Almanya, bir süre önce Türkiye'ye karşı başlattığı istihbarat savaşında cepheyi paranoyakça genişletiyor. Öyle ki, ülkede Türkiye toplumuna din hizmeti vermekten başka gayesi olmayan imamları dahi casuslukla suçluyor ve haklarında adli işlem başlatıyor.

Almanya'da anayasayı korumaktan sorumlu eyalet kuruluşlarının bu savaşta en ön cepheye sürüldüğü görülüyor. Anayasayı Koruma Teşkilatı Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti Başkanı Burkhard Freier, 12 imam inanışını çağrıştıracak biçimde "Casusluk yapan 13 imam var" açıklamasını yaptı.

İki yıl önce Almanya'da Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) namına casusluk yaptığı iddiasıyla tutuklanıp 11 ay sonra serbest bırakılan Taha Gergerlioğlu, imamlara yönelik operasyonu yapan asıl kuruluşun, eyaletlerin iç istihbaratına bakan Landeskriminalamt (LKA) adlı kuruluş olduğunu söylüyor.

Son olarak 15 Şubat'ta Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) camilerinde görev yapan dört imamın evinde, 'casusluk faaliyeti yürüttükleri' iddiasıyla arama yapıldı. 10 Şubat'ta Almanya'daki görevlerine son verilen imamlar, hafta sonu Ankara'ya dönmüştü.

Bu operasyonlar, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) Almanya'da Türkiye aleyhine yürüttüğü espiyonaj faaliyetlerinin bir mahsulü. FETÖ, sadece Almanya'da değil, tüm Avrupa'da Diyanet'i by-pass edip bir sivil paralel diyanet oluşturmak istiyor. Belçika'da Diyanet imamları yerine Gülenist imamlar yetiştirmeyi amaçlayan Leuven Katolik Üniversitesi'nin bunun için pilot bölge olarak seçildiğini biliyoruz.

FETÖ, bir yandan bu proje için çalışıyor öte yandan da imamların kendileri hakkında bilgi topladığını ileri sürüp onları şikâyet ederek haklarında adli işlem başlatılmasını sağlıyor.

Almanya'nın FETÖ'ye bu derece müsamaha göstermesi, hatta onunla işbirliği yapmasında ise CIA parmağı aramak komplo değil. Aksine bunu görmemek 'gerçeğe komplo kurmak' olur.

CIA'in Yeşil Kuşak projesinin köklerinin Adolf Hitler'in Müslümanları Sovyetler'e karşı savaştırma projesine dayandığı söylenebilir. Bu Nazi anlayışı, Reinhard Gehlen gibi efsanevi istihbaratçıların esinlediği CIA'e geçmiştir.

Alman derin devleti ile CIA arasındaki ilişkileri ve her iki yapının da temellerini atan Gehlen'in örgütü ile Gülen Örgütü arasındaki benzerlikleri bu köşede 13 Nisan 2014'te Gehlen'den Gülen'e bir istihbarat hikâyesi başlıklı yazıda anlatmıştık. Gehlen 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'ye sığındı ve Soğuk Savaş yıllarında CIA adına Almanya'da bir paralel devlet kurdu. CIA aynı şeyi Türkiye'de FETÖ üzerinden yapmaya çalıştı, ancak başarılı olamadı.

MÜNİH'TE BİR CAMİ

Nazizm'in istihbarat konsepti ile CIA arasındaki akrabalığı gözler önüne seren pek çok araştırma var. Bunlardan biri Pulitzer ödüllü gazeteci Ian Johnson'ın A Mosque In Munich (Münih'te Bir Cami) adlı kitabı. Johnson, kitabında 1973'te Münih'te açılan bir camiyi, hikâyesinin merkezine alarak Batı'nın kadim istihbari stratejisi olan Müslümanları birbiriyle ya da başka düşmanlara karşı savaştırma stratejisini anlatıyor.

Kitap her ne kadar günümüzde İslamofobi'yi besleyecek bir niteliğe sahip olsa da, ABD ve Almanya'nın, çıkarları için bir taraftan El Kaide ve DEAŞ gibi örgütleri, bir taraftan da İslamofobi'yi kullanma hastalığını gözler önüne seriyor.

Kitapta anlatılan Prof. Dr. Gerhard von Mende, Rusya'daki Türk azınlıklar üzerine akademik çalışmaları olan bir öğretim üyesi. Mende, 2. Dünya Savaşı'nda Nazi istihbaratının bir uzantısı olarak çalışır. Müslümanları örgütler. Almanya yenilir, Naziler tutuklanır, ama Mende'ye ilişilmez. Hatta çalışmalarını sürdürmesine izin verilir. Tıpkı Gehlen gibi...

Von Mende, himaye ettiği Müslüman azınlıkları bir arada tutmak ve daha kolay kontrol edebilmek için Münih'te bir ibadethane-İslam merkezi kurulmasını önerir. Hatta bu iş için bir imam bile seçer. İşin kilit noktası burası.

İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD'nin istihbarat konseptini deyiş yerindeyse dölleyen ve yarım asrı aşkın bir süredir ABD'nin istihbarat operasyonlarının tarlası olan Almanya, vaktiyle imamlar üzerinden kendi yaptığı operasyonu model alarak Türkiye'yi suçlamaya çalışıyor. Kişi kendinden bilir işi atasözünü doğrularcasına…

Kendi istihbarat yetkililerinin de itiraflarından bildiğimiz üzere istihbaratının dümenini neredeyse tamamen CIA'e teslim eden Almanya, çocuk odalarında görüntü ve ses kayıtlarını internet aracılığıyla yayınlayabilen 'Arkadaşım Cayla' adlı interaktif oyuncak bebeği paranoyakça bir kararla piyasadan çekerek kontr-espiyonaj faaliyetleri yürüttüğünü sanıyor. İmamlara yönelik operasyonlar da bunun bir benzeri.

Almanlar, her şeyin tekniğini iyi bilip de stratejisinden yoksun olduğu için en iyi casusları yetiştirmiş ama istihbari anlamda hep yenilmiş bir ülke. Tarihteki meşhur casuslardan misallerle gidelim: Mata Hari Almanlar'a çalışıyordu. Fransızlar onu -elbette deneyerek- devşirmek üzere Belçika'ya altı Fransız ajanla ilişki kurmak üzere gönderdiler. Bu altı ajan Almanlar tarafından yakalanıp kurşuna dizildi. Mata Hari de sonunda kurşuna dizilecek ve Almanya 2. Dünya Savaşı'nda yenilecekti.

Almanlar Reinhard Gehlen, Markus Johannes Wolf gibi efsanevi casus yöneticileri ve Elyasa Bazna gibi sahada başarılı ajanlar yetiştirmiş, ama sosyete falcısı Anna Krause'nin Nazilerle ilgili olarak Sovyetlere bilgi sızdırmasına mani olamamıştı. Krause Nazi ileri gelenlerinin kehanet, parapsikoloji gibi zaaflarını kullanıp aldığı mahrem bilgileri düşmana veriyordu.

Alman Şansölyesi Angela Merkel Almanya'nın Türkiye'ye açtığı istihbarat savaşının tam olarak neresinde bilinmez. Ama Merkel'in zaman zaman ABD derin devleti ile Alman derin devleti arasında ezildiği görülüyor. Taha Gergerlioğlu'na göre Merkel, Almanya'da var olduğunu savunduğu üç derin devletten CIA kanadını temsil ediyor. Alman sermayesi derin devletin ayrı bir kanadı ve sekiz ayrı istihbarat teşkilatı da bir başka derin devlet bacağı.

ABD elektronik istihbarat teşkilatı NSA'in Angela Merkel'i dinlemesi de, CIA'in Almanya üzerindeki 'Big Brother' pozisyonu hakkında yeterince fikir veriyor. Dolayısıyla Almanya'nın Türkiye'ye açtığı savaşı, tıpkı FETÖ'nün savaşı gibi CIA'in 'vekilli' bir operasyonu olarak görmek yanlış olmaz.

SABAH