Vakıfbank ve Ziraat Bankası gibi Türkiye Cumhuriyeti Devleti idaresindeki kamu bankaları ile kamu sermayeli bankalar doğrudan hazineye bağlı devlet kuruluşudur.

Vakıf Katılım ve Ziraat Katılım gibi bankalar da bunların yan kuruluşudur.

Örneğin; Ziraat Katılım Bankası kurumsal yapısını şu şekilde açıklamaktadır:

'Ziraat Katılım Bankası A.Ş. tamamı T.C. Hazinesi tarafından ödenmiş 675.000.000 -TL sermayesi ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun 15.10.2014 tarih ve 29146 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 10.10.2014 tarih ve 6046 sayılı izniyle kurulmuştur. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun 14.05.2015 tarih ve 29355 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 12.05.2015 tarih, 6302 sayılı kararı ile faaliyet izni almıştır.'

Dolayısıyla kamu bankaları ve bunların uzantısı olan katılım bankalarında mevduat sahiplerine ödenecek faiz-döviz kur farkında, üçüncü şahıslar söz konusu değildir. Çünkü bu durumda; banka sahibi, sözleşmeyi yapan ve farkı ödeyecek taraf, tek başına 'devlet' tüzel kişiliğidir.

Özel bankalarda ise, mevduatların belli bir limite kadar devlet garantisi altındadır. Yani devlet bu bankaların da kefili ve garantörü durumundadır. Bu durumda, özel bankalarla devlet hazinesi arasında da müteselsil sorumluluk ifade eden organik bir bağ söz konusu olmaktadır.

Bu ilinti göz önüne alınırsa, özel bankalardaki faiz-kur farkı ödemesinde de üçüncü şahıslar söz konusu olmamaktadır. Çünkü, söz konusu faiz-kur farkı aynı sorumluluğu taşıyan tüzel kişilikler tarafından ödenecektir. Sözleşmeyi deruhte eden de zaten, fark ödemesini yapacak olan 'devlet' tüzel kişiliğidir.

Nitekim mevzuatta; özel, kamu, katılım ve finans bankaları da 'kamu kuruluşu niteliğinde meslek kuruluşları' grubunda yer almaktadır. Bankalar Birliği ile, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bünyesinde de tüm bankaların organik bağı mevcuttur.

Bundan dolayıdır ki, özel bankalar işletme ve sermaye yönünden çıkmaza girdiği zaman, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredilmektedir. Bu Fon da bir devlet kuruluşudur. Dolayısıyla bu Fon'a devredilen özel bankalar da bir bakıma devletin olmaktadır.

Bu hususla ilgili olarak Hazine'nin, özel bankalara düşük faizli kredi sağladığı da göz önüne alınmalıdır.

Öyleyse, özel bankalar dahil bütün bankalarda mevduat sahiplerine faiz-kur farkı ödemesinde üçüncü kişiden söz etmek mümkün değildir. Aksine, bu uygulamada devlet, iki taraftan biridir.

O halde devletin, mevduat sahiplerine 'faiz-döviz kur farkı' veya 'kar payı- kur farkı' ödenmesi şeklindeki uygulamda devletin üçüncü sahıs olması ve farkın üçüncü şahıs tarafından ödenmesi dolayısıyla işlemin faşz olmayacağı tezi yanlıştır.

O HALDE; MEVDUAT SAHİPLERİNE 'FAİZ KUR-FARKI' VEYA 'KAR PAYI- KUR FARKI' ÖDEMESİYLE İLGİLİ ORTAYA ÇIKAN SONUÇLAR ŞÖYLEDİR:

Mevduat sahiplerine 'faiz-kur farkı'nın ya da 'kar payı- kur farkının' devlet tarafından ödenmesiyle ilgili yapılan açıklamada verilen fetvalar, sonuç itibariyle dört yönden tetkike muhtaçtır:

1-Farkı ödeyen devlet üçüncü taraf değil, bankacılık mevzuatına göre dolaylı olarak taraflardan biri durumdadır. Dolayısıyla vatandaşla finas kurumu ya da banka arasında yapılan, ucu açık bir faiz sözleşmesidir. Çünkü İslam fıkhına göre faiz (fazlalık ribası), yapılan bir akitte karşılıksız fazlalığın şart koşulmasıdır.

2-Yapılan açıklamalarda, faizsiz finans kurumlarının verdiği kar payının caiz olmadığı açıkça belirtildiğine göre, caiz olmayan bu işlem üzerine, mevduattaki 'kar payı-kur farkının ödenmesi' şeklindeki ikinci işlemin bina edilmesi de caiz değildir. Çünkü, caiz olmayan 'asıl'a bina edilecek fer'de caiz olmaz.

Bankalarda faizli para koymanın da ittifakla caiz olmadığı belirtildiğine göre, bankalardaki mevduatla ilgili 'faiz- kur farkı' nın ödenmesi konusunda da kural geçerlidir. Yani, caiz olmayan asıl'a bina edilecek fer'de caiz olmaz.

3-Yapılan akit içerisinde, mevduat akdi ve buna bağlı 'kur farkı ödenmesi'ne ilişkin akit olmak üzere iki akit (safkateyn) bulunmaktadır. Akdin gereği veya bu gereği destekleyen; yahut da meşru örfte yerleşik olan bir uygulama olmadığı halde taraflardan birinin kar ya da zararını hedef alan 'safkateyn'nin, İslam fıkhında bütün müçtehitlere göre caiz görülmediğini söyleyebiliriz. Nitekim faizli akitde de aynı durum söz konusudur. Dolayısıyla da mevduat sahiplerine 'kur farkı' ödenmesi şeklindeki akit, İslam fıkhına göre akit caiz olmaz.

4-Devletin mevduat sahiplerine 'kur farkı' olarak hazineden ödeyeceği parada, mevduata yatıracak parası olmayan vatandaşların da hakkı vardır. Çünkü, sadece parası olanlara hazineden bu farkın ödenmesi sonucunda hazine eksileceğinden, devletin herkese götürmek durumunda olduğu hizmetler ister istemez aksıyacaktır.

Kuran-ı Kerim'in Haşr Suresi 7. ayeti, Hazinenin tüm vatandaşlara harcanması gerektiği konusuna açıkça işaret etmektedir. Ayeti kerime şöyledir:

مَٓا اَفَٓاءَ اللّٰهُ عَلٰى رَسُولِهٖ مِنْ اَهْلِ الْقُرٰى فَلِلّٰهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاكٖينِ وَابْنِ السَّبٖيلِۙ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْؕ وَمَٓا اٰتٰيكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهٰيكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُواۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ اِنَّ اللّٰهَ شَدٖيدُ الْعِقَابِۘ ﴿٧﴾

'Allah'ın (başka) beldeler halkından alıp Rasulü'ne fey' (bir tür vergi) olarak verdikleri; Allah'a, peygambere, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara aittir; (servet) içinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir şey olmasın diye böyle hükmedilmiştir. Peygamber size ne vermişse onu alın ve size neyi yasaklamışsa ondan kaçının. Allah'a karşı saygısızlık etmekten sakının. Kuşkusuz Allah cezalandırmada çok çetindir.' (Haşr, 7).

Ayeti kerimedeki, 'كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْاَغْنِيَٓاءِ مِنْكُمْؕ = (servet) içinizden sadece zenginler arasında dönüp dolaşan bir şey olmasın…'
ifadesi özellikle dikkati çekmektedir ki; hazineden harcanacak paradan fakirlerin harcanacan dışlanmaması ilkesi, faizin yasaklanması ve zekatın da farz kılınması hikmetlerindendir.

Konu ile ilgili 'maslahat', 'zarure' veya 'ehveni şerreyni tercih' gibi -sözde-gerekçelere dayalı olarak verilen fetvalar, bir saptırmadan ibarettir.

Bu tür keyfi ve mütesahil yaklaşımlar, her konuda dinin emir ve yasaklarını çiğneye götürür.

KONU İLE İLGİLİ ASIL SÖYLEMEK İSTEDİĞİMİZ İSE ŞUDUR

Laik ve demokratik hukuk devleti, yaptığı icraatlarda dini hükümlere uymak zorunda değildir. Öyleyse, laiklik serbestisi içerisinde icraatlarını gerçekleştiren devletin uygulamalarını hocaların çıkıp da dine uyup uymadığı yönünde yapacağı değerlerdirmeler absürt tutumlardır. Bırakın Devlet dilediğini yapsın, yeter ki paranın değerini korusun, ekonomiyi düzeltsin! Siz, neden laik ve demokratik hukuk devletinin iş ve işlemlerini illa da din kılıfına sokmak istersiniz ki?!..

Özellikle, birilerinin çıkıp da sırf şaklabanlık yapmak için; dini objektiflikten uzak yaklaşımlar içerisinde 'maslahat', 'zaruret', 'ehveni şerreynden birini tercih' gibi kavramları kötüye kullanarak, devletin laiklik serbestisi içerisindeki uygulamalarını zorla dine uydurmak ya da devletin herhangi bir icraatına dini kılıf uydurmak için, abuk subuk tevillerle yapılan işlemin caiz olduğunu söylemeye yeltenmeleri veya dolambaçlı yorumlarla kendilerini buna zorlamaları, müslümana ve şahsiyetli bir insana yakışan bir tutum değildir.

Dini objektiflikten ve 'Rıza-i Bari'den uzak böylesi tavırlar, güncel olaylar hakkında rastgele helal haram hükmü vermekten ötürü, ayeti kerimde belirtildiği üzere Allah muhafaza kişiyi, 'Allah'a iftirada bulunma' talihsizliğine kadar götürebilir (Bkz. Nahl, 116).

Bu konuda, ömründe dini tahsil bile görmemiş, sarf ve nahvin ilk basamak bir kaç kitabın yanında özet bir fıkıh kitabını üstün körü okyup geçen bazı zavallıların içtihada/fetvaya soyunmaları, illüzyon oluşturmak için de açıklamalarının altına bir kaç ilgisiz fıkıh kuralını arapça ibaresiyle ekleyerek ortaya çıkmaları, çok acı bir manzaradır.

Ehliyet ve liyakat sahibi kimselerin samimice soran Müslümanlara konuyu enine boyuna araştırarak konjonktürden uzak bir tavırla, objektif olarak dinin bakış açısını konuya yandıtmaları ise, sitemimizin dışındadır.

Bu noktada, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde ehliyetli ve liyakatli bir DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU'nun iş başında olup, gerektiğinde doğru ve objektif bir açıklama ile bu tür zırıltıları yetkili ağız olarak kesmesinin de önemi ortaya çıkmaktadır.