İnsanlık tarihi kadar eski olan ve hemen hemen bütün inançlar tarafından şiddetle yasaklanan cinsel saldırı suçları, toplum tarafından da her dönemde kınanmış ve bu suçları işleyenler diğer suçlara göre çok daha büyük tepkiler görmüşlerdir. Bu sebeple Türk Tarihinin en eski dönemlerinden beri Türk Devletlerinde de cinsellikle ilgili suçlar en ağır şekilde cezalandırılmıştır. Bu tip suçların cezası Cengiz Han Yasasına da aynı şekilde yansımıştır.

1156 yılı Malatya’sında bir Ermeni papaz, daha yeni nişanlanmış olan genç bir kızı kilisede yalnız kaldıkları sırada cinsel birliktelik konusunda ikna etmeye çalışmış ancak genç kız bu uygunsuz teklifi reddedince papaz, kıza kilisede tecavüz etmişti. Amacına ulaştıktan sonra da yaptığının duyulmasından korkmuş ve genç kızı elleriyle boğarak öldürmüştü. Ardından da ziynet eşyalarını almak için kızın şişen parmaklarıyla kulaklarını kestikten sonra küpelerini ve yüzüklerini çıkarıp kandillerin içine koymuş ve kızın cesedini bir elbiseye sarıp kilisenin mahzenine saklamıştı. Aradan bir süre geçtikten sonra anne- babası ve akrabaları kızı aramaya başlamış, orada oynan çocuklarda onun kiliseye girdiğini söylemişlerdi. Hemen kiliseye koşan kızın yakınları, kızlarının orada olup olmadığını papaza sorunca, “Evet, kiliseye girdi fakat beni görerek utandı ve hemen telaşla çıkıp gitti” cevabını almışlardı. Kızın akrabaları papazın sözlerine inanmış ve şehirdeki tüm yakınlarının evlerine tek tek giderek kızlarını aramaya devam etmişlerdi. Bu sırada tesadüfen papazın şüpheli bir şekilde şehrin kapılarının birinden çıkmaya çalıştığını gördüklerinde ise onu yakalayıp hâkimin huzuruna götürmüşlerdi. Papaz burada sorgulanıp işkence edildikten sonra suçunu itiraf etmiş ve görevlilere cesedin bulunduğu yeri göstermişti. Olayın duyulması üzerine şehirdeki Müslüman Hristiyan, erkek, kadın bütün ahali toplanmış ve matem tutarak kızı gömmüşlerdi. Papaz ise yargılama sonucunda derisi diri diri yüzülmek suretiyle ölüme mahkûm edilmişti. Hüküm hemen yerine getirilmiş ve tecavüzcü papazın önce derisi yüzülmüş, sonra da cinsel organı kesilmişti. Ardından da cesedi herkese teşhir edildikten sonra yakılmıştı.

1279 yılında da Bağdat Emirlerinin hizmetinde olan adamlardan birinin pek çok kişinin karısına ve kızına sarkıntılık ettiği tespit edilmiş ve söz konusu kişi yakalanarak idam cezasına çarptırılmıştı. Cezası büyük bir kalabalığın önünde tatbik edilmiş ve adam önce bir arabanın üzerine dikilmiş olan çarmıha bağlanmıştı. Daha sonra diline iki tane büyük çuvaldız sokulmuş ve bu halde Bağdat sokaklarında gezdirilmişti. Bu sırada arabanın üzerinde yanında bulunan görevli de onu tokatlayarak işlediği suçları sayıp “İşte yaptıklarının cezası budur” diyerek bağırmıştı. Sonunda suçluyu Dicle’nin kıyısına getirmişler ve burada toplanmış olan halkın huzurunda kafasını keserek köprünün üzerine asmışlardı. Cesedi ise yine teşhir edildikten sonra yakılmıştı.

Söz konusu örneklerin dışında Memluk Sultanı Baybars zamanında kadınlara dokunmak suretiyle sarkıntılık eden bazı komutanlarla vali vekillerinin ellerinin kesildiği ve bazılarının da dövülerek öldürüldüğü bilinmektedir. Ancak bu tür suçların içerisinde herkes tarafından en büyük tepki çekeni ise halk arasında “sübyancılık” olarak adlandırılan, çocuklara uygulanan cinsel istismardı. Memlukler zamanında bu tipte suçlara ve cezalandırmalara rastlanmaktadır. Somut örnek verecek olursak altı yaşındaki bir çocuğa tecavüz eden bir köylü, yakalandığında önce halkın önünde kazığa oturtulup kamçılanmış ve bu surette, üç gün boyunca acılar içerisinde can çekiştikten sonra ölmüştü. Yine küçük bir çocuğa tecavüz ettikten sonra konuşmasın diye boğup cesedini kuyuya atan bir terzi de cinayet yerinde idam edilmiş, ardından da cinsel organı kesilip boynuna asılmıştı.

Çoğaltabileceğimiz örneklerden görüldüğü üzere, Ortaçağ Türk Devletlerinde, tecavüzcülere verilen bu cezaların, diğer insanlara ibret olması ve onları caydırması için kalabalık kitleler önünde sergilenmesine özellikle dikkat edilirdi.