İletişim konusunda ülke olarak, dünyanın neresindeyiz? İnsanoğlunun varoluşundan bu yana, temel bir gereksinimi olan İletişim; siyasetin, sosyolojinin ve dinin neresinde yer alıyor?

Tüm bunları, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Milat Gazetesi Yazarı; Doç. Dr. Ali Murat Kırık ile sizler için konuştuk.

Günümüzde gazeteyi ve televizyonu ötekileştirip, gündemi internet üzerinden takip eder olduk. Kişiler arası ilişkiler daha çok sosyal medya üzerinden yürütülmeye başlandı. İnternet kullanımının bu kadar yaygınlaşmasında hiç şüphesiz, iletişim uzmanlarının başarılı çalışmaları var. Ben bunun toplumları yöneten bir güç olduğunu düşünüyorum. Bu çerçeveden baktığımızda iletişim uzmanlarının, toplumları dolayısıyla dünyanın geleceğini belirleyen kişiler olduğunu görüyoruz. Yani toplumlara yön vermeniz, ışık olmanız öyle bir etkiye sahip ki bu durum; din, siyaset ve politikaların önüne geçen bir gücü yönetiyor. Bana katılıyor musunuz?

Tabii. Öncelikle şunu söylememiz gerekiyor; iletişim bugün hayatımızın merkezinde yer alıyor. İnsanlar her dönem birbirleriyle iletişim kurmak istemişlerdir. Dolayısıyla iletişim interdisipliner bir alandır. Bunun içinde din vardır, siyaset vardır, sosyoloji vardır, tarih vardır. Çünkü insanın olduğu her yerde iletişim vardır; dil vardır, haberleşme vardır. Dolayısıyla iletişimcileri aynı zamanda bir kanaat önderi olarak da değerlendirmemiz mümkündür. İletişim dediğiniz kavram karşılıklı bir şekilde gerçekleştirilir ve burada asıl önemli olan doğru ve sağlıklı bir yol aracılığı ile kurulmasıdır. İnsanlar, geçmişte geleneksel yayın organları olan gazete, dergi, radyo, televizyon varken; sadece kendisine gönderilen mesajları alabiliyordu ve sınırlı bir geri bildirimle -işte ne bileyim- faks çekerek ya da canlı yayına katılarak fikirlerini ve görüşlerini beyan edebiliyordu. Kişisel bilgisayarların çıkması ve internetin hayatımıza girmesiyle dijital devrim diye tabir ettiğimiz görüntünün, sesin sayısal bir şekilde kodlanarak karşı tarafa aktarılması iletişim araçlarının sayılarının artmasına ve böylece insanların yüz yüze iletişimi bırakıp sanal ortama kaymalarına neden oldu. Ve internet teknolojisi, bilgisayar teknolojisi, sayısal teknolojilerinin bileşkesinde; yeni dünya düzeninin bireyleri haline geldik. Böylelikle Manuel Castells’in ifade ettiği "Ağ Toplumu”na dönüştük. 1960’lı yıllarda Kanadalı iletişim bilimci Marshall McLuhan, dünyanın global bir köye dönüşeceğini söylüyordu. Şimdi baktığımızda küresel köyün internet aracılığıyla var olduğunu, ortaya çıktığını, gelişim gösterdiğini ve günümüzde de bu yapının hâkim olduğunu görüyoruz. İnternetin artılarını ve eksilerini elbette ki değerlendirebiliriz ama interneti çok önemli bir nimet olarak görmek de mümkün. Çünkü insanlar çok hızlı bir şekilde iletişim kurabiliyorlar. Bu durum iletişim maliyetlerini de biraz olsun düşürdü. Akıllı telefonlara farklı uygulamalara erişim kolaylaştı. Ama burada iletişimciler farklı bir noktaya yöneldiler. Geçmişte iletişimciler tam olarak kanaat önderi durumundaydı. Doğruyu aktaran, haberi oluşturan kişilerdi ve sadece üretici sıfatında onlar yer alıyordu. Ama şimdi bilgiye ulaşmak da çok kolay, bilgiyi üretmekte de bir o kadar kolay... Herkes bir üretici durumuna geldi. Bugün aslında sosyal medya paylaşımlarında hepimiz bir üretici durumundayız.

Herhangi bir bilgiyi çürütmek çok kolay değil mi? Yani televizyonda izlediğimiz bir haber 10 dakika sonra sosyal medyada çürütülebiliyor veya bunun tam tersi de olabiliyor…

Evet, sosyal medyada çıkan asparagas bir haber yine sosyal medya aracılığıyla çürütebiliyor. Çünkü oradaki yapı da kozmopolit, matriks yani çok karışık bir yapı. Sosyal medyada anonim hesaplar da çoğunlukta. Yani kim olduğunu ne olduğunu bilmediğiniz insanlarla da konuşabiliyorsunuz. Ve en büyük iletişim kazaları, sosyal medya üzerinde oluyor. İnsanların birbirlerini yanlış anlamaları, kavga etmeleri, küsmeleri hep sosyal medya üzerinden gerçekleşiyor.

Sosyal medya bir referans oldu. Önceden tanıdık birilerine sorulurdu işte “Şu kişi nasıl biridir?” diye. Fakat artık kişilerin hesaplarına bakılarak, paylaşımlarından nasıl bir karakter olduğu çıkarımı yapılıyor!

Aynen öyle. Ve aslında sosyal medyadaki varlığımızla insanlar bizleri değerlendiriyor. O da bir algıdır aslında. Siz, bir insanı gördüğünüzde bir kaç saniye içinde ilk algı oluşur ve bundan sonraki fikirleriniz de o algı üzerinden oluşmaya devam eder.

Ve artık kişilere söylenemeyen sözler, bir fotoğrafın altına veya bir durum güncellemesi olarak sosyal medya üzerinden paylaşılarak kişi veya kişilere gönderme yapılabiliyor!

Evet, ima var. İnsanlar bu şekilde birbirlerine gönderme yapabiliyor ve karşı tarafa soruyorlar; “Bu söz kime yazıldı?” diye… Belli bir noktadan sonra kendi üstlerine de alınabiliyorlar. Bu da büyük bir sıkıntı aslında.

Bu komik değil mi sizce?

Kesinlikle... Çocuk gibi. Çocuklar kendi aralarında kinayeli bir şekilde konuştukları zaman dersin; “Daha çocuk, kişisel gelişimini tamamlamamış!”ama sosyal medyada “Sen bununla konuşuyor musun, niye onu beğenmiyorsun, niye bunu beğeniyorsun?” demek özellikle 18 yaşını doldurmuş insanlara yakışmıyor diye düşünüyorum. Yani aslında -tabiri caizse- herkes kendi dünyasını oluşturuyor orada. Kendi yayın organını oluşturuyor ve kendi yayın organı üzerinden içeriklerini oluşturuyor.

Ve olmak istediği kişi imajını çiziyor…

Olduğu değil, olmak istediği kişi görünümü çiziyor. Ondan dolayı da sosyal medya üzerinden tanışan çiftler veya insanlar hayal kırıklığına uğrayabiliyor.

Yani insanlar, aslında sokakta görse selam vermeyeceği türden insanların, sahte profilleri üzerinden, saatlerce sohbet edebiliyorlar…

Bu aslında medeni cesaretinin olmamasından kaynaklanıyor. Yani söylemek istediği sözü varsa, “Söylersem, başıma ne gelir? Ya da karşı tarafın tepkisi ne olur?” diye düşündüğünden dolayı; özellikle hakaret ve tehdit içerikli mesajların, bu sahte profiller üzerinden yapıldığını görüyoruz. Diğer bir ifadede de klavye delikanlılığı olarak tanımlanıyor. Günümüzde bu durum çok var ve ben bunu psikolojik bir rahatsızlık olarak değerlendiriyorum. Sosyal medya kimlik sorunlarını da beraberinde getirdi.

Her gücün olumlu ve olumsuz etkileri var elbette... İletişim çağında elde edilmiş bu güç, kötü alanlarda da kullanılarak toplumları dejenere etme etkisine sahip. Bunların önüne geçebilmek için neler yapılmalı? Projelerinizde konuya yönelik nasıl çalışmalar var?

Bugün dezenformasyon ve manipülasyon geleneksel ve sosyal medyanın en büyük sorunları arasında yer alıyor. Bir insanı karalamak sosyal medyada çok kolay… Bir insanı yüceltmek de sosyal medyada çok kolay. Ve ne yazık ki bilgi birikimi, kültür düzeyi ne kadar yüksek olursa olsun insanlar, inanmak istediklerine inanıyorlar. Bu da çağımızın en büyük sorunlarından bir tanesi... İnsanlar ideolojik olarak ayrıştıklarından dolayı, kendilerine yakın olanlara inanmaya, fikirsel olarak kendilerine uzak olanlara da -doğruda söyleseler bile- inanmamaya başladılar. Bu durum toplumsal açıdan oldukça üzücü… Çünkü bizim özellikle dışarıya karşı, birlik ve beraberlik içerisinde olmamız gerekirken; bu tarz manipülatif, dezenformatif içeriklere aldanarak, ayrışmayı asla doğru bulmuyorum.

Bu özellikle siyasetçiler üzerinden çok yapılıyor, değil mi?

Siyasette çok var. Beni de aslında siyasetten soğutan en büyük etmenlerden bir tanesi de bu. Algı operasyonları, dezenformatif ve manipülatif içerikler, Türkiye’yi zor duruma düşürüyor, dışarıya karşı prestij kaybına sebep oluyor. Zaten gaye o. Bunu iktidar olarak düşünmeyin; Türkiye olarak düşünün. Biz, köklü bir devlet geleneğinden gelen bir toplum yapısına sahibiz. Her zaman devletçi ve devletin birlik beraberliğini savunan bir yapıdan gelmişiz. Muhalefet elbette ki yapalım, insanları eleştirelim ama bu devletimizi zor duruma düşürecek, ülkemizi - vatanımızı tehlikeye atacak noktalarda olmasın. Orada biraz daha vicdanlı davranmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Vatandaşlar olarak bizlerin de bu konuda kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. İyi bir sosyal medya okur- yazarı; iyi bir medya okur-yazarı olabilmemiz gerekiyor. Yani hem medyadaki mesajları doğru anlayabilmemiz, oradaki subliminal mesajlarla, algı operasyonları ile mücadele edebilecek yapıya sahip olmamız; hem de var olan medyaya içerik üretecek düzeye gelmemiz gerekiyor. Burada en büyük sıkıntılarımızdan bir tanesi medya - okuryazarlığı dersinin, iletişimciler tarafından verilmemesi. Bu çok büyük bir sıkıntı... Medya- okur yazarlığı dersinin mutlak suretle bu alanda formasyon almış iletişim fakültesi mezunları tarafından verilmesi gerekiyor. Çünkü medyadaki mesajlarla doğru mücadele edebilecek insanlar onlardır. İkinci bir sorun ise medya-okuryazarlığı dersinin seçmeli bir ders olması. Sadece isteyen okul bu dersi alıyor. Hepimiz sosyal medya içerisindeyiz. Bugün 81 milyonluk Türkiye nüfusunun 42 milyonu sosyal medyada aktif kullanıcı. Bu nedenle bu ders zorunlu olmalıdır.

İnsan yönetimi ve gücü elimizde tutmak önemli elbette… Geçmişten günümüze bizi getiren unsurlar, bunlara bağlı işliyor. Bu noktada gelecek nesilleri neler bekliyor? Yeni dünya düzenine girerken kuşakları neler geliştirecek? Ve nasıl etkileri olacaktır? Dünya çapında iletişim uzmanları bu konuların neresinde ya da yeterince yol kat edildiğine inanıyor musunuz?

İletişimciler olarak bizler araştırmalı, sorgulamalı ve kendi ülkemizin, devletimizin menfaatleri doğrultusunda teknolojiyi kendimize göre adapte etmeliyiz. Çünkü her teknoloji bazen bize uymayabiliyor. Bizim yapmamız gereken şey, geleceğe faydalı olacak nesiller yetiştirmektir. İletişimi bilen, kendini geliştirmiş, dünyadaki literatüre hâkim insanların yetişmesi lazım ki, gelecek kuşaklara bilgiler doğru aktarılsın. Bunun için de önce kendimizi geliştirmeliyiz, yetiştirmeliyiz. Yenidünya düzeninde biz hangi noktadayız? Kendi konumumuzu saptamamız gerekiyor. Çevremize ve ülkemize nasıl fayda sağlayabiliriz? Bunu bilmemiz gerekiyor. Bunlar için de elbette ki bilimsel çalışmalar önem arz ediyor. Akademisyenlere de düşen çok görev ve sorumluluklar var. Daha üretici bir yapıya kavuşmak ve milli politikalar doğrultusunda yani yaptığımız çalışmalarda daha özümüze dönerek, üretimler sağlamamız gerek. Bu sayede kimse bizim önümüzde duramaz. Her engeli aşarız Allah’ın izniyle…