Almanya, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgınına geç tepki vermesi ve salgının yavaşlatılması için elzem olan önlemleri almakta yavaş hareket etmesine rağmen, şans faktörünün ve güçlü sağlık sisteminin yardımıyla ilk şoku atlatıp salgını kontrol altına almayı başardı.

Bu süreçte Almanya özellikle üç alandaki başarısıyla dikkatleri çekiyor. Bunlardan birincisi ölüm oranının diğer ülkelere kıyasla çok daha düşük seviyelerde olması. 27 Nisan 2020 itibarıyla 157 bin 770 vakanın görüldüğü Almanya'da virüs sebebiyle 5 bin 976 kişi hayatını kaybetti. Virüsten hayatını kaybedenlerin sayısı 20 binin üzerinde olan İtalya, İspanya ve Fransa ile kıyaslanınca Almanya'nın bu alanda virüsle mücadelede başarılı olduğu söylenebilir. Fakat burada şans faktörünün de önemli bir etkisi olduğunu belirtmekte fayda var. Virüs önce genç ve sağlıklı kayakçılar üzerinden ülkeye girdi, ardından da salgının sıfır noktası olarak kabul edilen Gangelt kasabasındaki karnavalda, virüs yine ilk olarak genç ve sağlıklı insanlara bulaştı. Bu sayede salgının ilk aşamalarında Almanya'da ölüm oranı yüzde 0,5'lerde seyretti. Sonrasında virüsün yaşlı ve kronik hastalara da bulaşmasıyla bu oran yüzde 3'ün üzerine çıktı.

Almanya'nın ikinci başarısı, Kovid-19'la mücadelede önemli parametrelerden biri olarak kabul edilen sağlık sisteminin kapasitesiyle ilgili. Virüsün ilk görüldüğü ve özellikle Mart ayından itibaren ivmesini artırdığı tarihlerden bu yana, Almanya tedaviye ihtiyaç duyan tüm hastalarına bakabildi. Sağlık sistemi bu süreç esnasında hiçbir zaman kapasitesinin sınırlarına gelmedi.

Almanya'nın üçüncü başarısı ise yüksek test kapasitesi oldu. Virüsün yayılmaya başladığı ilk anlardan itibaren, Almanya virüs kitlerini kendi ülkesinde üretebilmenin ve laboratuvarlarını hızlı bir şekilde testlere uygun hale getirebilmenin faydalarını gördü.

Almanya'nın Kovid-19 ile tanışması

Kovid-19 Almanya'da ilk olarak Münih kentinde 27 Ocak'ta tespit edildi. Bu vaka ve bulaştırdığı diğer kişiler -zincir-, Alman yetkililer tarafından yakın bir şekilde takip edilerek kontrol altına alındı. Vakanın ilk görüldüğü tarihten itibaren Almanya çapında herhangi bir önlem alınmadı. Normal hayat devam etti. Kalabalıkların katıldığı organizasyonlar iptal edilmedi. 15 Şubat tarihinde, Kuzey Ren Vestfalya (Nordhein-Westfallen) eyaletinde, Hollanda sınırına yakın bir kasaba olan Gangelt'te 300 kişinin katıldığı bir karnaval sonrasında Kovid-19 vakalarında patlama yaşandı. 300 kişinin katıldığı bu karnaval Almanya'da salgının sıfır noktası, yanı başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

Karnaval kutlamalarından iki hafta sonra Kovid-19 vakalarında patlama yaşandı. Pozitif vaka sayısı 5 Mart tarihinde 400, 10 Mart tarihinde ise bin 296'ya yükseldi. Vaka sayısı, özellikle Şubat sonu, Mart başından itibaren hızlı bir şekilde artmasına rağmen sokağa çıkma yasağı/kısıtlaması veya sosyal mesafe uygulamaları kapsamında herhangi bir önlem alınmadı. Almanya genelinde sokağa çıkma kısıtlaması, restoranların kapatılması ve sosyal mesafenin korunmasına yönelik önlemler ise 22 Mart tarihinde alındı. Bu tarihte vaka sayısı Almanya genelinde 18 bin 610'a yükselmişti. Özetle, Almanya'nın Kovid-19'un yayılmaya başladığı ilk zamanlarda virüsü fazla ciddiye almadığı, bazı önlemlerin uygulanmasında geç kaldığı söylenebilir.

Almanya'nın virüsle mücadele stratejisi

Almanya'da Kovid-19 salgını ile mücadele stratejisini belirleyen ana aktörlerden biri Robert Koch Enstitüsü (RKE). Bu enstitünün virüsle mücadeledeki ana hedefi, salgının yayılma hızını yavaşlatarak sağlık sisteminin felce uğramasını engellemek ve tüm hastaları en iyi şekilde tedavi edebilmek. Başta RKE olmak üzere, kurumların ve uzmanların neredeyse tamamı, Kovid-19'la mücadelenin uzun soluklu olacağı ve henüz pandeminin ilk aşamalarında olduğumuz bilgisini paylaşmakta. Bu sebepledir ki yapılan planlar ve alınan tedbirlerin olabildiğince sürdürülebilir olmasına dikkat ediliyor.

Yukarıda bahsedilen temel hedefin sağlanması için üç ana strateji belirlenmiş durumda. Bunlardan birincisi salgının kontrol altına alınması. Bu hedefi tutturmak ve salgını kontrol altına almak için sadece hastaları değil, aynı zamanda hastalarla temas halinde olan insanları karantina altına alarak virüsün daha fazla yayılmasını engellemeye çalışmaktalar. Burada tabii ki Almanya'nın yüksek test kapasitesi devreye giriyor. Her ne kadar salgın zincirini bire bir takip etmek artık mümkün olmasa da hastalarla temas halinde olan kişileri de test ederek daha fazla pozitif vakaya ulaşma olanağına sahipler. Bu sayede, daha fazla pozitif vaka test ederek ve bu kişileri karantina altına alarak virüsün yayılma hızını düşürüp kontrol altına alma hedeflerine ulaşabildiler.

Açıklanan son verilere göre 'Reproduktionszahl' olarak adlandırılan ve virüsün yayılma hızı olarak çevirebileceğimiz, bir insanın virüsü kaç kişiye bulaştırabileceğiyle ilgili oran 0,7'ye düşmüş durumda. RKE'nin hesaplamalarına göre, virüsün kontrol altına alınması için bu oranın 1.0'in altına düşmesi gerekmektedir. Eğer bu oran 1.0'in altına düşüyor, yani Kovid-19 pozitif olan bir insan 1 kişiden daha az kişiye virüsü bulaştırıyorsa, salgın kontrol altına alınabiliyor. Eğer bu oran örneğin 1,3'e çıkar, yani 1 kişi 1,3 kişiye, 100 kişi 130 kişiye bulaştırırsa vaka sayısı katlanarak artıyor. Böyle bir senaryo, Almanya'da Haziran ayında hastanelerin kapasitesini aşmasına sebep olabilir. Bu açıdan bakıldığında, 17 Nisan tarihinde yapılan son açıklamalara göre, 'Reproduktionszahl' 0,7'ye indirilerek virüs Almanya'da kontrol altına alınmış durumda denilebilir.

Kovid-19'la mücadelenin ikinci ayağını ise risk grubunda bulunan insanların korunması oluşturmakta. Almanya'nın yaşlı nüfusu göz önüne alındığında salgının bu gruba ulaşmasının ne kadar riskli olduğu anlaşılacaktır. Bu minvalde, kronik hastaların ve yaşlıların korunması için özel önlemler alınıyor. Örneğin huzurevleri ve bakımevlerine ziyaretler yasaklandı ve buralarda çalışan insanların daha fazla test edilmesi uygulamasına başlandı.

Virüsle mücadelenin üçüncü ve son ayağını ise sağlık sisteminin kapasitesinin artırılması oluşturuyor. Hastanelerdeki yatak, yoğun bakım ve solunum cihazlarının sayısını ve test kapasitesini çoğaltmak bu ayağın en önemli hedefi. Genel olarak bakıldığında, Almanya'nın virüsle mücadele hususunda temel bir stratejiye sahip olduğu, bu stratejiyi sistematik bir şekilde uygulamaya koyduğu ve alınan son rakamlara göre de belli bir başarı sağladığı söylenebilir.

Almanya'da siyasetin ve kamuoyunun Kovid-19'a yaklaşımı

Salgınla mücadele kapsamında 22 Mart tarihinde alınan önlemler, ülke çapında sokağa çıkma kısıtlaması, kreşlerin, okulların, kafelerin ve eğlence yerlerinin (disko, tiyatrolar, konser salonları vs.) kapanması, spor müsabakalarının ertelenmesi, restoranların artık sadece al-götür sisteminde çalışması gibi unsurları içeriyor. Türkiye'de de tartışılan ve bazı kesimler tarafından ısrarla talep edilen, İtalya ve İspanya benzeri ağır bir sokağa çıkma yasağını Almanya uygulamadı. Evden çalışma imkanı olmayan çoğu insan işine gitmeye devam etti.

İşi-gücü, herhangi bir dışarı çıkma zorunluluğu olmayan insanlar da sokağa çıkma konusunda serbest. Fakat belli kurallara uyulmak zorunda. Öncelikle aynı evde yaşamayan insanların iki kişiden büyük gruplar oluşturması yasak. Aynı evde yaşadığınız kişilerle ise istediğiniz şekilde dışarıya çıkabiliyor, yürüyüş veya spor yapabiliyor, başka insan ve gruplarla yakınlaşmamak ve sosyal mesafeyi korumak suretiyle açık alanlarda oturabiliyorsunuz. Nitekim, parklar, bahçeler, ormanlar ve diğer açık alanlar, kısıtlamaların başladığı ilk andan itibaren insanlar tarafından sıklıkla kullanılıyor.

Almanya'da ağır bir sokağa çıkma yasağı talebi kamuoyunun gündeminde olmadığı gibi, RKE'nin ve uzmanların da hükümete bu yönde bir telkinleri bulunmuyor. Tam tersi, alınan önlemlerin abartılı olup olmadığı yönünde yoğun tartışmalar yaşanıyor.

Bir başka önemli nokta da Kovid-19 ile uzun vadeli, sürdürülebilir bir mücadelenin nasıl olması gerektiğiyle ilgili. Bir aylık veya daha uzun bir sokağa çıkma yasağının, ağır bir kısıtlamanın virüsü yavaşlatması mümkün. Fakat bu kısıtlama sonrasında yaşanacak normalleşme akabinde virüsün ikinci bir dalga ile tekrar harekete geçmesi de çok yüksek ihtimal. Bu nedenle uzmanlar, olayın sosyo-ekonomik komplikasyonlarına ve insan psikolojisine etkilerine dikkat çekerek virüsle uzun vadeli bir mücadele planı oluşturulması gerektiğine dikkat çekmekteler. Bu planın genel hatlarının da son kertede siyasetçiler tarafından belirlenmesi ve sorumluluğu da onların alması gerektiği vurgulanmakta.

Nitekim, Almanya gibi güçlü bir ekonomiye ve sosyal devlete sahip bir ülkede bile, virüs kapsamında alınan önlemlerin daha ikinci haftasında normalleşme tartışmaları ve kısıtlamaların ekonomiye zararları yoğun bir biçimde tartışılmaya başlandı. Hükümetin verdiği ekonomik destek ve teşviklerin yeterliliği hususunda şüpheler ve koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) dahil, yardımların artırılması gerektiği yönünde fikirler dile getirilmekte. Ancak Angela Merkel hükümeti, 19 Nisan'dan sonra kısıtlamaları çok sınırlı bir şekilde kaldırması ve normalleşmenin ötelenmesi gibi sebeplerden dolayı da eleştirilere maruz kalmakta.

Muhalefet karar vericilere engel çıkarmadı

Virüsle mücadelenin siyasi boyutunu değerlendirmek gerekirse, burada Merkel'in liderliğinin bir kere daha ön plana çıktığı ve popülaritesini artırdığı söylenebilir. Özellikle salgının ilk aşamalarında, Merkel sonrası Hristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) liderliğine aday olan Bavyera ve Kuzey Ren-Vestfalya başkanlarının ön plana çıkma gayretleri ve bunun diğer eyaletlerde meydana getirdiği rahatsızlıkları, merkezi hükümet Merkel liderliğinde kontrol altına almayı başardı. Eyaletler arası koordinasyonu sağlamada yine merkezi hükümet ve yetkileri artırılan Sağlık Bakanlığı önemli bir rol oynadı. Bunun yanı sıra başta liberal parti Hür Demokrat Parti (FDP) ve Yeşiller olmak üzere, muhalefet genel olarak salgınla mücadelede hükümeti destekledi; siyasi manipülasyonlara girmedi ve karar vericilere köstek olmadı. Muhalefetin bu desteğiyle birlikte çok hızlı bir şekilde virüse karşı ekonomik önlem paketi çıkartıldı ve Almanya 5 yıl sonra ilk defa 150 milyar avro borçlandı. Bu borçların nasıl geri ödeneceği de kamuoyunda tartışılan önemli konulardan biri.

Almanya kendi içinde virüsle mücadele için geç de olsa sosyal ve ekonomik birçok önlem alırken, olayın Avrupa Birliği (AB) boyutunu ihmal etti. Salgını en ağır şekilde yaşayan İtalya ve İspanya gibi ülkeler yalnız bırakıldı. Bu ülkelerin yardım talepleri görmezden gelindi. Birlik içindeki kuzey-güney ayrımı daha da keskinleşti. Almanya ilk şoku atlattıktan sonra sembolik düzeyde, bazı hastaları İtalya ve Fransa'dan getirerek kendi ülkesinde tedavi ettirmesine rağmen, AB'nin zarar gören imajını iyileştirmekte pek de başarılı olduğu söylenemez. Bunun yanı sıra, sınırlarını kapatmasına rağmen ihtiyaç duyduğu tarım işçilerine ve yaşlıların bakımında önemli bir rol oynayan Polonyalı hasta bakıcılara daha fazla ücretler verip kendi ülkesine getirtti. Bu karar, Polonya gibi ülkeler tarafından, kendilerinin de bu hasta bakıcılara ihtiyaç duyması sebebiyle tepkiyle karşılandı.

Kısacası, salgın süresince dayanışma geri plana atılarak herkesin bencil bir şekilde kendi başının çaresine bakması anlayışı ön plana çıktı. Almanya gibi güçlü ülkeler de böyle bir ortamdan ziyadesiyle nemalanmış oldular.

Sonuç olarak Almanya'nın Kovid-19'la mücadelesini bir futbol maçına benzetirsek, Almanya'nın maçın başlarında olaya kendini tam olarak vermemesinden ve maçı ciddiye almamasından ötürü, muadili birçok ülke gibi ilk golü yediği ve maça 1-0 geride başladığını söyleyebiliriz. Fakat diğer birçok ülkenin aksine, Almanya ilk şoktan sonra disiplinli ve biraz da 'bencil' bir şekilde toparlanmayı başarabildi. Kovid-19'un ikinci ve üçüncü gol girişimlerini durdurdu ve yavaştan karşı atağa geçmeye başladı. Şimdi en büyük hedefi, bu uzun soluklu maçı en az zararla ve fazla yıpranmadan atlatıp en nihayetinde Kovid-19'u mağlup etmek.

[Ayhan Sarı, Berlin Frei Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde doktora çalışmalarına devam etmektedir]