Yahudilerin İspanya'dan sürgün edilmesinin yıl dönümüyle ilgili AA muhabirine açıklamalarda bulunan İbn Haldun Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Faruk Harman, Yahudilerin İber Yarımadası'na ilk olarak 420'lerde geçtiklerini ve burada Katolik Hristiyan Vizigotların baskısı ile yeniden geldikleri Kuzey Afrika'ya kaçmak zorunda kaldıklarını belirtti.

Yahudilerin, Tarık Bin Ziyad'ın 711'de İber Yarımadası'nı fethiyle yeniden yarımadaya dönerek rahata erdiğini ifade eden Harman, bu sürecin Hristiyanların yeniden egemen olduğu döneme kadar devam ettiğini aktardı.

Geçmişten gelen Hristiyanlık ve Yahudilik arasındaki sorun ve polemiklerin de etkisiyle Katolik yönetimin Yahudilere baskı ve şiddeti artırdığını ve "Kovma Fermanı" ile Yahudilerin ülkeyi terk etmelerini istediğini belirten Harman, "Osmanlı Devleti, 16. yüzyılın başlarından itibaren İspanya sürgününden kaçan Sefarad kökenli İber Yahudilerine kapılarını açmış ve bu yüzyıl boyunca Osmanlı Yahudi cemaati dini, ilmi ve kültürel açıdan dünya Yahudiliğinin lideri konumuna yükselmiştir." şeklinde konuştu.

"Müslümanların fethiyle kölelik statüsü kaldırıldı"

Endülüs Müslümanları öncesi İspanya'da ve Avrupa'da Yahudilerin durumunun hiç de iyi olmadığını dile getiren Harman, Yahudi kelimesinin aşağılayıcı anlamda kullanıldığını ve bu insanlara iyi gözle bakılmadığını aktardı.

Fakat Müslümanların Endülüs'ü fethiyle bu durumun değiştiğini anlatan Harman, sözlerine şöyle devam eti:

"Müslümanların Endülüs'ü fethiyle kölelik statüsü kaldırıldığı gibi Yahudiler devlet yönetiminde bile görev aldılar. 756'da kurulan Endülüs Emevi Devleti'nin egemen olduğu Endülüs'te Müslümanlar ile Museviler, 300 yıl boyunca huzur içinde yaşadılar. Emevilerin Endülüs'te fethettiği birçok şehirde Hristiyan zulmü altında inleyen Yahudiler, Müslümanlardan dostluk görmüştür. Müslüman kentlerinin çoğunun muhafızlığı da genellikle yerel Yahudi cemaatlerine devredilmiştir. Lucena (Alisana) gibi nüfusunun tamamı Yahudi olan kentler kuruldu. 1027'de Granada'da bilgin, şair ve dilbilimci Samuel ibn Nagrela ha-Naguid (Prens) vezir makamına ulaştı ve 30 yıl süre ile bu mevkisini korudu. Diğer taraftan ticari hayatta etkin rol üstlendiler."

Yahudilerin sürgün edilmeleri için tanınan sürenin 2 Ağustos 1492'de gece yarısı sona erdiğini aktaran Harman, evlerini, topraklarını, sürülerini yok pahasına satan, servetleri zorla ellerinden alınan Yahudilerin, İspanya'yı terk ettiğini kaydetti.

İspanya'dan göç eden Yahudilerin sayısının tartışmalı olduğunu ancak tarihçilerin genellikle birleştikleri rakamın 120 bin civarında olduğunu aktaran Harman, şunları kaydetti:

"İspanya'dan göç eden Yahudilerin bir kısmı komşu ülkelere, 1497'de kovulacakları Portekiz'e ve 1498'de Hristiyanlığı kabule zorlanacakları Navar Krallığı'na sığındı. Bir kısmı Kuzey Afrika'ya Berberilerin oturdukları bölgelere gitti ancak kentlere girmelerine müsaade edilmediği için birçoğu açlık ve susuzluktan öldü. Kovma Fermanı'nı duyan Cenova gemileri, yolcu olarak aldıkları Yahudileri soyup denize attılar veya korsanlara sattılar. O günlerde tek bir ülke, Osmanlı İmparatorluğu, dini, soyu, kültürü, dili farklı bu göçmenlere kucak açtı."

Yahudilerin, Avrupa'da 1290'da İngiltere'den, 1340'ta Bavyera'dan, 1492'de İspanya'dan, 1497'de Portekiz'den kovulduğunu ifade eden Harman, sadece Osmanlı Devleti'nin onlara kucak açtığını söyledi.

Sultan II. Bayezid'in kadırgalar göndererek Hristiyan olmak veya denize dökülmek seçenekleri arasında bırakılan Yahudileri, Osmanlı topraklarına getirip iskan ettirdiğini anlatan Harman, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Sultan II. Bayezid tüm eyalet yöneticilerine hitaben yayınladığı emirnamede: 'İspanya Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını, aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını' buyurmuştur. Bunun üzerine Piri Reis'in amcası Kemal Reis kumandasındaki bazı Osmanlı kadırgaları, Kadiz ve Sevilya limanlarında bekleyen Yahudileri Osmanlı topraklarına taşımaya başlamışlar ve ilk cemaatler İstanbul, Edirne ve Selanik'te örgütlenmişlerdir. Ayrıca Manisa, İzmir, Bursa, Gelibolu, Amasya gibi yerlere yerleştirilmişlerdir."

Osmanlı'da önemli görevlere getirildiler

Prof. Dr. Harman, İspanya'dan göç eden Yahudilerin servetleri gasbedilse de bilgi ve yeteneklerini beraberlerinde yeni yurtlarına taşıdığını dile getirdi.

İber Yahudilerinin, Osmanlı Devleti'nin kalifiye elemana ihtiyaç duyduğu sanat, ticaret, hekimlik, matbaacılık, ateşli silah üretimi, tekstil boyama ve dokuma, dericilik, bakırcılık gibi alanlarda uzman olduğunu belirten Harman, "İspanya'dan göç eden Yahudilerden zanaat sahipleri bu bilgilerini uygulamaya koyarken, İspanya'da daha önce devlet hizmetinde bulunmuş olanlar da saraya alındı. İstanbul'da ilk matbaa kurulurken barut imali ve top dökümü konularında uzmanlaşmış Yahudiler, Osmanlı ordularını bu silahlarla donattılar. Hristiyanlar, Yahudileri kendi ülkelerinden kovarken farkında olmadan hasımları Osmanlılara daha sonra kendilerine karşı kullanılacak olan bazı önemli silahları da hediye etmiş oldular." diye konuştu.

Birçok alanda özgür bırakılan Yahudilerin Osmanlı Devleti'nde dini serbestinin yanında siyasal ve ekonomik güven ortamı da bulduğunu bildiren Harman, şunları aktardı:

"Osmanlı millet sistemi, genel olarak gayrimüslimlerin ve özel olarak Yahudilerin kendi toplum bütünlüklerinden ve dini-etnik kimliklerinden vazgeçmeksizin devletin siyasal ve ekonomik işleyişinde etkin rol oynamalarına ve devlet kademelerinde üst düzeylere çıkmalarına imkan tanımıştır. Bunun yanında bankacılık, ticaret, liman ve gümrük idaresi, silah üretimi, dokumacılık ve dericilik konularında deneyimli olan, matbaa tekniğini beraberlerinde getiren İber Yahudilerinin Osmanlı topraklarına yerleşmesiyle birlikte İstanbul, 16. yüzyılın ikinci yarısında Yahudilerin yoğun biçimde yaşadığı Selanik ve Safed'in yanı sıra en önemli Yahudi merkezi haline gelmiştir.

Siyasal alanda ise kendi imkanlarıyla sivrilen Yahudilerden başka Nasi, Acıman ve Eşkenazi gibi önemli Yahudi ailelerinin fertleri elçilik, mali işler sorumluluğu, eyalet yöneticiliği, sarrafbaşılık ve II. Murad'dan itibaren süregelen bir uygulama ile saray hekimliği ve danışmanlık gibi görevlere getirilmiştir. Osmanlı hanedanının kadın üyelerine danışman olarak hizmet veren üst düzey Yahudi kadınları da devlet siyasetinde etkili olmuştur."