Soru sorduran ve sorgulayan eğitim konusunu Maarif Platformu başkanı Prof. Dr. Osman Çakmak ile sizler için konuştuk.
-------------------
Maarif platformunun kuruluş manifesto ve misyonuna baktığımızda eğitim ve bilim dünyamızın sorunları için bir “tavsiye/öneri“ ve “fikir” merkezi olarak faaliyet göstereceği ifade edilmektedir Maarif Platformunu niçin kurdunuz?
-Niçin kurulduğumuzu tek bir kelime ile özetleyebiliriz. Eleştirel düşünceyi ihya için şuur oluşturmak… Şahıslara bağlı yapılardan kurtulup ortak akıl etrafında toplanmayı esas alan anlayışı diriltmek… Şahıslara bağlı yapılar olunca akvaryum darlığında kalıyorsunuz. Halbuki ortak akıl sizi okyanusla buluşturuyor, sorunlara kolayca çözüm bulabiliyorsunuz. Dikkatleri soru ve sorun çözmeye yöneltmek istiyoruz. Çocuklarımız okullarda kurslarda harıl harıl cevap çözüyorlar. Baştan sona tüm Türkiye ve eğitimin tek bir amacı var gibi görünüyor: Ferdi bilgiyle yüklenen nesne konumuna indirgeyen bu yapı başkalarına muhtaç insan yetiştirmenin aracı oluyor. Halbuki öğrenciyi bilgiyi üreten özne konumuna çıkmamız lazım. Bunu yolu da soru sormayı ve sorgulamayı bilen insan yetiştirmekle mümkün.
Topluma soru sormayı ve sorgulamayı unutturan bir eğitimden kurtulmayı hepimiz istiyoruz. Ama çözüm yolunu gündeme getirmiyoruz. İlk defa sizin alışık olmadığımız konseptle doğru soru soran konusunu yüksek sesle dile getirdiğinizi görüyoruz. Bu eğitimin “sorma düşünme itaat et” gibi anlayışları benimsetmek için ikame edildiğini söyleyebilir miyiz?
-Merkezi sınavlar hayatın en önemli gerçeği haline gelmiş olması bunun en büyük bir göstergesi. Türkiye’ye yeni bir ad versek “sınavlar ülkesi” diyebiliriz. Okullarda Milli Eğitimin müfredatı yerine paralel ve gölge müfredatlar hükmediyor. Orta öğretimde MEB değil ÖSYM’nin müfredatı dikkate alınıyor. Sadece MEB’de değil Yüksek Öğretimde de benzer durum var. TUS, KPSS gibi sınavlar yüksek öğretimin yerini alıyor. Bilgi felsefesi ve bilginin dereceleri konusunda korkunç bir yanılgı içindeyiz. Hayatta işe yaramayacak malumatı bilgi sanıyoruz.
Nobel ödülü almış bir fizyoloji profesörü (Vermon) için şöyle bir hikaye anlatırlar: Öğrenciler, ödülden sonraki ilk derste, hocaya öyle sorular sormuşlar: "Fizyoloji alanında bu ülkede (ABD) bunca bilim adamı var. Niçin siz layık görüldünüz? Sizi diğer bilim adamlarından ayıran özellik ne?"
Profesör gülümseyerek şu cevabı vermiş: "Hepsini anneme borçluyum. Diğer çocukların anneleri, onlar okuldan dönünce, "Söyle bakalım, öğretmenin sorularına iyi cevap verebildin mi?" diye sorarlardı. Benim annem ise, "Söyle bakalım, bugün öğretmene iyi bir soru sordun mu?" diye sorardı.
İşte beni farklı yapan bu oldu. Her zaman diğerlerinin sormadığı soruları sordum ve hayatım boyunca da sormaya devam ettim. Beni diğerlerinden ayıran özellik, benim diğerlerinin sormadığı soruları sormam ve sormaya devam etmemdir!”
Doğru soruların önemi nereden geliyor?
-Hazineleri açan anahtar görevi yapıyor. Doğru soruları tasarlamak o denli güçlü bir araçtır ki, en güvenilir görünen (doğru), (iyi) ve (güzel) görünen sonuçlar bir anda şüpheli ve yanlış duruma düşebilir. Doğru sorular buldozer gibi önümüzü açıyor yani. Soru sormak yalnızca çürük yargıları ortaya çıkarmakla kalmıyor, sağlam hükümler tesis ederek problemlerin üstesinden gelmemizi sağlıyor. Bu kadar faydalı aletin kullanımı, belirli bir sistematiği var. Şartları var. Kullanımın anahtarı “Doğru sorular” sormayı bilmekle mümkün. Güzel ve doğru soru sormak hususunda eğitimin anahtarı doğru soru sormaktadır. “Soru ilmin yarısıdır” diyen Hz Muhammed (SAS) ilmin anahtarı olduğuna dikkat çekiyor.
Burada Sokrat’ın bir misyonunu da hatırlıyoruz. Soru sorarak “doğurma yöntemi “Sokrat’ın hediyesi olduğu söylenir. Sokrat’ın sorulardan yola çıkarak köleye geometri öğretmesi meşhur değil mi?
-Evet. Sokrat, bildiğini sanan kişileri test eder ve aslında bilmediklerini ortaya koyardı. Bu üç 3 aşamalı yöntemle gerçekleşir. İlk aşamada karşıdaki kişiye sorular sorulur. Onun neyi bilip neyi bilmediği araştırılır. İkinci aşama ironi ve alaycı bir yaklaşım. Son olarak ise fikir “doğmaya” başlar. Bu yöntem ebeliğe de benzetilir. Bilindiği gibi talep ve merak eğitimde öncül şartlardır. Önce talep gelir. Soru merakı ve araştırma duygusunu ortaya çıkarır. Modern anlamda soru cevap yöntemi ile başlayan süreç bir anlamda tümevarım yöntemidir. Soru cevap yöntemini (bilginin edinilmesi için hazırlık aşamasını) buldurma süreci izler. Kişi, bildikleri ve sorulan sorulara verdiği cevaplardan istihraç ettiği/keşfettikleri sayesinde karşısındakinin bilgilerine ulaşır. Sokrates bu yöntemle öğrencilerin düşüncelerindeki çelişkileri açığa çıkarmaya çalışır ve daha sonra onları sağlam ve makul sonuçlara yönlendirirdi.
Bize nasıl bir eğitim lazım?
- Einstein’ın dediği gibi “Eğitim, gerçeklerin öğretilmesi değildir. Düşünmek için aklın eğitilmesidir”. Çalışmalarımızda aklını ve duygularını kısaca yeteneklerini inkişaf ettiren eğitimi ve maarife giden yolları göstermeliyiz. Soru sormayı bilen, sorgulayan, yani çizmesini aşan, icat çıkaran nesiller yetiştirerek. Tarihini ve kültürünü bilen böylece kimliğini kazanmış kendine güvenen çocuklar yetiştirmemiz lazım. Yunus Suresi 100. Ayette “Allah aklını kullanmayan üzerine pislik yağdırır” buyuruyor.
Düşünce kuruluşu olarak bu amaçla ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?
-Bir sorun çözme merkezi olarak çalışıyoruz. Durumların değerlendirilerek çözüm araçlarının neler olabileceğinin belirlenmesi ve o araçların nasıl kullanılmaları gerektiği konularında yol gösteriyoruz.
Sorunların, yanlış, eksik, üstü örtülü halden, ne olduğu belli olmayan biçimden kurtarılması için önce doğru soruların gündeme alınması önemli. Sonra da sorulara çeşitli bilimsel araştırmalar yoluyla; ortak akılla ve beyin fırtınası yöntemleriyle cevaplar arayacaksınız. Bu çalışmalarla özellikle maarif meselelerimizin çözümsüz olmadığı göstermek istiyoruz. Okul ve eğitimin, özellikle ders kitapları ve müfredatların kültürel ve manevi değerlere makas atan yapısından, sığ ve dayanaksız temellerden, zihinleri kısırlaştırıcı çerçeveden kurtarılması için çözümler ortaya koyuyoruz.
Soru sormak ve sorgulama ile gündeme getirdiğimiz şey uygulama mı?
- Kâğıt üzerinde otur beni dinle modu ile eğitim öğrenciyi bilgiyle yüklenen nesne konumunda kalıyor. Halbuki soru sormayı öğrenmek ve sorgulamak sizi bilgiyi üreten özne konumuna çıkarıyor. Bunun için uygulama, yaparak yaşayarak öğrenme ve araştırma öne çıkıyor; tüketici toplum anlayışından, memur olma zihniyetinden kurtularak üretici anlayışın yerleşmesi için çabalıyoruz değil mi? Soru sormayı ve sorgulamayı öğreten eğitim ikame etseydik öğrenci ta ilkokuldan itibaren doktor, mühendis, öğretmen olma havasına girmeyecek; iyi bir usta ve sanatkâr olma, kendi işini kurma ve üretmeye yönelik meslekler ve bir meslekte uzmanlaşma gibi hedefler göstermeye başlayacak; doğru sorular doğru neticelere götüreceği için kendini uygulamaların içinde bulacaktı.
Sorun çözmeyi ve sorgulamayı bilmediğinizde kendinizi aciz ve güçsüz hissediyorsunuz. Dolayısıyla hâlihazır cevaplara odaklanan eğitim herkesi kendine yardıma mecbur addeden, başkalarına muhtaç insan yetiştirmenin yolu olmaktadır. Soru sormayı öğretirsek üretim duygusu ve güveni gelişecektir. Gençlerin dünyasına hazıra konma ve memur zihniyeti hâkim olmayacak; iyi bir usta ve sanatkâr olmak, bir meslekte uzmanlaşmak gibi hedefler öne çıkacaktır.
Doğru soruların önemi nereden geliyor hocam?
- Hazineleri açan anahtar görevi yapıyor. Doğru soruları tasarlamak o denli güçlü bir araçtır ki, en güvenilir görünen doğru, iyi ve güzel görünen sonuçlar bir anda şüpheli ve yanlış duruma düşebilir.
Doğru sorular buldozer gibi önümüzü açıyor yani. Soru sormak yalnızca çürük yargıları ortaya çıkarmakla kalmıyor, sağlam hükümler tesis ederek problemlerin üstesinden gelmemizi sağlıyor.
Bu kadar faydalı aletin kullanımı, belirli bir sistematiği var. Şartları var. Kullanımın anahtarı “Doğru sorular” sormayı bilmekle mümkün.
Sorunları çözmek için en önemli araç nedir sizce?
-Güzel ve doğru soru sormak hususunda eğitimin anahtarı doğru soru sormaktadır. “Soru ilmin yarısıdır” diyen Hz. Muhammed (SAS) ilmin anahtarı olduğuna dikkat çekiyor. Bu arada Sokrat’ın bir misyonunu da hatırlıyoruz.
Nedir o?
-Şudur. Soru sorarak “doğurma yöntemi “Sokrat’ın hediyesi olduğu söylenir. Sokrat’ın sorulardan yola çıkarak köleye geometri öğretmesi meşhurdur. Sokrat, bildiğini sanan kişileri test eder ve aslında bilmediklerini ortaya koyardı. Bu üç 3 aşamalı yöntemle gerçekleşir. İlk aşamada karşıdaki kişiye sorular sorulur. Onun neyi bilip neyi bilmediği araştırılır. İkinci aşama ironi ve alaycı bir yaklaşım. Son olarak ise fikir “doğmaya” başlar.
Bir nevi ebelik sanki bu, değil mi?
-Kesinlikle öyle. Bu yöntem ebeliğe de benzetilir. Bilindiği gibi talep ve merak eğitimde öncül şartlardır. Önce talep gelir. Soru merakı ve araştırma duygusunu ortaya çıkarır. Modern anlamda soru cevap yöntemi ile başlayan süreç bir anlamda tümevarım yöntemidir. Soru cevap yöntemini (bilginin edinilmesi için hazırlık aşamasını) buldurma süreci izler. Kişi, bildikleri ve sorulan sorulara verdiği cevaplardan istihraç ettiği/keşfettikleri sayesinde karşısındakinin bilgilerine ulaşır. Sokrates bu yöntemle öğrencilerin düşüncelerindeki çelişkileri açığa çıkarmaya çalışır ve daha sonra onları sağlam ve makul sonuçlara yönlendirirdi.
Sorularımızın doğru olduğunu nasıl anlayacağız peki? Doğru soruların belli başlı hangi özelliklerinden söz edebilirsiniz?
-Doğru soru, şu üç özelliği yerine getirebilen sorulardır.
Bir: Sorunun birinci özelliği tekil ve yalın-sade olmasıdır. Tekilliği nasıl anlayacağız? Bir soru soruyorsunuz ama içinde birden fazla soru bulunduruyorsa bu soru tekil ve yalın değil demektir. Mesela iş arayan birisinin “Nasıl iş ve meslek sahibi olabilirim?” sorusunun tahlil edelim. Bu soru bir kere tekil değildir. Çünkü bu sorunun içinde birden fazla soru vardır. Mesela hangi meslekleri yapmaya razıyım? Hangi işleri yapmaya beceri ve yetkinliğim var?
İhtiyacım olan geliri sağlayabilecek olan işe -yani mal ve/ya hizmet üretimine- toplumun ihtiyacı var mı?.. Sorular artırılabilir.
Görüldüğü gibi bir sorunun içinde, ayrı ayrı cevapları bulunabilecek çok sayıda soru bulunmaktadır.
Çoğu işsiz insanın kendi kendine sorup cevabını da muhtemelen bulamadığı soru tekil ve yalın değildir, dolayısıyla da bu haliyle cevap verilemez.
Sorunun ikinci özelliği…
-Doğru soruların ikinci özelliği, bulanıklığı belirli olacak. Sorunun anahtar sözcükleri belirsizlik (bulanıklık) düzeyi bulunacak. Belirliliği aldatıcı düzeyde olmayacaktır. Örnek üzerinden konuyu daha iyi anlayabiliriz: Yabancı dil öğretimindeki başarıyı nasıl geliştirebiliriz? Burada anahtar kelime başarıdır. Ve belirliliği düşük bir sorudur. Çünkü ne amaçla öğretileceği (ya da öğrenileceği) belli olmayan bir konuda başarıdan söz etmek doğru değildir. Seyahat için gidilecek bir ülkenin dilinin çat-pat düzeyinde öğrenilmesi, Sultan Ahmet Camii yöresinde turistlere rehberlik ya da satış yapacak düzeyde bir yabancı dil öğreniminden mi söz ediyoruz? Bir bilimsel kongreyi izleyebilecek, ya da bilimsel makale yazacak derecede dil öğrenmek üzere yabancı dil öğrenmek birbirinden farklı şeyler. Bu kadar belirsizliği içinde barındıran bir soru aldatıcı bir belirliliğe sahip. Bu yüzden bu soru doğru bir soru sayılmamalıdır.
Üçüncü özelliğe gelirsek…
-Üçüncü özellik netliktir. İçi boşalmış, kulağa ve kaleme hoş geldiği için kullanılan, fakat, muhatabında zihinsel karışıklığa yol açan kavramlar “net” değildir. Örneğin, “Ürün kalitemizi geliştirmek için nasıl bir sistem vücuda getirmeliyiz?” ya da “Eğitimde kaliteyi geliştirmek için alt-yapıya dair sorunlar nasıl halledilebilir?” gibi sorulardaki “sistem” ve “alt-yapı” deyimlerinde netlik bulunmamaktadır.
İnsanın zihin yapısı aldığı eğitimin sonucu olarak oluştuğuna göre, sorun çözmek ve doğru soru tasarlamak için bize nasıl bir eğitim lazımdır?
-Sorunu çözme için önce sorunun kaynağını görmek gerekir. Doğru soru becerisi kazanmak için esas bakılması gereken yer eğitimin tarzı ve usulüdür. Eğitim sana ne kazandırıyor? Bu müfredat sana Sorma, düşünme, itaat et” diyorsa ortaya “Benimsetme ve şartlandırma “kültürü çıkacaktır, sorgulama ve düşünme becerileri gelişmeyecektir.
Bilgi öğretilmeyecek mi?
-Bilgileri öğretelim, evet ama çoğu bilgiler onları çevreleyen şartlara bağlı olduklarını, o şartların varlığından sürekli olarak kuşku duyulması gerektiğini de öğretelim. Gözlem, deney, proje temelli ve senaryo destekli uygulamalarla yaparak yaşayarak öğrenmeyi ikame edelim.
Proje dediniz…
-Eğitim faaliyetleri öğrenciye çeşitli kaynaklardan konu hakkında bilgi toplamasını ve bu bilgileri bütünleştirmesini öğretiyorsa; proje hazırlama sizi uygulamaya götürüyor. Fertte sorun çözme yeteneği bu süreçte gelişecektir. Öğrenciler, bilgi geldiği sürece tüketici ve edilgen konumdan bilgiyi araştıran, bulan ve işleyen konuma yükselecek; kaynaklara yüzde yüz güven yerine, sorgulayıcı bir anlayışa kavuşacak, gelişime ve yeniliğe açık hale gelecektir.
Bir hedefi olmalı yani, öyle mi?
-Evet. Hedef; sorgulama, sorun çözme ve püf noktayı yakalama, “Bilgiye erişme, onu şekillendirme, bilgiyi paylaşma” yeteneğinin gelişmesidir. Önemli olan öğrenciyi düşünmeye ve araştırmaya yöneltecek, cevap vermekte zorlandığı hususlarda ilham verecek sorular tasarlayabilmektir.
O halde ilham vermeyen sorular da olabiliyor…
-Evet. Tam da buraya yani konuyu “Kısır sorulardan” ilham veren “Doğurgan sorulara” getirmek istiyorum. Önce çözüme götüremeyen kısır sorulara örnekler verelim. Nasıl bir eğitim reformu? Eğitim sorununu çözme için kimi bakan ya da müsteşar yapmalı? Sınavlar nasıl olmalı? Hangi ülkenin eğitim sistemi örnek alınmalı? Neler öğretmeliyiz? Müfredat nasıl olmalı? Öğretmen açığı nasıl kapanır? Yabancı dil nasıl öğretilmeli?
Dikkat edilirse ülkemizde sorunlara bu tip yani kısır sorularla yaklaşılmaktadır. Çözüme götürmeyen soru anlayışı. Yetkililerin sorunlar karşısında aciz kalmalarının sebebi şimdi daha iyi anlaşılıyor sanırım. Doğru soruyu tasarlamayı bilmediğimizde çözüm kısıtlanacaktır.
Doğurgan sorulara geçelim o zaman…
-Örnekleyelim. Eğitimden en temel beklentimiz ne olmalıdır? Herkes aynı beklentiyi paylaşıyor mu? Öğretmek ile öğrenmek neden farklı? Fen fakültelerinde öğretilenler doğru mu? Tıp fakültelerinde beslenme derslerini esas yapmak için nasıl bir yol izlemeliyiz? Modern ilaçlarla tedavi neden kronik hastalıkları tedavi etmiyor? Toprağın, doğanın ve gıdaların doğal yapısını bozduğu halde neden organik gübre yerine neden pestisit ve kimyasal gübre kullanmakta ısrar ediyoruz? Herkese aynı tip eğitimi vermek yanlış değil mi? Herkesi profiline göre farklı eğitmek için nasıl bir yol izlemeliyiz? Cumhurbaşkanı bilim danışmanları doğru seçiliyor mu, hangi kriterlere göre seçiliyor? Akademik yükseltmelerde liyakati esas alan bir yapılanma için nasıl bir sistem kurulmalı? Merkezi sınavları bilgi yerine becerileri ölçecek şekilde değiştirmek için ne yapmalı? Bloom taksonomisi/bilginin sınıflandırması sistemini teste dayalı sorularda nasıl uygulanabilir?
Sorunlar çözülmezse, zaman içinde aralarında bileşikler yaparak daha büyük bileşke sorunlar haline gelir, çözülmesi ve açılması zor “paketler” haline gelir. Peş peşe paketleri açmak bu durumda zorlaşır. Problemler iyice çözülemez hale gelir. Paketlenip karmaşık hale gelen sorunların çözümü üzerinde uzlaşı sağlanma ihtimali gittikçe kayboluyor.
Peki, çözülemeyen yetkililerin çözmekten dem vurduğu ama altında kaldığı sorunlara örnekler verir misiniz?
-Tabi. Teste dayalı eğitim sorunu, eğitimin sınava dayalı hale gelmiş olması, Üniversite/YÖK sorunu, bilime dayalı kalkınma sorunu, Ar-Ge sorunu… Hep paketlenmiş karmaşık sorunlara örneklerdir.
Paketlenmiş sorunların neler olduğunu anlamanın bir yolu da şu: Konuşulup da bir türlü çözüm bulunamamasıdır.
Çözülemeyen paketlenmiş sorunlarımız neler?
-İşsizlik sorunu, diplomalı işsizliğinin boyutunun büyümesi, eğitimde planlama yapamama (bu yüzden diplomalı işsizlik sorunu), mesleki eğitim sorunu, eğitimi uygulama ile birleştirememe, İstanbul’da ve büyük şehirlerde trafik karmaşası, çöp ve atıkları geri dönüşüm olarak değerlendirememe sorunu, sokağa çöp atma sorunu, TOKİ ile betonlaşma, inşaat sektörünün rant halini alması, liyakat ve ehliyetli insanları görevlendirme sorunu, eğitimin merkezi sınavlara bağlı hale gelmesi, mesleki eğitim yerine lise eğitimi (4+4+4) zorunluluğu)… YÖK ve Üniversite sorunu kronik sorunlarımızdan birisi . Ak Parti hükümetlerinin 2003 yılından beri çözmek istediği halde her teşebbüs sorunu daha karmaşık hale getirdi. YÖK şimdi ülkemizde en karmaşık paketlenmiş sorunlardan birisi.
Milli Eğitim ve YÖK sorunu niçin kronikleşti?
- “Paketlenmiş sorunları”, “proje anlayışı” ile “sürece” bağlı olarak çözebiliyorsunuz. Roller belirleniyor ve rol alanların iş birliği içinde çalışmaları sağlanıyor. Sıkı takip sistemleri içinde problemler çözüm yoluna girebiliyor. Paketlenmiş sorunlar tek bir molekül değil, çok bileşenden meydana gelen bir bitki ekstaktına benzetiyorum. Kimyada bileşik çok moleküllü sistemlere denir. Tek bir molekülün yapısını kolayca analiz edebilirsiniz. Ancak bir bitki yağını/eksraktını önce saf bileşenlerine/moleküllerine ayırmanız gerekir. Bunun da ne kadar zahmetli iş olduğunu işin içinde olanlar bilir. Molekülleri kromatografik yöntemler gibi ayırma teknikleri ile saf hale getireceksiniz.
Paketlenmiş çeşitli bileşenleri ve boyutları olan karmaşık problemleri önce doğru sorular tasarlayarak çözüme “hazır” hale getireceksiniz. Doğru sorular, kimyadaki kromatografik ve spektroskopik analiz yöntemleri görevini yapıyor. Onun için sorunları ancak “sorun kimyasına” vakıf, yani sorgulamayı bilen ve proje anlayışı ile iş yürütmeyi bilen uzman ekipler çözebilir. Ekip çalışması dedim. Çünkü problemlerin karmaşıklığı ve çok boyutluluğu tek başına problem çözmeyi imkansız hale getiriyor.
YÖK sorunu kronikleşti anlatımınıza göre. Ve çözülemeyeceğine dair bir umutsuzluk var. Yetkili konumda olsaydınız Yüksek Öğretim, kısaca YÖK ya da Üniversite problemi sorununun çözüme hazır hale gelmesi için hangi soruları gündeme alırdınız?
- Önce soru üreteceğimiz anahtar konuları ele almak lazım. Öncelikle üniversitelerin misyonunu belirlemekle işe başlıyoruz. Üniversiteleri toplumu yeniliklerle/buluşlarla buluşturmak için vardır. Kalkınmanın öncüsü ve yeniliklerin üssü olan üniversiteler lazım bize. Üniversiteleri gelişmenin motoru yapmak istiyoruz. Amaç bilime dayalı kalkınmaya geçmek… İşlerimizi artık el yordamıyla ve göz kararı ile değil bilimin sağlam düsturlarına göre iş yapacağız. Bunun için de üniversitelerde eğitimin içinin doldurulması ve uygulama ile buluşması lazım. Bu amaçla şu can alıcı sorulara yetkililer ve ilgililer nezdinde olduğu kadar basında ve kamuoyu önünde sesli düşünüyoruz: Öğrenci neden okulunu bitirdiği halde mesleğini öğrenemiyor? Neden okulun bitiren boşta kalıyor? Yani Yüksek Öğretimde niçin planlama (ihtiyaca göre kontenjan belirleme) yok? Neden üniversitelerimizden kalkınma ve gelişme için topluma hatırı sayılır faydası bulunmuyor? Peki üniversitelerimizde bilimsel potansiyel neden olduğu yerde kalmaktadır? Üniversitedeki var olan güçlü bilimsel potansiyeli neden topluma aktaramıyoruz? Bu sorular gündemde olduğu sürece cevap arayışı başlayacaktır.
Öğrenim görmüş insanımızın ortak özelliği nedir sizce hocam?
-Ortak özellikten söz ediyoruz. Tamamından değil. Herkesi kastetmiyoruz. Yüksek öğrenimde olumsuz şartlara rağmen çok iyi örnekler vardır. Bunun yanında kendi çabaları ile eksikliğini tamamlayan örnekler de az değildir. Ama çoğunluk olarak sorulara (araştırmaya ve proje temelli eğitim) sorgulamaya dayalı eğitim verenler azınlıkta olduğundan çoğunluk itibarı ile ortak özellik sorularının olmayışları. Soruların olmayışı bir idealsizliği ve ülküsüzlüğü de beraberinde getiriyor. Kendimize belletilmiş cevapları başkalarına belletmeye çalışıyoruz. Ezberlerimizi konuşuyoruz. Yenilik yapamıyoruz. Her kesim kendi ezberlerini dayatmaya varan zorlamalarla götürmeye çalışıyor. Kim egemense kendi hakimiyet dairesinde bu “doğrularını” ikameye çalışmanın peşinde. Bu yüzden de sorunları nasıl çözeceğimize dair pek bir derdimiz olmuyor. Sorunlar unutuluyor.
Sorunlarımız bu yüzden mi cevapsız kalıyor?
-Soru sormayı bilmeyen sorunların altında kalır. Soruları olmayanlar sorunları çözemez. Eğer soru tasarlamayı öğreten bir eğitim yapımız olsaydı sorunların kaynağına inmeyi öğrenir ve sorunların altında kalmazdık. En etkili sorun çözme aracı olarak “Doğru Soru Tasarlamayı” eğitimin en öncelikli amaçları arasında getirmeliyiz zaman geçirmeden. Sorunları çözen bir toplum halini almamız ancak bu şekilde mümkün olabilir. Teste dayalı eğitim, kısır sorular üzerine bina edildiğinden bilim değil “cehalet” üretmektedir. Halbuki gerçek hayat cevabı belli olmayan soru/nlarla doludur. Dolayısıyla hayatı okula getirmenin bir yolu, gerçek hayattaki soru ve sorunları ders kitapları ve sınavlara/projelere konu eden bir eğitim şart. Diyebiliriz ki insanımız "malumatla" yani sorulara ve sorunlara değil cevaplara odaklanmakla kandırılmaktadır. Halbuki uygulamaya, meziyete ve beceriye dönüşmeyen bilginin faydası yoktur. "Fayda vermeyen ilimden Allaha sığınırım" peygamber duası meşhurdur. Birçok istenmeyen yan ürünü vardır cevaplara odaklanan eğitimin. Meselâ tek doğrulu bakış açısı, sabit fikirlilik, merak ve ilginin donması... Yetkililer kadar aydınlarımızın da bu konudaki basiretsizliğinin sebebi işte bu. Sorunlara odaklanmış ve eleştirel düşünceyi yasaklayan eğitim insanları taklitçi ve kalıp çözümler peşine düşer. Kendisi sorun çözemeyen insanlar yetiştirir.
Yetkililer kadar aydınların düşüncelerinde bağımsız olmadığımızın bir resmini sunuyor bu aslında.
Sorun çözmek için değiştirmemiz gereken ilk yaklaşım şekli ne olmalıdır?
-Kısır sorular yerine doğurgan sorulara geçiş yapmak olmalıdır. Öncelikle doğru soru sormayı öğrenmemiz gerekiyor. Karmaşık sorunlar, çok sayıda sorunun bir araya gelip paket ya da yumak halini aldıkları sorunlardır. Yumaklar -hele bitişikse-çok zor çözülür. Sorun çözme süreçlerinin en önemli aşaması sorunun tanımlanmasıdır.
Hocam doğru ve yanlış soru örnekleri ile konuyu bitirelim mi?
- Yukarıda da belirttiğimiz gibi doğru soru; yalın, tekil ve net olmalıdır.
Yanlış soru: Hangi becerilere sahipsin? Var olanı tasvir etmeyi gerektirir. Böyle bir soru insanı düşünmeye ve araştırmaya götürmez.
Doğru soru: Becerilerini nasıl keşfettin? Yeni becerileri kazanmanın yolları nelerdir? Bu iki soru kişiyi kendine yöneltir ve bir arayışa sevk eder.
Yanlış soru: Hangi mesleği seçmeliyim? Bu soru meslekten yola çıkarak karar vermeyi gerektirir.
Doğru soru: Hangi mesleklere yeteneklerim var? Yeteneklerimi hangi meslekte geliştirebilirim? Bu sorular kişinin meslek seçiminden önce kendini tanımasını gerektirir. Kendini tanıyan kendine uygun meslek seçecektir.
Bir fotoğraf makinesine ihtiyacımız var. Eğer şöyle sorarsak: Hangi fotoğraf makinesi ile en iyi fotoğrafı çekerim? Bu durumda sahip olacağımız şey birinin tavsiyesi üzerine bir fotoğraf makinesidir.
Aynı ihtiyacımız karşısında soruyu bu defa de şöyle soralım: Bir fotoğrafı iyi yapan özellikler nelerdir? İyi bir fotoğrafı nasıl sağlarım? Bu soru karşısında sahip olacağımız şey ise; öncelikle iyi bir fotoğrafın özellikleri, bu fotoğrafın nasıl elde edileceği ve hangi makine ile çekileceğidir. Bu durumda hem bilgi hem de makine sahibi oluruz. Görüldüğü gibi doğru soru, doğru eylemi ve seçimi getiriyor. Sorunlar paketler halinde bulunur. Paketleri ancak doğru “Soru”lara çevirerek açılabiliriz. Paketlenmiş sorunları açmanın yolu doğru soruları ve kök ve asli sorunları bulmaktır. Paketi en iyi ifade edebilecek çok sayıda soru adayına ihtiyaç vardır. Beyin fırtınası yolu ile üretilen aday sorular süzülerek az sayıda soruya indirilir. Paket sorun böylece “Daha anlaşılabilir” hale gelir ve sorun çözülmüş olur. Çözüm için dikkat çekmemiz gereken yer ise kısır ve yanlış sorular üzerine bina edilen eğitim sistemidir. Bu eğitim sorunlar/problemler karşısında aciz kalan, sorunlar karşısında kurtarıcı arayan insan tipi üretir. Çözüm konumunda olanların dışarıdan/Batıdan çözüm ithaline kendilerini mahkûm görmeleri, milli ve yerli çözüm üretememelerine bu perspektiften bakabiliriz. Taklit ve kopya yasa ve teknolojilere mahkûm kalmamız ve kendimizin güvensizliğin altında beceri ve doğru soruları öğretmeyen eğitim bulunmaktadır.