AK Parti eski milletvekili ve MYK üyesi Metin Külünk, Meclis’e sunulan ve Çevre Komisyonu’ndan geçen İklim Kanunu teklifine tepki gösterdi. istiklal.com.tr’ye özel açıklamalarda bulunan Külünk, söz konusu kanunun tıpkı İstanbul Sözleşmesi gibi Türkiye’yi sosyolojik ve ekonomik olarak olumsuz etkileyebileceği uyarısında bulundu. Külünk, “Bu yasa, yapay et tartışmalarından karbon ayak izine kadar uzanan küresel bir dayatmanın yansımasıdır. Tarımcıyı, hayvancıyı, üreticiyi ilgilendiriyor ama onların fikri alınmadan hazırlanıyor. Parlamento sıraları bomboş, çünkü toplumdaki tartışmalar Meclis’i de etkiliyor” dedi.

Külünk, bu düzenlemenin Türkiye’yi yeşil dönüşüm adı altında ekonomik tükenişe sürükleyebileceğini savunarak, “Batı kirletti, bedelini biz mi ödeyeceğiz? Bu millet kendine rağmen hiçbir adımı kabul etmez,” sözleriyle sert çıktı. AK Parti’nin milletin taleplerine sırtını dönemeyeceğini belirten Külünk, iklim gündeminin dijitalleşme ve yapay zeka gibi geleceği şekillendiren alanlarla birlikte bütüncül bir yaklaşımla değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.  İşte röportajın detayları...

"İKLİM KANUNU GERİ ÇEKİLMELİ"

İklim değişikliği kanun teklifi Meclis’e sunuldu. Çevre Komisyonu’ndan da kabul edildi. İşte tarımcılığın, hayvancılığın bitirilmesi, seyahat kısıtlaması, yapay etin, yapay gıdanın getirilmesi gibi birçok söylem var. İklim kanun teklifinde neler var? Türkiye’yi nasıl etkileyecek?

Metin Külünk: Bu kanun parlamentoya gelmeden evlerde, sivil toplum kuruluşlarında, televizyonlarda tartışılmalıyız. Sosyal medya platformlarında tartışılmalıyız. Müspet ya da menfi tarafları, yani doğrudan hayatımızı ilgilendiriyor.

Küresel ölçekte bir dayatma olan İstanbul Sözleşmesi’nden dolayı ağır bedel ödedik. İstanbul Sözleşmesi, bu ülkedeki sosyolojik çürümenin, bu ülkedeki medeniyet değerlerinin tahrip edilmesinin, bu ülkeyi var eden ve kılacak olan medeniyet paradigmasının karşı karşıya kaldığı en ağır saldırıydı. Adı da İstanbul Sözleşmesi’ydi çünkü çok planlı küresel insansızlaştırma aklının İstanbul’u seçmesi rastgele değil. İstanbul üzerinden doğrudan insana savaş açmış kıyametçi insan yani Âdem soyuyla savaşacağını iddia eden “ateş” ve ateşin çocuklarının, bizim medeniyet değerlerimizden ve milletimizden intikam almak için adının İstanbul olması ve sekiz yıl —ki Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından bu sözleşmeden ayrıldığımız ana kadar— bu ülkede sosyolojik olarak çürümenin, çözülmenin en temel sebeplerinden birisidir.

Yani aile kavramının karşı karşıya kaldığı tehditler, insanın cinsiyetsizleştirilme tehdidinin güç bulduğu adres İstanbul Sözleşmesi’dir. Ve sekiz yıl bu ülkeye ağır bedel ödettirilmiştir. Üzülerek ifade ediyorum, bu Anadolu dindarlığı üzerinden vücut bulmuş siyasal muhafazakârlığın iktidarı döneminde olmuştur.

Burası çok önemli... Niçin önemli? Küresel ölçekte kimle mücadele ettiğimizi bilmek mecburiyetindeyiz ve hangi stratejik hamleleri yaptıklarını ve yapabileceklerini… Şimdi aynı iklim sözleşmesinden dolayı endişem odur ki bu ülke ağır bedeller ödeyecek. Aynı İstanbul Sözleşmesi’ne benzer şekilde, ekonomi ve sosyal hayatımızı, toplumsal anlamda, bireysel anlamda, ekonomik hayatımızı bireysel ve toplumsal düzeyde negatif etkileyecek bir zaman aralığıyla baş başa kalacağız diye endişelerim var.

O nedenle de diyorum ki, bu sözleşme (İklim kanunu) geri çekilmeli. Çünkü bu Rize Güney Su’daki çay üreticisini de ilgilendiriyor, Balıkesir Gönende'ki çeltikçiyi de ilgilendiriyor, Balıkesir’deki hayvan üreticisini de, Konya Ovası’ndaki buğday üreticisini de, Antalya’daki muz üreticisini de, domates üreticisini de, limon üreticisini de ilgilendiriyor topyekün.

Ben iklim değişikliğinin sorumlusu değilim ki! Kirleten kim? Batı. Sanayi Devrimi'nin üzerinden finansal gücü ele geçiren kim? Yıllarca emek yoğun sektörlerde yer altında insanları çalıştıran, fabrikalarda çalıştıran, havayı kirleten, toprağı kirleten, denizi kirleten, akar suyu kirleten bu modelin faili kim? Batı. Topraklarımızı kirleten kim? Kirleten Batı.

Şimdi Batı, kendi kirletmesinin bedelini de dönüp gelişmekte olan ülkelere mi ödetmeye kalkıyor? “İşte bu sözleşme geçmezse Avrupa Birliği ile ihracatımız etkilenir”. Çıkın bunu toplumda kamuoyuna anlatın. Karbon ayak izi takibinden başlayıp küresel ölçekte köleliği dayatan, insana adeta savaş açmış bir düzenle karşı karşıyayız. Bunu bizim arkadaşlarımız görmeli. Yani kendimizi ateşe atmayalım.

AK Partili Külünk: İklim Kanunu geri çekilmeli

"İŞİN SONUNDA 'İNSAN FAZLA NEFES ALIP VERİYOR İNSAN FAZLA' DİYECEKLER"

Peki, şu anda bu maddeler yapılmaya başlanmadı mı? Yapay etten bahsediliyor, şu anda hayatımızda var...

Metin Külünk: Yapay et tartışması bu kanundan önce zaten konuşuluyordu. Bir müddet sonra "inekler fazla" diyecekler, "koyunlar fazla" diyecekler, "köpekler fazla", "kuzular fazla" diyecekler. Ondan sonra nereye gelecek biliyor musunuz? “İnsan çok fazla nefes alıp veriyor. İnsan fazla" diyecekler.

Bunu bizim arkadaşlarımız görmez mi? Bu kadar iş yapmak olur mu? Çıkarsınız, toplumun bütün kesimlerine anlatırsınız. Dersiniz ki: “Bu kanunun maddeleri şunlar, bu madde şu sonucu doğurur, şu madde şu anlama gelir.” Eğer bu sözleşmede taraf olmazsak şu risklerle karşılaşabiliriz. Bu sözleşme geçerse şu faydalar olabilir. Toplumun riskleri gördüğünü görüyoruz. Biz de bu konuda toplumla empati çağrısında bulunuyoruz.

Gördüğüm kadarıyla CHP de destekliyormuş. Niye CHP destekliyor? İstanbul Sözleşmesi’nde de CHP’nin, bütün partilerin desteği vardı. Burada ne oluyor? Dünyada, yani Trump iklim sözleşmesini reddetmiş, Çin umursamıyor. Bize ne oluyor?

Denge modellemesiyle süreç yönetmeye kalktığımızda İstanbul Sözleşmesi üzerinden ödediğimiz sosyolojik çürüme maliyetini geri götürebilecek miyiz? Kayıp çocuklarımızı, cinsiyetini değiştiren çocukları, cinsiyetini kaybeden çocukları, toplumun çökertilmesini geri getirebilecek miyiz? Bunlar önemli sorumluluk alanlarından birisi.

"BENİ GÖTÜRÜP YAPAY ETE Mİ MAHKÛM EDECEKSİNİZ?"

Şimdi bu da aynı toplumu anlatın arkadaşlar. Bakanlık, milletvekili arkadaşlar, grup başkanvekilleri çıksınlar ekranlara. Toplum doğal olarak soruyor: “Bir müddet sonra ayağımdaki karbon izinden dolayı benden para mı alacaksınız? Koyunları mı telef edeceksiniz? Beni götürüp yapay ete mi mahkûm edeceksiniz?” diyor.

Şu an milletvekilleri de direniyor durumda aslında. Yani bu görüşlerin karşısında bir direnme mevcut.

Metin Külünk: Parlamentodan bu yasa geri çekilmeli, iklim sözleşmesi geri çekilmeli, toplumda tartışılmalı. AK Parti hareketinin temel özelliklerinden birisi, bu partiyi millet kurdu. Millete rağmen hiçbir iş yapılmadı. Millet hep AK Parti’nin yanında durdu.

Millet hep AK Parti'nin yanında durdu. Bakınız, AK Parti hareketinin tabelasını sadece Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, AK Parti kadroları 28 Şubat’tan sonraki bütün süreçlerde Türkiye büyük bir siyasal boşluğa düştüğünde astı. Toplum, Sayın Cumhurbaşkanımızın İBB dönemindeki başarılarını gördü, bir ümit olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın etrafında konumlandı. “Çıkın kurun” dedi, partiyi kurmayan millettir. Herkes parti kurabilir ama milleti iktidara taşıyacak partiyi millet kurar. Evet, herkes parti kurar, milletin önüne çıkar; saygı duyarım. Ama millet bir tane parti kurar, iktidar partisini kurar.

Demokrat Parti’yi millet kurdu. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruluş döneminde, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra kendi şartlarında, Mustafa Kemal’in liderliğinde milletin kurduğu bir siyasal hareket vardı. İtirazlarımız var, eleştiriler başka bir şey. Bunu iktidara taşıyacak bir hareketi Ankara’da kurdu. Milletle ters düştü. A millet Anadolu’ya çekildi. CHP’nin merkez yönetimi Ankara’da jakobenleşti, aristokratlaştı, ayrı. Ama iktidar partilerini millet kurar. Demokrat Parti’yi bu millet kurdu. Türkiye’yi CHP’nin elinden aldı, Demokrat Parti’ye verdi. Döndü, ihtilalin elinden bu millet Türkiye’yi aldı, Merhum Özal’a teslim etti.

O 90’la 2000’li yıllar arasındaki kaotik dönemde bu millet Türkiye’yi yönetemeyen siyasetçilerin elinden aldı, yöneten lidere teslim etti. AK Parti’yi millet kurdu. Ve AK Parti’nin, Sayın Erdoğan’ın diğer genel başkanlardan, liderlerden ayrılan en temel karakteri, millete rağmen hiçbir iş yapmamış olmasıdır. Şimdi AK Parti bu anlamda oturup kendi tabanıyla, sokakla bu konuda düşüp düşmediğine bakmak zorunda.

Parlamento sıraları bomboş, görüyorum ben. Demek ki toplumdaki tartışmalar parlamentoyu da etkiliyor. O zaman olması gereken, bu yasanın toplumla doğru empati kurularak hazırlanmasıdır. Şimdi toplum doğal olarak, siz istediğiniz kadar “kanunun maddelerinde bu yok” deyin, ne oldu? Hayvan kanunu geçirildi. Türkiye’de hayvan katliamı yapan yerler var. İhtiyaç yok muydu? Vardı. Kanun düzenlemesi vardı. Ama toplumda bu kadar ayrışmaya sebep olacak bir düzenlemeye hiç ihtiyaç yoktu. Israr ettik, “Yapmayın, bu kanun geçmesin meclisten.” dedik. Doğru değil. Dilsiz topluluğun ahını almak doğru değil.

Bir sürü yerden görüntüler geliyor, katledilen köpekler… Bir müddet sonra bu yasa, bu tartışılan mantıkla, bu anlayışla yürürlüğe girdiği zaman koyun da besleyemezsiniz, kedi de besleyemezsiniz, inek de besleyemezsiniz... Niye? Karbon salınımı var. Havaya salınım yapıyor fazla. Ne yapayım? "Yapay et yiyin"...

AK Partili Külünk: İklim Kanunu geri çekilmeli

"AK PARTİ MİLLETLE İNATLAŞARAK KURULMUŞ BİR PARTİ DEĞİL"

Şimdi bu kadar çok küresel ölçekteki tartışmaların doğrudan yansıdığı bir zeminde, toplumun bu anlamda ikna edilmesi gerekmiyor mu? Bu iklim yasasında bütün bunların olmadığını iddia ediyorsanız çıkın kamuoyunu ikna edin. Birçok şeyin bitiş noktası olacak bu. Toplum bunu bu şekilde kavrıyor. Niye ısrar ediliyor? AK Parti milletle inatlaşarak kurulmuş bir parti değil ki. Efendim, küresel dengeler var. O dengeleri yönetmek bir iktidarın işi. Dengelerden bu ülkenin, bu toplumun, bu milletin maliyetli süreçlerini yönetirken azami faydayı sağlayacak süreci topluma anlatın.

Trump da saçma bulduğunu dile getirmişti. Ne oldu? Gümrük vergilerini yükseltti. Çin’deki bütün fabrikalara “geri gelin” diyor. Dışarıdaki bütün Amerikalı iş adamlarına “Havayı kirletmenin sorumlusu ben değilim, ben bedel ödeyeceğim?” diyor. Karbondan ayak parası alınmayacak diye yapsak… Siz bunu istediğiniz kadar anlatın, toplum bunu böyle görmüyor. Dijital üzerinden iklim değişikliği süreci yürütülüyor. Dijital üzerinden toplum, bütün kontrolün kendi iradesi dışında bir merkez tarafından sağlanacağına inanıyor.

Zaten küresel ölçekte Âdemoğluna savaş açmışların stratejik hedefi bu değil mi? İnsanı zombileştirme… Bakın, adım adım diyorum size. Eğer buna dünyada itiraz etme sorumluluğu, yükümlülüğü olan bir millet varsa, o da biziz. Çünkü biz Âdem soyuyuz. Hanif Türk milleti, Âdem soyuna açılmış bütün savaşlarda, Âdem’in safında yer alır, ateşin çocuklarına karşı koyar. Kabiliyeti, paradigması, iddiası olan bir milletiz. Biz buna itiraz edeceğiz. Bütün insanlığa liderliği biz yapacağız. Bütün insanlığın önünü biz açacağız.

Söylediğim şey şu: Çekin bu yasayı geri, daha çok tartışılsın. Toplumla beraber, televizyonlarda çıkın, anlatın. Millete tekrar konuşulsun. Bu işler böyle. Kanunların nasıl geldiğini biliyorum. Yani bana kimse anlatmasın nasıl geldiğini. Meclis sıralarında niye boş olduğunu biliyorum. Yani siz jet hızıyla İstanbul Sözleşmesi çok mu okundu? Hayır. Tartışıldı mı? Hayır. Toplumda tartışıldı mı? Sonuç: Kayıp. Sekiz dokuz yıl kayıp. Bir nesil türeyen ahlak, türeyen sosyolojimiz... Bunun hesabını nasıl ödeyeceğiz?

"BU KANUN TEKLİFİ CHP İKTİDARINDA TBMM'YE GELSE MUHAFAZAKÂRLAR ORTALIĞI YIKARDI"

Kusura bakmasınlar, AK Parti iktidarının büyük başarılarının karşılığında bıraktığı en stratejik boşluktur. Şimdi ikinci bir boşluk daha bırakılıyor. Bu kanun teklifi bir CHP iktidarında parlamentoya gelmiş olsaydı, Türkiye’deki bütün muhafazakârlar ortalığı yıkardı. Şimdi herkes suskun. Ayaklanma olurdu. Bakınız, İstanbul Sözleşmesi Cumhuriyet Halk Partisi döneminde parlamentoya gelmiş olsaydı, Türkiye’deki Anadolu dindarlığı üzerinden sivil siyaset yapan, sosyal siyaset yapan, resmî siyaset yapan herkes kıyameti koparırdı.

Şimdi kıyamet kopmasın. Çıkın topluma anlatın. Toplumun bunları bilmeye ihtiyacı var. Yani siz şimdi havaya karbon salınımı üzerinden kalkar da tarımı tüketmeye kalkarsanız ne olacak? Hayvancılığı tamamen tüketmenin yolu açılırsa ne olacak? Dün söyledim, yani izin verin onu paylaşayım. Şunu söyledim: “Yeşil dönüşüm mü, ekonomik tükeniş mi?” Türkiye, 2053 net sıfır emisyon hedefiyle attığı adım ve söz konusu hedef, küresel sorumluluğumuzu yerine getirme adına önemlidir. Elbette bu adımlar takdire şayan. Çevreyi korumak için bizim dayatılan normlara ihtiyacımız yok.

İnsanın kendi iç temizliği, ev temizliği, apartman temizliği, yere çöp atmamak, yerden çöpü kaldırmak, duyarlılık, yeşile saygı duymak, ağaç dikmek… Bunlara dikkat etmek. Varlığın hukukunu temiz bir ahlakla, temiz bir akılla, temiz bir paradigmalarla besleyen bir damarın çocuklarıyız biz. Dünyayı kirletmiş, insanlığı çürütmüş ve zenginlik adına, parayı kontrol etmek adına, egemenlik adına bütün bunları yapmış Batı akıl mı verecek?

Bizim temel bir problemimiz var: Biz Batı ile akıl hesaplaşmasını yapmadığımız müddetçe, iki adım ileri bir adım geri gideriz. “Çöken Bâtı”yı okumadığımız müddetçe çöken insanlığı da beraber çürütmek ve çökertmek istiyorlar. Bunu görmeyip bu şekilde hareket ettiğimiz müddetçe, ister muhafazakâr kimlikli iktidarlar, ister seküler kimlikli iktidarlar olsun, biz iki ileri bir geri, bir ileri iki geri, üzülerek ifade ediyorum, kendi limanımızdan uzaklaşarak Anadolu’da önce çürüme, sonra çöküş, sonra Anadolu’nun tekrar parçalanmasının önü açılır.

Bu mantıklı mı? Biz önce Batı’yla bir medeniyet, bir uygarlık hesaplaşması yapmamız lazım. Batı uygarlığında varlığın hukukunu korumak yoktur. Vallahi ceberut, hakim bir bakış açısı vardır. Biz vallahi şahitlik ederiz, nezaret ederiz. Onlar her şeye hakim olmak istiyor. İşte buradan yola çıkarak hakim olmak istiyorlar bizleri de zombileştirmek istiyorlar. Biz buna itiraz etmeyeceğiz de ne yapacağız?

Dedik ki; Türkiye gelişme aşamasında bir ülke. Yapısal birtakım sorunları var. Ekonomimiz zorlanıyor. Bugün ciddi anlamda zorlanıyoruz. İhracatçı sıkıntıda. Türkiye ekonomisinin istikrarı adına döviz belli bir dengede durdukça, maliyetler arttıkça ihracatçı küresel pazarlarda rekabet etme kabiliyetini kaybediyor. Bu, bizim ihracatın zayıflaması, ekonomimize döviz tedariki noktasında olumsuz etki yapıyor. Dönüp sıcak paraya mahkûm kalıyoruz.

Sanayide büyük bir dönüşüm yaşanıyor. Türkiye’de büyük bir yapay zeka devrimi, müthiş bir değişim var. Akıllı üretime geçiliyor. Gelişen altyapısıyla biz çağ atlama dönemindeyiz.

Şu anda Çin’e bu sözleşmeyi dayatabilir misiniz? Çin’e bunu kabul ettirebiliyor musunuz siz? E ben niye kabul edeceğim? Yani Çin, dünyanın üretim merkezi, dünyanın fabrikası. Çin kabul etmeyecek. Çin bunu umursamayacak. Ben niye edeyim?

Biz geçiş dönemindeyiz. Bakınız, hâlâ on bin dolar seviyesindeyiz. Bizim yirmi bin doları, elli bin doları konuşabilmemiz için bu orta gelir seviyesinden yukarı çıkmamız lazım. Bu nasıl olacak? Üretim devrimiyle, içeride üreterek.

"'VATANDAŞ BEN BU MAAŞLA ÇOCUĞA NASIL BAKACAĞIM?' DİYOR"

Üretirken sen daha şimdiden bu tip modellemelerle esnafını, KOBİ işletmelerini hatta büyük işletmeleri, en büyükleri saymıyorum kilitlersen ne olur?  Tersine döner. Üretemeyen bir Türkiye’de işsizlik çoğalır. İşsizliğin çoğaldığı yerde sosyal problemler çoğalır, ahlaki problemler çoğalır. Bakın bakalım son üç yıllık Türkiye’deki çürümeye. Sosyolojik çürüme… Hükümetimiz evlilik yardımı yapıyor, toplumun hiçbir kesimi ikna olmuyor. “Niye? Beş bin lira çocuk yardımı, ben ne yapacağım?” diyor. “Niye? Hayat kırk bin lira, otuz bin lira maaşla ben çocuğa nasıl bakacağım?” diyor.

Şimdi o zaman ne? Türkiye'nin %5,5–6 büyümesi için neye ihtiyaç var? Yapay zeka devrimine cevap verecek bir üretim modeli, dijitale cevap verecek bir altyapı… Beraberinde Anadolu’yu bir tarım, akıllı tarım üretim merkezi haline dönüştürme... Hayvancılıkta iki yüz milyona bakacak bir toprağa sahipken şimdi bunu sıkıştırmanın anlamı var mı?

Neymiş efendim, iklim sözleşmesi… Kimin için bu? Küresel egemenlerin, insanlığa Davos aklıyla dayattığı modellemeye evet diyeceğim, öyle mi?

Türkiye’nin dünya karbon emisyonlarına katkısı yüzde bir. Hatta daha az. Benim bu süreçte katkım bu kadar azken, hayatımın neredeyse tamamının bundan etkilenmesine neden izin vereyim? Ne gerek var?

Bu küresel krizin sorumlusu biz değiliz. Gelin görün ki dönüşümün faturasını bizim gibi gelişmekte olan ülkelere ödetmek istiyorlar. Buna izin veremeyiz. Bu adil değil.

"DÜNYANIN EN BÜYÜK KİRLETİCİLERİNDEN BİRİ ABD"

Dünyanın en büyük kirleticilerinden biri ABD. Niye? Ekonomik çıkarlarını koruyor. Bugün Trump, kendi ülkesinin ekonomik çıkarlarını korumak için çıktı, “dan dan dan vergi” dedi. Çin’e yüzde 124 vergi koyuyor. Dünyayla niye? Monroe Doktrini doğrultusunda, Amerikan rüyasının tükenmemesi için. Yeniden Amerikan restorasyonunun peşinde bir girişimci devlet modeliyle diyor ki: “İş adamları, gelin Amerika’ya.”

Ben niye kendi üretimimi bu kadar baskı altına sokacağım? Paris İklim Anlaşması’ndan tereddüt etmedi.

Oyun başlama dönemindeyiz. Biz bu anlaşmayı gözden geçirmeliyiz.

Bakın, burada ne olacak biliyor musunuz? Emisyon ticaret sistemi devreye girecek. Karbon kotaları piyasası açılacak. Yani kirletme hakları alınıp satılabilecek. Büyük sermaye bütün hakları toplayacak. Küçük üreticiler bu maliyetlerin altında ezilecek.

Eğer böyle olursa, Anadolu’dan yükselen sanayi yerleşkeleri, KOBİ’ler nasıl ayakta kalacak?

Sınırda karbon düzenlemesinin muhtemel maliyeti ise ihracatçılara yeni vergiler, üreticilere yeni yükler getirmesidir. Avrupa’ya uyum sağlamak adına kendi sanayimizi riske atacak bir sürece sokmamalıyız.

Şimdi daha devamı da var, ben paylaştım bunu. Bu büyük resetleme, büyük sıfırlama hedefine yönelik atılan bu adıma Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “Ateşin Çocukları”nın bu dayatmasına evet dememeli.

Sözleşmeden çekilmeli, toplumda tartışılmalı. Referandum yapmak zor değil ki. Dijitalde madde madde, Çevre ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın sitesinde yayınlarsınız. Toplum okur. Referandum yapılır.

Şimdi orada tek IP numarasıyla herkes girer. “Buna evet, buna hayır” der ve millet belirlesin.

Süreç için itiraz ediyoruz. Niye milletin gözünün önünde yapmıyoruz bu işi? İçin çekilmeli, tartışılmalı. Millet ikna olmalı. Millete rağmen mecliste bir iş yapılmamalı.

AK Partili Külünk: İklim Kanunu geri çekilmeli

"BİR DEVLET AKLI STRATEJİSİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ"

Devlet Bahçeli, “PKK silah bıraksın, kendini feshetsin” diye çağrıda bulundu. Abdullah Öcalan bu çıkışını destekliyor mu? YPG dinler mi?

Metin Külünk: Bir tane Kandil yok, bir tane YPG yok, bir tane PKK yok, bir tane DEM yok.

Çok parçalı bir modelle karşı karşıyayız. Dünyadaki hiçbir ülkeyi de tek bir modelle göremiyorum. Bir Amerika yok sadece, İsrail de yok sadece.

Dolayısıyla dünyadaki çok katmanlı mücadele, bütün ülkelerin kendi içinde de çok katmanlı; bütün yapıların kendi içinde de çok katmanlı bir mücadele alanı ortaya çıkarıyor.

Dolayısıyla Sayın Bahçeli, bu ülkenin gelecek üç yüz yıllık zaman diliminde önünü açacak bir çıkış yaptı. Çünkü Türkiye bu çıkışı yapmasaydı... Bu, bir devlet aklı eseridir.

Siyasetin, devlet aklını iyi okuması gerektiği kanaatindeyim. Devletler, devlet akılları apolitiktir ve siyasete ayna tutar. Siyaset, eğer devlet aklında görmek istediklerini görebilirse sokakla, milletle bütünleşir.

Çünkü devlet aklı, yaşadığı topraklarda, var olduğu topraklarda ilelebet payidar olma mücadelesini; zamana ve mekâna göre, tarihten aldığı bilinçle şekillendirir, yön verir, önünü açar.

Dolayısıyla bir devlet aklı stratejisiyle karşı karşıyayız.

Gördüğüm, benim analizlerim ve bu anlamda Sayın Bahçeli’nin çıkışıyla devlet bir şeyi gördü: Büyük resetlemenin peşinde olanlar, Tanrı’yı kıyamete zorlayanlar veya zorlama çabasında olanlar; Büyük Bizans, Büyük İsrail peşinde olanlar...

Tane tane bir kez daha söylüyorum: Toplum bunları kavram olarak üzerinde kafa yormadı. Cumhuriyet hepimizin varlık gerekçesi. Devlet aklı şunu gördü: Tanrı’yı, kıyameti zorlamak için insanlığı ateşe vermeye hazırlananlar... Bu anlamda Büyük İsrail Projesi, sınırları Bakü’ye kadar çıkan, Kırım’a kadar çıkan, İstanbul Boğazı’na ulaşan, Anadolu’nun bütününü "arz-ı mev’ud" peşinde olup Büyük İsrail Projesi için bütün insanları yakmaktan geri durmayacak bir cinnet hâline geçirenler... 2030’a kadar dünyayı yakmak için her şeyi harekete geçireceklerini gördü. Ve Anadolu topraklarının bu anlamda doğrudan tehdit altında olduğunu...

Yani 1915–1923 arası Osmanlı’nın dağılma, çöküş döneminde yaşadığımız bütün olayları konvansiyonel savaş hariç yaşadığımızı, konvansiyonel savaşın ise doğrudan Armageddon olacağını gördü. Çünkü semavî dinleri kıyamete zorlayanların, mesihi bekleyenlerin, Davut’un Krallığı peşinde koşanların, Büyük İsrail’i hedefleyenlerin, Siyonist İsrail’in, Yahudileri de tehlikeye atan; Yahudileri de topyekûn dünya ölçeğinde tehlikeye atan bu akıl, konvansiyonel savaşı göze almış durumda.

"TÜRK DEVLET AKLI BUNU GÖRDÜ"

Her anlamda: konvansiyonel savaş, siber savaş, uzaydan savaş… Türk devlet aklı bunu gördü. Ve bu konvansiyonel savaş planı yapanlar, Büyük Armageddon dediğimiz büyük savaş planı yapanların stratejik hedefleri: Türkiye ve Anadolu.

Ve bu savaş öncesinde özellikle Kürt kardeşlerimizi Türklerden tamamen ayrıştırmak. Bunu yaparken de sinsice, içerideki devşirmeleri üzerinden; hem içeride hem de dışarıda YPG ve PKK’nın farklı kolları, unsurları üzerinden süreç yönetiyorlardı. Bunu gören devlet aklı, tıpkı Yavuz Han’ın Mevlana İdris-i Bitlisi Hazretleri’yle kurduğu o derin varoluşsal bağ… O temelin adı Hanifliktir.

Bugün Haniflik odaklı Arapların, Kürtlerin, bütün toplulukların Haniflik temelli, ırk asabiyetini, ırkçılık asabiyetini aşarak; derebeylik asabiyetlerini aşarak; mezhepçi yaklaşımları aşarak Haniflik temelli mutlaka bir araya gelmeleri lazım. Çünkü dayatanlar, bu taraftan da iklim sözleşmesini dayatıyor.

Dikkat! Mesela bu dayatmalara karşı bize dayatılmış, Osmanlı’nın parçalanmasındaki etnik milliyetçilik üzerinden, ırkçılık üzerinden; işte Arnavut’a Arnavutçuluk yaptırarak, Makedon’a Makedonculuk yaptırarak, Ermeni’ye Ermenicilik yaptırarak, Rum’a Rumculuk yaptırarak, Yunan’a Yunanlık, Arap’a Arapçılık yaptırarak...

Bunların hepsi aslında Osmanlı’nın zayıflama döneminden, akıl mağlubiyeti döneminden itibaren; bunların hepsi küresel ölçekteki bu evangelist Siyonizmin, Theodor Herzl’de müşahhas hale gelen, yeryüzünde Davut’un Krallığı hedefine yönelik; onların karşısına çıkabilecek fikrî hareketleri, milletleri paramparça etme operasyonudur.

Şimdi buna vereceğimiz cevap; "Birlik". Hangi temelde? Haniflik temelinde.

Ve diğerleri… Rum’u ile, Ermeni’si ile, Gürcü’süyle, Bulgar’ıyla... Çünkü bunlar da hedef; bu milletler de hedef, bu topluluklar da hedef. Hepsinin bu anlamda bir kez daha Anadolu’nun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin öncülüğünde bu coğrafyada bu planı bozacak merkezi devletler birliğini başarmamız lazım.

Meselelere bakarken de birleşik devlet aklıyla bak! Herkes kendi içinde hür ve bağımsız, ekonomisi güçlensin, refahı güçlensin... İşte bu söylediğimiz BOP’ta Sayın Bahçeli’nin çıkışı…

Bu kirli iki tane –hatta üç tane– kritik başlıktaki: Büyük Ortadoğu Projesi, Amerika’nın Büyük İsrail Projesi, Siyonistlerin Bizans Projesi… Avrupa merkezli… Üç yönünde de hedef Türkiye.

AK Partili Külünk: İklim Kanunu geri çekilmeli

"TÜRKİYE’NİN BUNDAN SONRAKİ MİLLÎ GÜVENLİK MESELESİ EVANJELİZM VE SİYONİZMDİR"

İşte bütün bunların hedeflendiği yerde, Sayın Bahçeli’nin çıkışı bir kez daha tarihsel olarak Türklerle Kürtlerin kaderi birdir, Türklerle Arapların kaderi birdir.

Ülkücü hareket, birilerinin tarif ettiği gibi ırkî asabiyet üzerinden hareket eden bir yapı değildir. Milliyetperverdir ve bu coğrafya merkezlidir. Bu saydığım üç projeye karşı, Türkiye’ye yönelik bu üç projeye karşı, bütün kardeşleriyle, bütün milletlerle bir araya gelebilecek ve bu ülkenin çıkarı adına hareket edebilecek bir milliyetperverlikten bahsediyoruz.

Bahçeli’nin bu çıkışı herkesi ters köşeye yatırdı ve herkes sıkıştı.

Amerika mecbur. Neden mecbur? Çünkü Amerika, Çin’in aklileşip öne çıkmasını istemiyor. Bize mecbur.

Dolayısıyla Suriye’de bizim politikalarımıza mecbur. İsrail de dedi ki: “Türkiye ile sıkıntıya girersen girme, ona göre...” dedi. Ama onlar bir hazırlık içerisinde. Niye? Çünkü iki İsrail var:

Birincisi Netanyahu Siyonizmi. Konvansiyonel savaşı göze alacak kadar çıldırmış, Meşiyah kehanetlerine inanan bir yapı. Diğeri ise; Yahudileri riske attığını gören, Netanyahu’ya itiraz eden, Gazze’deki katliamlara itiraz eden, birlikte yaşamaktan bahseden… Bu ise küresel Siyonizmin işine gelmiyor.

Şimdi Trump da Netanyahu’ya dedi ki: “Ben Suriye’de Türkiye’ye karşı ileri gitmem. Biz zaten şu anda İsrail ile Golan’da konuşuyoruz.”

Türkiye’nin bundan sonraki millî güvenlik meselesi de Evanjelizm ve Siyonizmdir. Türkiye bundan sonra güvenlik hattını Golan Tepeleri’ne çekmek zorundadır.

Yani bizim karadan güvenliğimiz: Irak tarafında Bağdat’tan başlar, Basra Körfezi’nden başlar. Suriye’de ise Golan Tepeleri’nden başlar.

Süveyş Kanalı’nın Akdeniz’den çıkışında devam eder. Süveyş’in çıkışı aşağıdan, güvenliğiniz oralardan başlar. Dolayısıyla Türkiye bu anlamda... Amerika dedi ki: “Ben Ortadoğu’dan çıkacağım.” Peki, kim var? Ortadoğu’da dengeleri sağlayabilir dedik: Türkiye var.

İsrail’e dedik ki: “Çin’i buraya yaklaştırma. Çin’i Akdeniz’e yaklaştırma" Kızgınlığın önemli sebeplerinden birisi bu.

İsrail’in kendi içindeki kavgaları var. Bir de İngiliz boyutu var. İngiltere de İsrail’de Netanyahu’yla kendi içinde çatışıyor. İngiliz hattında duranlar, çatışma halinde. Çünkü herkes rahatsız Gazze’de olanlardan. Çünkü Gazze’deki bu yükü hiçbir devletin taşıması mümkün değil. İnsanların vicdanında mahkûm edildi. Ve Netanyahu’nun bütün Yahudileri 7 Ekim öncesine döndürmesi mümkün değil artık. Eşittir katliam, eşittir soykırım, eşittir çocuk katili...

Filistinliler hakkı büyütmeye çalışıyorlar, ümmeti büyütmeye çalışıyorlar. Ama bizde “eyvah, çocuk yaparsak geçinemeyiz, şu bu...” Bakın bu bize dayatılan evrensel metinler, iklim anlaşmaları, kadının özgürlükçülüğü meselesi vesaireyle beraber bu coğrafyaya dayatılmış olanlar... Feminist metinler... Bunların hepsi zaten Siyonist metinlerdir. Bunların hepsi zaten Evanjelist metinlerdir. Ve bunların her biri, bu coğrafyadaki bütün bu milletleri zayıflatmak içindir.

Bakın, kadın hakları meselesi, kadının çalışması meselesi vesaire üzerinden bu milletlerin doğurganlıkları azaltılmıştır. Bugün Almanya’da bakıyorsunuz, kadın nüfusun çok önemli bir kısmı çalışıyor. Ama neticede doğurganlık oranları yerlerde. Bütün Avrupa’da öyle.

Bizdeki en yüksek doğurganlık mesela Şırnak’ta. Niye? Çünkü kadını eve kapattığınız için değil. Çünkü bu meseleye inançla, bu meseleye bilinçle, bu meseleye sosyolojik bir bakışla bakıldığından dolayı.

Biz çocuklarımızı büyütüyoruz. Biz çocuklarımızı büyüttüğümüz zaman bu coğrafyanın geleceğini büyütüyoruz.

Bunu söylediğimizde kızıyorlar. Bunu söylediğimizde “Aman Allah’ım, sen ne diyorsun?!” diyorlar. Hayır, bu doğrudur. Ve bu bilinçle, bu farkındalıkla hareket etmemiz gerekiyor. Çünkü biz bu bölgedeki medeniyetin taşıyıcı kolonlarıyız. Biz bu bölgede sadece kendi adımıza bir gelecek kurmuyoruz. Bizim varlığımız Gürcüsünden, Ermenisinden, Arap’ından, Kürt’ünden, Türk’üne kadar herkesi etkiliyor.

Biz ayakta kalırsak herkes ayakta kalır. Biz düşersek herkes düşer. O yüzden bizim üzerimizdeki operasyonlar hiç bitmez. O yüzden bizim içerideki birlikteliğimiz, ortak aklımız, millî bilincimiz hiç eksik olmamalı.

Muhabir: Yunus FİLİZ