Dünyanın her yerinde yaşanan karışıklıklar gündem olmaya devam ediyor. Son günlerin en önemli olayı olarak ele alınan ve tüm dünyanın gündemine oturan Fransa'da 17 yaşındaki göçmen Nahel Merzouk'un polis kurşunuyla öldürülmesinin ardından gerçekleştirilen protestolar, Rusya'da yaşanan Wagner ayaklanması ve tüm bu yaşananların yanında birde Türkiye gerçeği... Marmara Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Yenal Göksun, İstiklal Gazetesi'nden Yusuf Emin'in sorularını cevapladı.
Göksun Fransa'da göçmenlere karşı uygulanan ırkçılığın altını çizerek "Göçmenlerin yaşadıkları bölgelerde gelir adaletsizliği, sosyal adaletsizlik, geri kalmışlık gibi sebeplerle zaten hayatları çok zor durumdaydı. Kaldı ki pandemi dönemi bu banliyölerdeki gençlerin hayatlarını daha da zorlaştırmıştı. Dolayısıyla orada yaşayan insanlarda zaten devlet tarafından dışlandıkları, eşitsiz bir muameleye tabi tutulduklarına dair bir inanç ve algı vardı. Bunların hepsinin üstüne bu Nahel olayı geldiğinde artık bu bardağı taşıran son damla olmuştu." dedi.
Wagner'in Rusya tarafından oluşturulan silahlı bir örgüt olduğuna vurgu yapan Göksun "Rusya Ukrayna Savaşı'nın gidişatı konusunda Wagner patronun daha önce de birçok suç suçlaması vardı. Hem Rus Savunma Bakanı'na hem de Genelkurmay Başkanı'na getirdiği eleştiriler vardı. Bu savaşın yavaş ilerlediği yanlış taktiklerin izlendiği konusunda kamuoyuna açık bir şekilde aslında açıklamıştı bu eleştirilerini. Bu eleştirilerin ardından Wagner'in böyle bir Moskova'ya doğru yürüme hamlesi geldi." ifadelerini kullandı.
İşte Marmara Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Yenal Göksun'un İstiklal Gazetesi'ne özel yaptığı o açıklamalar...
Fransa'da malumunuz günlerdir bitmeyen protestolar, mevzu . Bu protestoların kökü nedir? Neden başladı? Sizden bilgi almak istiyorum.
Fransa'da başlayan bu protesto dalgasının sebebi göçmen bir gencin on yedi yaşındaki Nahel isimdeki bir gencin polis kurşunuyla can vermesiydi. Bu genç arabasıyla yolda giderken polis durduruyor. Evraklarını kontrol etmek istiyor. Genç de durmuyor, devam etmek istiyor ve polis silahını kullanarak genci orada öldürüyor. İlk açıklamada resmi açıklamalara göre gencin polise direndiği için ve polisin canını zora soktuğu için silahla karşılık verildiği ve hayatını kaybettiği açıklaması yapılmıştı. Ancak daha sonra sosyal medyada bir video yayınlandı. Bu videoda bu göçmen gencin Fransa'da, Paris banliyösünde yaşayan bu göçmen gencin aslında polise direnmediği, polisin biraz da keyfi olarak bu yetkisini, genci vurma yetkisini kullandığını biz o videoda görmüş olduk. Dolayısıyla resmi açıklamalarla gerçekliğin örtüşmemesin Fransa'daki özellikle göçmen mahallelerindeki insanların ayaklanmasına sebebiyet verdi.
Bu neden önemli? Bu Paris banliyösünde yaşayan göçmenler zaten uzun yıllardır ayrımcılık, ırkçılık ve yabancı düşmanlığıyla mücadele etmek zorundalar. Yaşadıkları bölgelerde gelir adaletsizliği, sosyal adaletsizlik, geri kalmışlık gibi sebeplerle zaten hayatları çok zor durumdaydı. Kaldı ki pandemi dönemi bu banliyölerdeki gençlerin hayatlarını daha da zorlaştırmıştı. Örneğin hepimiz biliyoruz pandemi döneminde sokağa çıkma yasakları vardı birçok ülkede, Fransa'da bunu sert uyguluyordu. Mesela o banliyölerde yaşayan gençler sokaklara çıktıklarında daha sert müdahalelerle karşılaşıyorlardı. Daha sıkı tedbirlerle, daha sıkı kontrollerle. Dolayısıyla mesela pandemi bütün Fransızları etkilerken bu mahallelerde yaşayan göçmen gençleri daha olumsuz bir biçimde etkiliyordu. Bu da orada yaşayan göçmenlerin eşitsizlik duygusunu, deneyimini güçlendiriyordu. Dolayısıyla orada yaşayan insanlarda zaten devlet tarafından dışlandıkları, eşitsiz bir muameleye tabi tutulduklarına dair bir inanç ve algı vardı. Bunların hepsinin üstüne bu Nahel olayı geldiğinde artık bu bardağı taşıran son damla olmuştu. Kaldı ki son bir yıl içerisinde istatistiklere göre bu trafikte durdurma sebebiyle on üç kişinin öldürüldüğü, polis kurşunuyla öldürüldüğü, resmi kayıtlara geçmiş durumda. Dolayısıyla polisin de burada insanları vurma yetkisini biraz nasıl diyelim, denetimsiz bir biçimde kullandıklarını görüyoruz. Bu polisin silah kullanma yetkisi 2012-2017 yılında geçen bir yasayla onaylanmıştı. Biraz muğlak bir yasa. Şöyle diyor; Bir kişi polisin dur ihtarına uymadığı zaman bunu polis vurabilir ancak Nahel olayında olayın tam olarak böyle gerçekleşmediği gözüküyor. Zaten genç durmuş vaziyetteydi ve hareket etmeden silah sıkılarak öldürülmüş oldu.
Dolayısıyla yasayla da aslında bu polis şiddetinin savunulabilir bir tarafı yok. Nitekim Fransız hükümeti de bu olaydan hemen sonra toplumu teskin edici açıklamalarda bulundu. Dediler ki özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron 'bu kabul edilemez bir eylemdir. Biz bu meseleyi soruşturmaya hemen başlıyoruz' diyerek kamuoyunu sakinleştirmeye çalıştı. Ve nitekim soruşturma da başlatıldı. O günden itibaren Fransa'da polis Şiddetine ilişkin bir tartışma süre gelmekte. Bu meselenin ayrı bir boyutu. Ancak bu banliyölerde yaşayan özellikle göçmenlerin çoğunlukta olduğu banliyölerde yaşayan kişilerin ortaya çıkardığı protesto gösterileri en başta dediğimiz gibi ırkçılığa karşı, Arap düşmanlığına, İslam düşmanlığına karşı ortaya çıkmış bir hareket. Tabii Fransa protestolarıyla meşhurdur. Banliyölerde ilk kez protesto olmuyor. Geçtiğimiz yıllarda da çok sayıda protestoya sahne olmuştu. Pandemi dönemi ayrı bir protesto gerçekleşti. Sarı Yelekliler protestolarını halen hatırlıyoruz. Paris merkezde çok büyük bir yıkıma sebebiyet vermişti. Fransız çiftçilerinin protestoları vardı. Ve en sonunda da bu banliyölerde yaşanan protestolar aslında Fransa'da toplumun haklarını aramak için sokağa inme ve zaman zaman da şiddete başvurma, yağmalama gibi olaylar da yaşandı. Bu tür yöntemlere de başvurduğu bir protesto kültürünün olduğunu da gösteriyor.
Hocam evet çok haklısınız. Biliyorsunuz ki Fransa'da yaşanan bu olayların Türkiye'ye benzetmesi de yapılıyor. Aynı olayların Türkiye'de yaşanacağına dair iddialar var. Bunun ne kadarı doğrudur? Sizin ağzınızdan duymak isterim.
"FRANSA'DA YAŞANANLAR AYRIMCI POLİTİKANIN DIŞA VURUMU"
Şimdi bu çok kritik bir mesele. Yani Fransa'da göçmen kökenli vatandaşların ortaya çıkardığı bu protesto hareketiyle Türkiye'deki toplumsal yapı göçmenlerin de katıldığı ve yeni ortaya çıkan toplumsal yapının getirebileceği toplumsal meselelere ilişkin bir benzetme tartışması yürütülüyor.
Burada çok dikkatli bir şekilde ele almak gerekiyor konuyu. Çünkü Fransa'da yaşanan şey çok uzun zamandır on yıllar boyunca Fransa'da göçmenlere karşı bir ayrımcı politikanın dışa vurumu ki Fransa'daki göçmenler Fransa tarafından sömürülmüş özellikle Kuzey Afrika ülkelerinden Fransa'ya gelmiş ve yerleşmiş ve Fransız vatandaşı olmuş kimseler. Dolayısıyla sosyolojik arka planı tarihsel arka planı Türkiye'deki meseleyle çok farklı. Bu insanlar en başta toplumsal hafızalarında Fransa tarafından sömürülmüş bir ülkeye ait oldukları duygusuna sahipler. Dolayısıyla bu tarihsel hafıza onların bugünkü meseleleri ele alış biçimlerini de etkiliyor. İkinci mesele Fransa vatandaşı olmalarına rağmen her zaman Fransa'da ikinci vatandaş statüsünde tutulmaları, ayrımcılığa maruz kalmaları, iş başvurularında görmezden gelinmeleri hatta eğitimde sağlıkta yeterli imkanlardan faydalanamamaları bu insanlarda devlet tarafından tanınmadıklarına ya da yeterince itibar sahibi olmadıklarına dair olumsuz bir duygunun da pekişmesine, katlanmasına ve onların kimliklerinin bir parçası haline gelmesine sebebiyet verdi. Dolayısıyla Fransa banliyölerinde yaşayan göçmen profili aslında bu tarihsel, politik ve toplumsal hafızadan beslenmekte. Ama Türkiye'deki sığınmacılara baktığımızda Türkiye'nin hemen komşusu Suriye'de yaşanmış bir iç savaş var. Bu iç savaştan canlarını, hayatlarını kurtarmak için Türkiye'ye zorunlu bir göç gerçekleştirmiş insan topluluğu var. Ve Türkiye bu insanlara gönüllü olarak kucak açmış her türlü imkanı sağlamış. Sağlık, eğitim ve diğer alanlarda ve dolayısıyla bu insanlar öyle ya da böyle sığınmacılar Türkiye'de belirli bir kabul görmüş durumdalar.
Fransa'da yaşanan şey kurumsal bir ırkçılık. Türkiye'de şu anda kurumsal bir ırkçılıkla karşı karşıya değiliz. Ancak biz politik sahnede yaşanan tartışmalara baktığımızda bazı siyasetçilerin ırkçı söylemlerle ön plana çıkarak seçimlerde ya da başka kamuoyu araştırmalarında ön plana çıkmak gibi bir gayretleri olduğunu görüyoruz. Bu tür popülist söylemlerle, yabancı karşılıklı söylemlerle bazı kazanımlar elde etmek isteyen siyasetçiler mevcut. Ancak bunlar günlük kazanımlar Türkiye'de ırkçılık, yabancı düşmanlığı toplumun DNA'sına işlemiş değil. Halen Türkiye sığınmacılara, göçmenlere kucak açan onlara olumlu bakıyor, onları bir ikinci sınıf vatandaş olarak görmeyen ya da insan dışı varlık olarak görmeyen bir ülke, Fransa bu yaklaşıma sahip. Dolayısıyla iki farklı toplumsal yapı, iki farklı mesele ve dinamikleri birbirinden çok bağımsız. Ancak şöyle bir tehlikede var, yıllar geçtikçe Türkiye'de bu popülist ve yabancı düşmanlığın söylemi kuvvet kazanırsa ve bu vatandaşlar bireyler ve hatta devlet kurumları tarafından da içselleştirilirse artık Türkiye'deki göçmenlerin de bu tür dışlanan bir tavır gördükleri ve algıları ve deneyimlerinin dönüştüğü bir Türkiye profili de izlenebilir. Ancak şu anda Türkiye'de öyle bir tehlike yok.
Hükümetin de politikaları Türkiye'de sığınmacıların hem tanınması kabul edilmesi imkanlardan faydalanması ama aynı zamanda da mevcut olan ilk koşulda gönüllü bir biçimde, onurlu bir biçimde memleketlerine geri dönmelerini temin edecek bir politikadır. Dolayısıyla Türkiye'deki sığınmacılar aslında istedikleri takdirde kendi memleketlerine dönme ihtimalleri de var bu senaryo da açık. Türkiye orada altyapısını hazırlamış durumda. Bu süreçte önümüzdeki aylarda başlayacaktır diye düşünüyorum.
Türkiye Cumhuriyeti ve Fransa arasında periyodik zaman dilimleri içerisinde siyasi krizler oluşuyor. Bu siyasi krizlerden bir tanesi de baktığımız zaman Gezi Olayları zamanında Fransa'nın Türkiye'ye yaptığı bir polis şiddeti iddiası vardı ve bugün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da söylemlerinde Fransa'ya Gezi benzetmesi yaparak protestoculara karşı şiddet uygulandığını söylüyor ve bunu bir koz olarak kullanıyor. Bunun yanında Avrupa'daki gazeteler Fransa'ya karşı Türkiye'nin protestocuları doldurduğunu iddia ediyor. Sizin bu konuda düşünceleriniz nelerdir? Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti protestocuların arkasında mı duruyor?
Türkiye protestoculara doğrudan destek vermiyor ancak protestocuların haklı taleplerinin farkında. Aslında Fransız hükümeti de bu protestocuların haklı taleplerinin farkında ki Cumhurbaşkanı Macron defalarca bunu dile getirdi. Ancak şöyle bir durum var. Fransa'da ortaya çıkan bu protesto dalgası şiddet eylemlerini de içeren muhakkak ki Gezi eylemleriyle benzetilmesi çok olağan. Çünkü o süreçte bildiğiniz üzere Batılı ülkeler sürekli Türkiye'yi polis şiddeti kullanmakla, protestoculara bastırmakla itham ediyordu. Fransa'da şöyle bir durum gerçekleşti. Çok ilginç ki Batı devletleri bildiğiniz üzere ifade özgürlüğü, gösteri hürriyeti gibi konularda çok hassas olduklarını her zaman iddia ederler ve bunu Türkiye'ye karşı da söylemsel olarak her zaman kullanırlar. Ancak Fransa'daki protestolardan sonra ilginç biçimde Cumhurbaşkanı Macron sosyal medyayı suçladı. Özellikle gençlerin on sekiz yaş altındaki gençlerin sokağa inmesinden ailelerini sorumlu tuttu. Hatta bu genç sosyal medyada çok fazla vakit geçirdiğini, bilgisayar oyunları oynadıklarını ve buradan şiddete daha meyilli hale geldiklerini iddia etti. Bu aslında Fransa'daki bu ırkçılık yabancı düşmanlığı tartışmalarının gündemini değiştirmeye yönelik bir girişim. Suçu sosyal medya ve bilgisayar oyunlarına atmak. Fransa çok ilginç bir biçimde sosyal medyayı yasaklama, sınırlandırma ve sosyal medya şirketlerine bazı sert yaptırımlar uygulama tehdidinde bulundu bu süreçte.
Bu çok ilginç çünkü bize her zaman sosyal medyanın özellikle kısıtlanması konusunda demokrasi dersi veren Batı'nın kendi banliyölerinde karşılaşıp protesto gösterilerinde bu tür sert, demokrasi karşıtı, ifade özgürlüğü karşıtı, önlemlere başvurmaya çalışması tabii ki Türkiye'nin de dikkatini çekti ve bunu eleştirmek de çok doğal. Çünkü Türkiye özellikle sosyal medya konusunda baktığınızda ifade özgürlüğüne önem veren bir ülke. Bu tür sınırlılıkları ortadan kaldıran politikalara sahip. Sadece dezenformasyona karşı alınan önlemler var. Bunun dışında herkes istediği şeyi yazabiliyor. Dezenformasyona karşı da cezalar ortada. Fransa'nın hikayesi Türkiye'den farklı. Protestolar karşısında biz gördük ki Cumhurbaşkanı Macron, sosyal medya kısıtlamaları da dahil olmak üzere güvenliği önceliyici, yani insan hakları, bireysel özgürlükleri ikinci plana atarak güvenliği önceleyen bazı politikaları gündemine almış durumda.
Fransa'da bundan sonra ne bekleyebiliriz? Tam da bunu. Bundan sonra biz Fransa'da protestolara karşı daha sert önlemlerin alınmasını bekleyebiliriz. Sosyal medya tabii ki simgesel bir öneme sahip. Çünkü oradan protesto çağrısında bulunuyorlar. Organize oluyorlar. Sokağa iniyorlar. Özellikle gençler bu tür çağrılar neticesinde daha hızlı bir şekilde mobilize olabiliyor. Demek ki Fransa özellikle gençlerin sokağa inmesini, mobilize olmasını istemiyor. Haklarını aramak için yabancı karşıtlığı, ırkçılığa karşı tepkilerini dile getirmek için sokağa inmelerine karşı ve bunu gerçekleştirmek için de güvenlik öncelikli politikalar gidiyor. Biz önümüzdeki süreçte de Fransa'nın daha sert tedbirlere başvurabileceğini öngörebiliriz. Çünkü Macron'un da son dönemi. Dolayısıyla bundan sonra bir seçime girerek oylarını arttırmak bir gibi bir planlaması da olamaz. Dolayısıyla bu protestoculara karşı daha sert tedbirler uygulamasında önünde hiçbir engel yok. Kaldı ki banliyölerdeki göçmen kökenli Fransız vatandaşlarının bu şiddet içeren eylemleri Fransa'daki aşırı sağcı partileri ve politikacıları da güçlendirmekte. Özellikle Le Pen gibi siyasetçiler yeni oluşan bu konjonktür içerisinde toplumsal desteklerini arttırmakta. Çünkü tam da onların iddia ettiği gibi göçmenler kötüdür. Fransız kültürüne dönüştürmek istiyorlar. Bunlar bizim medeniyetimize karşıdır. Dolayısıyla biz göçmenleri İslam'a, yabancılara karşı daha sert politikalar izlemeliyiz diyen aşırı sağcı ideolojiler ve onun temsilcisi Le Pen'in bu konjonktür içerisinde toplumsal tabanında genişlettiğini gördü Macron ve bu yüzden ve onları da alan açmamak için ilerleyen dönemde daha sert tedbirler uygulayacağını düşünebiliriz.
Bu süreçte tabii ki Türkiye Fransa'nın bu güvenlikçi politikalarını eleştirecektir. Çünkü Türkiye bugüne kadar her zaman bu sebeple eleştirilmiştir Batı tarafından. Gezi ayaklanmaları, 15 Temmuz hain darbe girişimi, Suriye'nin kuzeyine yaptığımız operasyonlar. Bütün bu önemli hamlelerde Batı her zaman söylemsel olarak Türkiye'nin karşısında durmuştur. Hem de tam da bu söylemleri kullanarak insan hakları, ifade özgürlüğü, demokrasi gibi söylemleri kullanarak Türkiye'nin hareket alanını kısıtlandırmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla tam da bu noktada Türkiye, Fransa'ya insan hakları konusunda ders vererek aslında bugüne kadar yaşanmış iki yüzlülüğüyle ortaya koyarak bundan sonra Batı tarafından gelecek bu konudaki eleştirilerin de önünü almış olacaktır.
Hocam bir Rusya gerçeği de var. Rusya'da Wagner olayları ve Moskova'ya kadar yürümeleri mevzu. Tabii ki Türkiye Cumhuriyeti'nde de 15 Temmuz'da bir hain darbe girişimi gerçekleşmişti ve FETÖ terör örgütüyle birlikte buna bir benzetme oluşuyor. İkisinin arasındaki fark nedir? Rusya'daki olaylar hakkında sizden bilgi alabilir miyiz?
'HAİN DARBE GİRİŞİMİ TÜRKİYE İÇİN BU TERÖR ÖRGÜTÜNÜN TEMİZLENMESİ AÇISINDAN BİR İMKAN SUNDU'
Tabii Türkiye için böyle bir soru sormak artık çok doğru olmayabilir. Çünkü Türkiye FETÖ'ye karşı çok etkili bir mücadele yürüttü. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri'nde adalet alanında, eğitim alanında bu terör örgütünün, özellikle terör örgütü kavramını vurgulamak istiyorum, kökü kurutulmuş durumda. Tabii ki bazı emsalleri kalmış olabilir. Tespit edilemeyen unsurlar. Bunlar da böyle bir darbe girişimini gerçekleştirebilecek organizasyona ve kapasiteye sahip değiller gibi gözükmekte.
Rusya'da yaşanan şey çok daha farklıydı. Wagner grubu bildiğiniz üzere paralı bir askeri şirket Putin tarafından kurdurulmuş ve onun tarafından büyütülmüş, organize edilmiş. Rusya'nın dış politika çıkarlarının gerçekleştirilmesi için dünya genelinde farklı ülkelerde bu silahlı örgüt kullanılmış. Ve Rusya, Ukrayna savaşı sırasında tabii ki bu 50 bin kişilik askeri güç kullanılmak istenmiş ve Ukrayna'ya konumlandırılmış. Dolayısıyla ilk kez devasa bir özel askeri şirket Moskova'ya ya da Rusya'ya bu kadar yakın bir yere konumlandırılmış. Rusya Ukrayna Savaşı'nın gidişatı konusunda Wagner patronun daha önce de birçok suç suçlaması vardı. Hem Rus Savunma Bakanı'na hem de Genelkurmay Başkanı'na getirdiği eleştiriler vardı. Bu savaşın yavaş ilerlediği yanlış taktiklerin izlendiği konusunda kamuoyuna açık bir şekilde aslında açıklamıştı bu eleştirilerini. Bu eleştirilerin ardından Wagner'in böyle bir Moskova'ya doğru yürüme hamlesi geldi ve bayağı da uzun bir yol yürüdüler sekiz yüz kilometre kadar. Dolayısıyla bunun bir darbe girişimi olup olmadığı tartışması önemli. Sadece Wagner'in bu hareketinden dolayı değil, bu kadar yol gidebilmiş olmaları Moskova içerisinde de bazı destekçilerinin üst düzey kurmayların da desteklediği bir hareket olma ihtimalini, bu senaryoyu gündeme getirdiği için bir darbe ihtimali konuşuldu. Ancak şu anda bu ihtimal biraz daha azalmış durumda. Putin burada bir denge politikası gözetiyor. Wagner de çok kızdırmak ya da küstürmek istemiyor. Oradaki savaşçıları kazanmak istiyor. Buna göre bir yol haritası belirledi.
Ancak Türkiye'deki durumda tamamen dış kaynaklı aynı zamanda bir istihbarat örgütü şeklinde çalışan bir hain terör örgütünden bahsediyoruz. Dolayısıyla yöntemleri, taktikleri çok daha farklı. Bir kere dış desteği var. Dış destek yoluyla fonlanıyor, organize oluyor, istihbarat sağlıyor ve oraya bilgileri gönderiyor. Böyle bir yapılanma. Ve zamanı geldiğinde kendisini açığa çıkararak bu hain darbe girişiminde bulunuyor.
Hain darbe girişimi Türkiye için bu terör örgütünün temizlenmesi açısından bir imkan sundu. Çünkü bu örgüt hakkında zaten haberdardık. 17-25 Aralık operasyonlarından itibaren artık gözle görünür bir hale gelmişti. Ancak yine de ordu içerisinde kendini gizleyen bazı unsurlar vardı. Buna rağmen Türk hükümeti ve ordu içindeki bu unsurlara karşı da operasyonlarını başlatmıştı zaten. Zaten bu operasyonun başlamış olması da onları bu hain darbe girişimine iten sebeplerden biriydi. Biraz daha aceleci bir şekilde bu girişimi başlattılar. Ve sonunda mağlup oldular. Dolayısıyla Türkiye'de bugün böyle bir tehdidin olduğunu söylemek çok zor. Çünkü Türkiye baktığınız zaman 15 Temmuz hain darbe girişiminin ardından Suriye'de çok başarılı operasyonlara imza attı. Libya'da çok başarılı operasyonlara imza attı. Karabağ'da Karabağ'ın özgürleşmesinde başarılı operasyonlara imza attı. Dolayısıyla Türk ordusunun istihbarat imkanları kapasite ve sahadaki hakimiyeti çok daha güçlenmiş oldu bu temizlenme hareketinden sonra. Dolayısıyla biz şu anda aslında Türkiye'nin bütün kurumlarıyla beraber eş güdüm halinde daha güçlü bir şekilde hareket ettiğini söyleyebiliriz.
Halihazırda bir Rusya Ukrayna savaşı devam ediyor. Türkiye ne Rusya'nın ne de Ukrayna'nın tarafında yer alıyor. Türkiye ortada bir politika yürütmeye çalışıyor. Sizce gerçekten ortada bir politika mı yürütüyor? Ve bu ortada yürüttüğü politika ne kadar daha devam edebilir?
Türkiye Rusya Ukrayna Savaşı'nda bu ortada yani dengeli politika izleme kabiliyetini sergileyebilen dünyadaki tek ülkedir. Ve bunu büyük bir özenle hassasiyetle gerçekleştirmektedir. Burada Türkiye'nin en büyük avantajlarından birisi lider diplomasisidir.
Sayın Erdoğan'ın hem sayın Putin'le hem de Batıdaki liderlerle kurabildiği güçlü ikili ilişkiler ve bunun üzerinden yürüyen diplomasi Türkiye'nin iki tarafta da büyük bir güven sağlamasına ve attığı adımların bazen bir tarafın aleyhine olmasına rağmen onlar tarafından mazur görülmesine ya da gerekçelerinin anlaşılmasına sebebiyet vermektedir. Dolayısıyla örneğin en son yaşanan NATO zirvesi öncesinde bildiğiniz üzere Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelenski Türkiye'yi ziyaret etti ve savunma iş birliklerine imza attılar. Ve Türkiye, Ukrayna NATO üyeliğini desteklediğine ilişkin açıklamalarda bulundu. Daha sonra Sayın Erdoğan NATO zirvesine gitti. Ve orada da yine Batı İttifakıyla güçlü ilişkilerini tazeledi, yeniledi. Dolayısıyla muhakkak ki Rusya Türkiye'nin Batı ile ilişkilerinin güçlenmesinden çok mutlu olmayabilir. İlk tahminimiz bu yönde olabilir. Ama aynı zamanda bu Rusya'nın da faydasına olan bir şey olabilir. Çünkü Rusya, Türkiye gibi kendisiyle ilişki kurabilen ve güvenli bir şekilde meseleleri ele aldığı bir aktörün Batı'da daha da güçlenmesini arzu ediyor olabilir. Bundan rahatsız olmuyor olabilir. Çünkü neticede iki taraf arasında iki blok arasındaki iletişimin farklı kanallar yoluyla sürdürülmesi diplomasi kapısının da açık bırakılması anlamına geliyor.
Devletler çıkarlarını muhakkak koruyacaktır. Ancak çıkarları her zaman günlük olaylar neticesinde karşılanamayabilir. Dolayısıyla anlık olarak Türkiye'nin hamleleri Batı ya da Doğu bloğunu rahatsız edebilir, etme ihtimaline sahiptir. Öyle olduğunu söylemiyoruz, iddia etmiyoruz ama ancak bunun karşılığında Türkiye'nin bu dengeli politikası her halükarda hem Doğu'nun hem de Batı'nın gün geldiğinde savaşın sonlandırılması için bir ara bulucuya ihtiyaç duyduklarında orada bir Türkiye'nin var olduğu gerçeğini ortaya koyması açısından kıymetlidir.
Savaşın ne zaman sona ereceğini bilmiyoruz ancak Türkiye en başından itibaren kendi ulusal çıkarlarını da önceleyerek Karadeniz'deki güvenliğin ve daha geniş olarak Avrupa'nın doğusunda ve bölgedeki güvenliğin çok önemli olduğunu hem Doğu bloğu hem de Batı bloğu için bunun kıymetli olduğunu dile getiriyor. Dolayısıyla şu anda her iki tarafta savaşı tırmandırmaktan geri durmuyor. Ancak bu bir stratejinin parçası. Gün geldiğinde savaşı sonlandırmak istediklerinde ya da bir üçüncü yolu aramak durumunda kaldıklarında Türkiye'ye ihtiyaç duyacaklardır ki anlık olarak da zaten zaman zaman Türkiye bu görevini ifa etmekte.
Her iki tarafla da savunma iş birlikleri imzalayabilmekte. Ticaretini geliştirebilmekte. Liderler diplomasisini sürdürebilmekte. Dolayısıyla o güvenilir iletişim kanallarını her zaman açık tutmakta ve bu anlık kazanımları da beraberinde getirebilmekte.
Röportaj: Yusuf Emin - İstiklal