Kanser tanısı konulmuş genç, çocuk, yaşlı, zengin, fakir ayırmaksızın herkese kapılarını açmış bir kuruluş…

Cem Yılmaz’ın tanıtımını yaptığı “Bir tuğlada sen koy!” kampanyasıyla kurulmuş olan hastanelerinde, hastalarına ve ailelerine hem tedavi hem de moral-motivasyon açısından her türlü desteği sağlıyorlar. Üstelik ücretsiz…

Hepsi ve daha fazlasını LÖSEV İstanbul Koordinatörü Rana Çetin ile konuştuk…

Sizi tanıyabiliriz?

Rana Çetin ben. LÖSEV İstanbul Koordinatörü olarak görev yapıyorum. Aynı zamanda LÖSEV’in medya ilişkileri sorumlusuyum.

LÖSEV Vakfı olarak ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz? Okuyucularımıza bahsedebilir misiniz?

Hem çocukların, hem de diğer hastaların yaşamlarını kolaylaştırmak için çalışmalar yürütüyoruz. LÖSEV’ in bu yıl 20. kuruluş yıl dönümü. 20. yıl dönümü içinde geniş kapsamlı bir çalışma yapacağız. LÖSEV'in çalışmalarını anlatan, halkı kanser konusunda bilinçlendirme faaliyetlerinde bulunacağız. LÖSEV’in tarihçesinde baktığımızda 1998 yılında Ankara'da bir kaç idealist doktorun ve lösemili çocukların ailelerinin kurduğu bir vakıf. Lösemili çocukların ailelerine maddi-manevi destek olmak olarak yola çıkıyor fakat gelinen noktada kanser vakaları arttığı için lösemili çocuklara değil tüm kanser tanısı konulmuş hastalara ve ailelerine de destek hizmeti veriyoruz.

Evet, burası çok önemli! Biz LÖSEV’i hep lösemi tanısı konulmuş çocuklar için kurulmuş bir vakıf olarak biliyorduk. Şimdi siz, yetişkin hastalara da yardımcı olduğunuzu söylüyorsunuz. Bunun kanser hastaları için olağanüstü bir çalışma olduğunu düşünüyorum. Çünkü aynı zamanda sağlık sektöründe çalıştığım için kanser hastalarının yaşadıkları maddi –manevi zorlukları açık bir şekilde gözlemleyebiliyorum.

Kesinlikle... Kanser tedavisi oldukça güç olan, yıpratıcı olan, uzun süren, sadece kişiyi değil ailesini de ciddi derecede yıpratan; maddi, manevi anlamda çökerten bir hastalık. Zamana yayıldığı için tedavisi pahalı bir hastalık. Her ne kadar sosyal sigortanız olsa dahi ekstradan ilaç almanız gereken durumlar olabiliyor. Belki psikolojik destek alınması gerekiyor. Dolayısıyla tüm aileyi ciddi anlamda sarsıyor. Bu süreçte elbette ki bizim gibi bir vakfın olması ve her türlü desteği sunuyor olması, kanser hastaları için büyük şans olarak nitelendirilebilinir. Çünkü kanser tanısı konulduğu anda insanlar sarsılıyorlar. Çünkü hastayı kaybetme ihtimali yüksek olan bir hastalık. Sarsılıyorlar ve bütün aile ciddi bir depresyona giriyor. Ve maddi anlamda oluşturduğu yıkımdan dolayı aileler, akrabalarından dahi destek alamaz duruma geliyorlar. Bu noktada bizim arıyor olmamız, yardım gönderiyor olmamız, gerçekten onların hayata tekrar tutunmalarını, kanserle mücadele de daha güçlü olmalarını sağlıyor.

Yalnız olmadıklarını anlıyorlar, değil mi? Bunun da çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Kesinlikle… Hem de birbirleriyle iletişim halinde oluyorlar. Örneğin bir etkinlik düzenlendiğinde, bir araya geldiklerinde birbirleriyle fikir alışverişinde bulunup birbirlerine destek oluyorlar. Biz sadece maddi destek vermiyoruz. Moral etkinlikleri de düzenliyoruz. Seminerler, etkinlikler, şenlikler düzenliyoruz. Yemekler, iftarlar organize ediyoruz. Hastalarımız bir araya geliyorlar ve orada şunu görüyorlar; “Evet, ben yalnız değilim. Benimle aynı hastalıkla mücadele eden başka insanlar da var, yenenler var ve biz birbirimizden güç alıyoruz.” Bunu görmek gerçekten insanları mutlu hissettiriyor. Bizim LÖSANTE’de iyileştirdiğimiz pek çok çocuğumuz var.

Hastane ile birlikte ortak bir çalışma yürütüyorsunuz, değil mi?

Tabi tabi... Ankara'da LÖSANTE adında bir hastanemiz var. Cem Yılmaz'ın lansmanını yaptığı ”Bir tuğlada sen koy!” kampanyasıyla tamamen bağışlarla kurulmuş, 400 yatağı olan bir hastane. Şu an orada 75 yatağımız var. Ve biz orada tüm kanser hastalarına çocuk, yetişkin, ayırt etmeksizin ücretsiz tedavi hizmeti veriyoruz. Hastalarımız il dışından geliyorlarsa LÖSEV diye bir köyümüz var. Orada apart evlerimiz ve otellerimiz var. Oralarda tamamen ücretsiz konaklayabiliyorlar. LÖSEV köyümüzde küçük bir çiftliğimiz var, ineklerimiz, tavuklarımız var. Doğal ortamda sebze, meyve yetiştiriyoruz ve hastanede yatan çocuklarımıza gönderiyoruz. Çünkü kanserle mücadelede kemoterapi ve radyoterapi gibi tıbbi tedavilerin yanı sıra sağlıklı beslenme çok önemli, moral-motivasyon çok önemli, ailenin bir bütün olarak dayanışma içerinde olması çok önemli, sevgi çok önemli, hijyen koşullarının sağlanması çok önemli... Biz bunların tümünü LÖSEV ‘de gerçekleştirdiğimiz için tedavide %92 başarı sağlamış durumdayız. LÖSEV ilk kurulduğunda başarı oranımız % 20’lerdeydi. Bugün gelinen noktada 100 çocuktan 92’sini tedavi edebiliyoruz.

Yıllar geçtikçe başarı oranınızın artmasını neye bağlıyorsunuz peki? Tıbbın yıllar içerisinde biraz daha fazla gelişmesi de bu noktada etkili olabilir mi?

Biraz önce bahsettiğim bütünlükçü tedavi sistemine bağlıyoruz asıl olarak. Çünkü tıp her yerde gelişkin. Olanaklar gelişti, kemoterapi, radyoterapi gibi yöntemler yaygınlaştı ama tek başlarına yeterli değil. Dünya Sağlık Örgütü’de bunu söylüyor zaten. Biz burada şu açıdan farklıyız diyoruz; biz burada hastalara sadece tıbbi açıdan destek vermiyoruz. Onun sağlıklı beslenmesini sağlıyoruz, moral- motivasyon sağlıyoruz. Doğum günleri düzenliyoruz, şenlikler yapıyoruz. 23 Nisan kutlamaları, uluslararası lösemili çocuklar şenlikleri ve konserler düzenliyoruz. Bunları bir tıp merkezi veya hastane yaparsa daha başarılı olabiliyor. Ve biz sadece hastayı ele almıyoruz. Tüm aileyi ele alıyoruz. Kuru gıda yardımı yapıyoruz. Kurban bayramında aldığımız bağışları ailelere dağıtıyoruz. Onun dışında kırtasiye malzemeleri oyuncak, giysi... Tüm bunların desteğini veriyoruz.

Kısaca hastaların yaşam kalitesi arttırıyor, maddi-manevi her türlü desteği sağlıyor ve dolayısıyla da onların hastalıklarına olan bakış açılarını daha pozitif hale getiriyorsunuz.

Kesinlikle... Ve tüm bunlar hastanın hayata tutunmasını sağlıyor. Yetişkin hastalar için hayat bağları atölyesi dediğimiz atölyelerimiz var. El işi atölyesi, takı kursu, ebru sanatı ile ilgili kurslar, tıbbi bitki veya aromatik bitki yetiştiriciliği gibi... Bu hastalıkta inanç ve pozitif bakış açısı çok önemli. İnanç şu açıdan çok önemli: “Bu hastalık beni bitirecek, demektense ben bu hastalığı yeneceğim, iyileşeceğim, hayata dört elle sarılacağım.” gibi bir yaklaşım olduğu zaman etkisini görmek mümkün. Tabii bunu çocuk tek başına yapamıyor. Annenin ve babanın bunu çocuğa aşılaması çok önemli.

Çocuk ve yetişkin ayırt etmeksizin her yaş grubundan hastalarınız var. Kanser farklı yaş gruplarında nasıl seyrediyor? Çocukların, yetişkinlere oranla daha çabuk iyileştiklerini düşünüyorum.

Bu konuda herhangi bir bilimsel araştırma yok fakat şahsi gözlemlerimle söyleyebilirim ki çocuklardaki iyileşme oranı daha yüksek. Biz LÖSEV olarak şunu söylüyoruz; kanser hem önlenebilir hem de tedavi edilebilir bir hastalıktır. Tanısı geç konulmamışsa tedavisi elbette ki mümkün. Bunun için de söylediğimiz şartların gerçekleşmesi lazım. Kanseri önlemek tedavi etmekten çok daha önemli. Bunda da sigara kullanımı ve beslenme birinci faktör.

Burada özellikle sigara kullanımının altını çizmek gerekiyor sanırım. Çünkü küçük yaşlardan itibaren sigaraya başlayan insanlar var. Bunun dışında bırakmak isteyip te bırakamayanlar veya zararlarını hiç umursamayanlar…

Maalesef... Biz de onları görüyoruz. Liseli gençlerde, ortaokul öğrencilerinde hâlâ çok yaygın. Sigara yasaklarına rağmen çok yaygın. Sağlıklı beslenmeden kastımız elbette ki; hazır gıdaların yenilmemesi. Bu konuda tabi ki ailelerin, okulların ve öğretmenlerin çok bilinçli olması gerekiyor. Kanser dediğimiz şey bir an da olmuyor. Hazır gıdalardaki kimyasal maddeler, raf ömrünü uzatan kimyasal maddeler, face foodlardaki kimyasal maddeler belli bir tüketim oranından sonra vücutta birikim yapıyor ve o birikim DNA’larda yapısal mutasyona yol açıyor. Bu da kanserin açık hale gelmesini sağlıyor. Sen aile olarak “Bir kereden bir şey olmaz, o çikolatayı da yesin, bu hamburgeri de yiyiversin bir kerenin bir sakıncası yok!” diyebilirsin ama onları tüketme alışkanlığı kazanan çocuk, bu tarz yiyecekleri sürekli tüketecektir. Ve uzun süreli tüketim DNA’larda mutasyona yol açacaktır. DNA’nın değişmeye başlaması kanserin üremesine açık hala gelmesi demek. Ve sadece lösemi tedavisi en az 3 yıl sürüyor. 6 ay veya 1 yılı sadece hastanede kemoterapi almakla geçiyor. Üstelik kemoterapinin yan etkileri de var. Bu süreçte doku kaybı olabiliyor, organ kaybı olabiliyor, kemikler incelebiliyor... Dolayısıyla alınabilecek bir risk değil!

Alınabilecek bir risk değil! Kesinlikle katılıyorum. Yani mesela çocuklar kantinden alacakları çikolata yerine annelerinin yaptığı çikolatalı pastayı yeseler (yani en azından çikolata ihtiyaçlarını karşılamak adına) ve bu konuda anneler biraz daha hassas davransalar, çocuklarını başlarından savmasalar. Bilinçli anneleri tenzih ediyorum elbette… Fakat toplumumuzda gerçekten para verip te “Git istediğini al, yeter ki bana bulaşma!” diyen anneler var…

Tabii ki… Yoğurdun içine meyve koysalar veya tarçın atsalar o da tatlanır bir şekilde. Ya da kuru yemişlerden granula yapsalar, buda bir alternatif. Seçenek çok. Özellikle titizlikle üzerinde durulması gereken konu şu; hazır hiç bir gıdanın tüketilmemesi gerekiyor.

Buna yoğurt, salça marketlerden alınan süt de dahil değil mi? Yani hanımlar bir zahmet salçalarını, yoğurtlarını evde, kendileri yapsınlar! Çalışmak bunları yapmamaya engel olmamalı… Ben de çalışıyorum ama yazın salçamı kendim yapıyorum. Yoğurdumu kendim yapıyorum. Çalışmak veya yoğun bir hayat, bunları yapmamak için bir bahane değil!

Evet kesinlikle... Raf ömrünü uzatmak için, içine konulan kimyasallar zaten doğrudan kanserojen özelliği taşıyor. 20. yılımızda Dünya Sağlık Örgütünün Türkiye için alarm zillerinin çalıyor olması da bizim için bir uyarıcı. Kardeş okul projemiz var, anasınıflarında ve liselerde her yaş grubuna seminerler veriyoruz. LÖSEV kampüsümüz var. Üniversitelerde LÖSEV kulüpleri kuruyoruz. Türkiye'de tarım ilaçları ciddi anlamda kanserojen. Sınırdan sağlığa uygun değil gerekçesiyle geri gönderilen domatesler, biberler genelde iç piyasada satılır. Vatandaşın alım gücü düşük olduğu için bunları tercih ediyor. Bu konu ile ilgili tarım bakanlığı ile bir çalışma yaptık. Bakanlık bu konuda bir düzenleme yaptı. Ama uygulamada yine sorun var. Çünkü denetleme problem. İşte orada denetleyici yine tüketicinin kendisi olacak. Akıllı telefon kullanmaktansa yiyeceklerimizden sağlıklı gıdalar alalım. “Pahalı gıda, sağlıklı gıdadır.” demiyorum ama 3 kuruş ucuza alacağım diye de sağlıklarını riske atmasınlar! Çok sık dile getirilen bir şeydir; “Her şeyde bir şey var, biz ne yiyeceğiz?” Bu yılmış, bıkmış ve sorumluluğu üzerinden atmış bir yaklaşım! Evet dikkat edeceğiz, madem ki kendimiz üretemiyorsak, kimin, nasıl ürettiğine dikkat edeceğiz. Kemoterapi alan çocukları, hastaları görseler bu sözleri söylemezler. Okuyuculara bunları söylemek lazım. Yani hakikaten bir onkoloji kliniğine gidip oradaki hastaların kemoterapiden nasıl etkilendiklerini görseler bu cümleleri kurmazlar diye düşünüyorum.

Evet… Zaten hasta olduklarında bunu kat kat fazlasıyla; hem cepleriyle hem de sağlıklarıyla ödeyecekler. Peki, diyelim ki hastamız çok şükür sağlığına kavuştu. Tedavi tamamlandıktan sonra da takibiniz altında tutuyor musunuz?

Hastamız olarak LÖSEV’e kayıt yaptıran herkes ömür boyu bizim hastamızdır. Tüm etkinliklerimize davet ederiz. Aileler bu süreçte çok yıpranıyorlar. Bu noktada psikologlar psikolojik destek verebiliyor, yine anne-baba bu süreçte işsiz kalabiliyor. Avukatlarımız onlara iş hukuku konusunda eğitimler veriyorlar. 8 Mart dolayısıyla annelerimiz ve kadın hastalarımıza kahvaltı organizasyonları düzenleyeceğiz. Mesela şimdi 20. yıl münasebetiyle çocuklarımızı Paris’ teki Disneyland’a götürmeyi planlıyoruz. Sinemaya, tiyatroya gidiyoruz.

Kanser tanısı konulmuş her hasta vakfınıza kayıt yaptırabilir mi? Bu konuda bir kriteriniz var mı?

Herhangi bir şartımız yok. Kanser tanısı konulmuş her hasta bize kaydını yaptırabilir. Bunun için maddi durumunun kötü olmasına hiç gerek yok. LÖSEV’de ücretsiz bir şekilde tedavisini yapabiliyoruz. Hastayı LÖSEV ailesine aldıktan sonra elimiz ömür boyu ailenin de, hastanın da üzerinde olur. Bugün 3.5 Milyon gönüllümüz var.

İsteyen herkes gönüllü olabilir mi?

Bunun için de hiçbir şartımız yok. Her isteyen gönüllü olabilir. Mail adreslerini vermeleri yeterli. Gönüllülerden beklentilerimiz biraz öncede ifade ettiğim gibi; biz artık kanserin önlenmesi çalışmalarına ağırlık vermek istiyoruz. Dolayısıyla biz sadece gönüllülerimize bilgilendirme maili göndereceğiz. Bilgilendirme mailleri de hem LÖSEV’in çalışmalarını hem de kanserden korunmak için yapılabilecekler anlatılıyor. Ama isteyen gönüllülerimiz şu çalışmalarımıza da katılabilirler; mesela ailelere düzenli koliler gönderiyoruz. Kuru gıda, oyuncak yardımı gibi… O kolilerin yapımına katılabilirler. AVM’lerde stantlarımızda durabiliyorlar. Şenliklere, doğum günü organizasyonlarına katılabiliyorlar. Diyebilirler; “Biz, sizi sadece sosyal medyada takip edeceğiz, düzenli olarak maillerinizi alacağız.” tamam deriz. Ya da “Sizinle birlikte etkinliklerde aktif olarak görev almak istiyoruz.” diyebilirler. Ona da hay hay deriz. Hedefimiz 2019’un başında 20. yıl verileri ile aramıza çok sayıda insanın katılması… Gönüllü ağımızı geliştirmek istiyoruz.

Ben bu rakamlara ulaşacağınıza yürekten inanıyorum.

Teşekkür ederiz. “Bana bir şey olmaz!” gibi bir yaklaşım doğru değil. Kanseri önlemek için herkesin bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyorum. Bunun için okuyucularınıza LÖSEV'e gönüllü olmaları çağrısında bulunuyorum.