Usta sanatçı Bülent Ortaçgil, 1969 yılında başladığı kariyerini "Elli Buçuk" adını verdiği yeni albümüyle sürdürürken yarım asırlık kariyerini bu akşam Harbiye Açık Hava'da 26 sanatçı dostunun katılımıyla kutlayacak. "Elli Buçuk", Ortaçgil'i sevenler için birtakım sürprizlere sahip. İki bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümü olan "Elli"de dördü tamamen yeni ve biri de 1984'te yazılmış toplam beş şarkı bulunuyor. İkinci bölümde, yani "buçuk"ta ise sanatçının bugüne kadar hiç yayımlanmamış dokuz kaydı yer alıyor. "Buçuk"ta Ortaçgil'in bilinen şarkıları "Anlamsız", "Yüzünü Dökme Küçük Kız" ve "Şık Latife"nin de ilk halleri var.

BBC Türkçe'den Burak Abatay'ın sorularını yanıtlayan Ortaçgil, "buçuk" albümünü, sevenlerine ve arşivcilere, elli yılın kendisi için nasıl geçtiğini göstermek üzere yayımlamaya karar verdiğini söyledi.

'SÖZEL DÜNYAM ÇOK DEĞİŞMEDİ'

Ortaçgil, bu elli yıl içerisinde nasıl bir yol aldığına ilişkin "Hem sözde hem müzikte, hem çalışta hem de düzenleme mantığında, tabii ki bu 50 yılın bir gelişmesini hissediyorum üzerimde. Ama benim sözel dünyam çok fazla değişmemiş. O bağlantı dikkatli dinleyici tarafından hemen anlaşılıyor. Yani 1969 yılındaki şarkılarda söylediğim içerik öyle çok da abartılı farklı değil şimdikinden" diye konuştu.

'MÜZİK YAPMAK İÇİN TÜM ŞARTLARI ZORLADIM'

Sanatçı, "50 yıl öncesine dönersek, gelecek yıllar için duyduğunuz endişeler ve korkular var mıydı?" sorusuna şöyle yanıt verdi:

"Olmaz mı? Müzik seviyordum, çalmayı seviyordum ve başka bir tutkum yoktu. Kardeşimle beraber sadece müzik dinliyorduk. Batıyı dinliyorduk. Türkiye'deki yabancı okullarda okuyorduk. Batı dünyasındaki müzikal gelişmelerden haberimiz vardı. 60'ların sonlarında popüler müzik dünya çapında bir evrime uğradığında, gençlik yaşlarımızda bunları yaşadım. Bu olayları birebir takip ettim.

Çocukken, 9 yaşında Amerika'da, Türkiye'de TV yokken Elvis Presley'i dinledim ve etkilendim bunlardan. Ancak söylediğim gibi ben Türkiye'de bütün eğitimimi, beyaz yaka yetiştirilmek üzere aldım. Dolayısıyla öyle bir avantaj vardı cebimde. Müzik yapmasam, müzikle yaşamasam başka türlü yaşayabileceğim bir eğitimim vardı. Bunu kullandım mecburen. Müzik yapmadım, mühendislik yaptım bir dönem. Müzik yapmak için de bütün şartları zorladım.

'MÜZİK YAPMASAM HASTA BİR ADAM OLURDUM'

Norveç'e gittim orada kaldım ki, belki müzikle yaşarım diye. Ama bütün bunlarda yaş unsuru önemli. İnsan doğduğu topraklara her şekilde bağlı oluyor. O topraklarda yetişiyor, o düşünceden kopamıyorsun. 30 yaşından sonra başka bir ülkenin insanı olamıyorsun. O nedenle döndüm Türkiye'ye ve madem mühendislik yapamıyorum, müzik yaparım diye düşündüm. Eğer hayat öyle yürüseydi, psikolojik olarak rahatsız ve hasta bir adamla konuşuyor olacaktın. Ama öyle yürümedi. Ben de müzik yapma şansını buldum.

'HER TARAFIMDA TÜRKİYE'DEN İZLER VAR'

"Şarkılarınızın şablonu Batılı bir müziğe dayanıyor. Batıyla rekabet edebilecek bir müzik yaptığınızı bahsettiniz. Yaptığınız bu müzikle uluslararasılaşabilir miydiniz?" sorusuna Ortaçlıgil şu cevabı verdi:

"Oradaki sorun şu; şarkı yazıcısı olarak kendimi Türkçe ifade edebilen bir adamım. İngilizce ifade edebilmek için, İngiliz doğmak ya da çok yetkin bir ekiple çalışmanız lazım. Ama o zaman da şarkı yazarının istediğini yazmak gibi bir şansı kalmıyor. Profesyonel bir dünyanın ekibinin bir parçası olabiliyorsunuz ancak. Ben İngilizce konuşuyorum ama şarkıyı İngilizce düşünmüyorum ki, Türkçe düşünüyorum. Yıllarca Türkiye'de yaşamaktan dolayı, sağımda solumda, her tarafımda Türkiye'den izler var. Bunları İngilizce söylesem çok fazla şey değişmez ve Batı ile sözel dünyada örtüşmem. Yapay olur. Yapay olmaması için ise profesyonel bir ekiple yapmak gerekiyor. O zaman da işin tadı kaçar.

"Buçuk" albümünde İngilizce bir şarkım var. Yazmışım öyle bir söz. O zamanlar Donovan'lar, Bob Dylan'lar dinlediğim çağdı. Yaptığım onlarla aşağı yukarı yarışabilecek bir şeydi. O kadar da altında değildi. Ama yaş 17-18'di. Aradan yıllar geçtikten sonra herhangi bir şarkıyı İngilizce düşünmemeye başladım. Öyle şarkı yazmıyorum hiç.

'TÜRKİYE'DE HER ŞEY YIKILIYOR'

Ortaçgil, "Sizin müzik yaptığınız 50 yıllık zaman diliminde Türkiye'deki değişim sizi nasıl etkiledi?" sorusu karşısında şöyle konuştu:

"Geçenlerde Diyarbakır'da çaldım; ondan bir gün önce Batman'daydım. Bunlar en yakın 10 yıl önce çaldığım yerlerdi. Mimari açıdan inanılmaz değişmiş. Tanıyamadım. Aynı zamanda şehirler kendi özelliklerini kaybetmiş. Her yer birbirine benziyor. Bartın'a gidiyorsun, Afyon'dan farkı yok. Diyarbakır Merzifon'la benzeşiyor. Apartmanlar, yapılar, kahveciler... Ekonomik dünya entegrasyonu, kapitalizm vs. yarattığı bir şey olsa gerek. İnsanlar bunu değişim ya da daha güzele gitme olarak görüyor. Sorun orada.

Aslında öyle bir şey değil. Gidip de Almanya'nın bir köyünde, "Schubert bu tarihlerde burada yaşamıştır" ibaresini gördüğüm zaman zevkten deliriyorum. Böyle bir tarih orada duruyor. O insanlar şehrin o tarihinden bugününe kadar taşımakla övünüyorlar. Bunun güzel olduğunu hissediyorlar. Ama Türkiye tam aksi. Her şey yıkılıyor. Türkiye'nin yüzde 50'sinin doğduğu ev yıkılmış, yerine yeni bir şey yapılmış."

Röportajın tamamı için tıklayın