine nübüvvet ve şerîat verilmezden evvel bile, elinde bir çok hârikalar zuhur etmişti. „ Emrolunduğun gibi dosdoğru ol“ ilâhi emrine tam mânâsıyla uyduğu için, hayatının her kademesinde sadakat ve doğruluğun canlı bir örneği olmuştur. O her türlü riyâ ve yalandan uzaktı. Devrinde kimse kimseye itimad edemez ve güvenemezken, herkes ona inanıyor, ona itimat ediyor, ihtilâfa düştükleri meselelerde onun hakemliğine ve hükmüne râzı oluyorlardı. Onu inkâr eden düşmanları bile, onun sadâkat ve doğruluğunu, yalan ve riyâdan uzak olduğunu itiraf ederlerdi. onda gördükleri eşsiz ahlâk ve yüksek seciyeyi takdir eder, ona “ Muhammedü'l-Emin” (Emniyetli Muhammed) derlerdi. İşte, âlemlere rahmet Efendimiz, cihânın böylesine zulmetle dolu olduğu bir devirde gelmiş, bâtıl inançları kaldırmış, iman ve İslâm nûru ile âlemi karanlıktan kurtarmış, insanlığa dünya ve âhiret saâdetinin anahtarlarını vererek, hakîki medeniyet yolunu göstermiştir.

YAHUDİLERİN EFENDİMİZ’E KARŞI SİNSİ PLANI

Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri küçük iken süt anneye verilmişti. Zaman zaman, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin annesi Hazre-i Âmine ile süt annesi, Halime hatun görüşürlerdi. Hazret-i Âmine, Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine hamile iken ve onu doğrurken görmüş olduğu bazı erarengiz hadiseleri, Halime hatun'a anlarak; Oğlumu koru," diyere tenbihetmişti. Halime hatun, evlerine gelmesiyle yurtlarına bereket getiren bu nurlu çocuğun ileride büyük bir adam olacağını biliyordu. Yurtlarına uğrayan Yahudi cemaatine: Siz benim bu oğlum hakkında ne diyecksiniz?," deyerek, Hazret-i Âmine'nin kendisine anlattıklarını Yahudilere anlattı. Yahudiler; Onu öldürünüz!" dediler. Sonra Yahudilerden biri sordu: O yetim midir?" Halime hatun, korktu ve: Hayır! Şu, onun babasıdır, ben de onun annesiyim!" dedi Yahudiler: Eğer yetim olsaydı, onu muhakkak öldürürdük," dediler. Halime hatun, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin elinden tutup oradan uzaklaştı. Hızlı adımlar ile giderken: Az kalsın, emâneti harap edecektim!" diyordu. (1) Yahudiler, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin evsafını Tevratta okudukları için onu çok iyi tanıyorlardı.

YAHUDİLER EFENDİMİZ’İ (S.A.V) TANIYORDU

Yahudîler, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerini biliyorlardı. O yüce Peygamberi tanıyorlardı. Hemde çocuklarını tanıdıkları gibi. Yahudîler Erkek Çocuklarını Tanıdıkları Gibi Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin Hak Peygamber Olduğunu Biliyorlardı. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, yeryüzünü şereflendirmeden önce Yahudîler, âhir zaman peygamberi ile müşriklere karşı yardım talep ediyorlardı. Kâfirlere karşı zafer istiyorlardı. (2) Onlar Efendimiz (s.a.v.)'in vasıflarını Tevrât'ta okumuşlardı. Onu erkek çocuklarından daha iyi tanıyorlardı (3). Erkek çocuklarından daha iyi tanıdıkları Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri kendilerine gelince hasedlerinden dolayı ona düşman oldular. Hatta Yahudîler, müşriklere "Bunlar, Allâh'a iman edenlerden daha doğru yoldadır." (4) diyorlardı. Yahudîlerin ileri gelenlerinden Ka'b b. Eşref, bir araya Medine'den Mekke'ye gelmişti. Mekkeli müşrikler onun etrafında toplandılar. Ona: Sen kitab okumuş bir kişisin. Bizim dinimiz mi, yoksa Muhammed'in dini mi haktır? Hangimiz doğru yoldayız?" diye sordular. Yahudî, Mekkeli müşriklere: Siz doğru yoldasınız!" demişti. Mekkeli müşrikler, içlerinin rahat etmesi için defalarca sormuşlardı. Gerçekten biz mi doğru yoldayız yoksa Muhammed mi?" Yahudî, müşriklerin iman ile müşerref olmalarına engel olmak için onlara: Siz (müşrikler) mü'minlerden daha yoldasınız!" demişti.


YAHUDİLER ALLAH RESULÜNE (S.A.V) NEDEN DÜŞMANDI

Yahudîler, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerini tanıyorlardı. O yüce Rasûlü biliyorlardı. Medine-i Münevvere ( ve civarında) yaşayan Yahudiler, ellerindeki mukaddes kitablarda vasıflarını bildikleri âhır zaman Peygamberini bekliyorlardı ve ara sıra müşriklere kafa tutarak gelecek bir Peygamberden bahsediyorlardı. Fakat kendi milletlerinden zuhur edeceğini zannetkileri âhır zaman Peygamberinin Hazret-i İsmâil7in neslinden geldiğini görünce öfkelendiler ve kendisini inkâr ettiler. Bunun sebebi: Âhır zaman Peygamberi neden Benî İsrâil'den gelmedi, neden İsmail oğullarından geldi. Milli tassubları kabardı. Kin gütmeye başladılar. Hâinlikler yaptılar. Düşmanlıklar izhâr ettiler. İslâmiyet kuvvet bulunca da için için yalan ve iftiralar uydurdular. (5) Mekke'de yahudî yoktu. Mekke'de Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri ve ashâbı müşriklerden türlü türlü eziyet ve işkenceler çektiler. Sahabelerin bir kısmı Habeşistana hicret etti. Müslümanların Medine'ye hicret etmelerine izin verildi. Müslümanlar, Medineye geldikleri zaman, Yahudîler ile birebir temas kurdular. Medine'de Yahudîler ile iletişim kuruldu. Çünkü, Medine halkı, üç topluluktan meydana geliyordu. Evsliler, Hazrecliler, Yahudîler. Evsliler ve Hazrecliler, Arabtılar. Yahudiler, Kaynuka oğullar, Nadir oğulları ve Kureyza oğulları Medine'nin çevresinde oturuyorlardı. Yahudiler, başlangıcta Efendimiz (s.a.v.) hazretlerini kendi taraflarına çevirebilme ümidiyle Müslümanlara ve Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine iyi davrandılar. Abdüllah bin Selâm (r.a.) Hazretleri gibi, birçok âlim Müslüman oldular.

YAHUDİLERİN GÖZLERİ FAL TAŞI GİBİ AÇILDI


Abdullah bin Selâm (r.a.) Hazretleri Müslüman olduğu zaman, Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine,

-"Ya Rasûlüllah! Yahudîlerin ileri gelenleri topla onlara benim nasıl bir kişi olduğumu sor," dedi. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, Yahudileri topladı. Onlara sordu:

-"Abdüllah bin Selâm nasıl bir kişidir?"

Yahudiler:

-"Abdullah bin Selâm, bizim efendimizdir. Yusuf Aleyhisselâm'ın soyundan geliyor. Ona saygı gösteririz. Onu çok severiz."

Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri sordu:

-"Abdüllah bin Selâm, yanlış yapar mı?"

Efenidimiz (s.a.v.) yine sordu:

-"Yalan söyler mi?" Yahudiler:

-"Hayır"

-"Abdullah bin Selâm, benim hak peygamber olduğumu tasdik ederse siz iman eder misiniz?"

Yahudîler:

-"Eğer Abdullah bin Selâm bize, Senin âhir zaman peygamberi olduğunu söylerse biz sana iman ederiz," dediler. Abdullah bin Selâm, diğer odadan çıktı. Yahudîlerin gözleri fal taşı gibi açıldı. Ona saygı gösterdiler. Abdullah bin Selâm:

-"Ey Yahudi milleti! Muhammed Mustafa (s.a.v.) âhir zaman peygamberidir. Onu tasdik edin. Ona iman edin. Dünya ve âhirete kurtuluşun yolu ona iman etmekte geçer. Ona iman etmeyen bir kişinin kurtuluşu mümkün değildi. Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Rasûlüh, (Ben şehâkdet ederim ki, Allah'dan başka ilah yoktur ve yine ben şehâdet ederim ki, Muhammed (s.a.v.) Onun kulu ve rasûlüdür)" dedi. Bunun üzerine Yahudîler dağıldılar. Yahudilerden kimse iman etmedi. Abdullah bin Selâm Hazretlerinin aleyhinde konuşmaya başladılar.


KAYNAKLAR:

(1) ibni Sa'd, Tabakât: c. 1, s. 113
(2) Bakara:2/89
(3) Bakara:2/146
(4) En-Nisâ: 4/51
(5) Zapsu Abdürrahim, Büyük İslâm Tarihi, c. 1, s. 145-146, Sebil yayınevi, İstanbul- 1978