Uzaktan tanışırdık ama bir görüşmeye vesile olabilecek bir durum zuhur etmemişti. Geçtiğimiz yıl Üsküdar Üniversitesi Televizyonu’nda yaptığım “İstasyon” programına gelmesiyle o arayı kapatmış olduk.

Kelimeler üzerinde düşünmeyi, konuşmayı, onların ahenkli salıncağına kalbimi koymayı severim.

Söze yâr olmayı önemserim. Âşina olmayı dilerim.  İşte o programda söz ile yârenlik edebildiğimizi hissetmiştim. Bugün edebiyatın birçok alanında ürün veren yazar ve şair Sevda Arslan Kıdeyş ile sesteki kelimeleri duyuşumuza sizleri de ortak etmek istedik.

Buyurun.

Ses nedir ve neden önemlidir?

-Kalpten akla koşan, kalbin duyduklarıdır ses. Kalbimiz lisanını bulmak ister. Güneşin sesini duymak için kulağa, denizin içini dökmesi için göze ne hacet. Baharın ayak sesleri denir misal. Ses; boşluğa kalbini yani hislerini yanaştırdığın kadar gelir ve katışıksız, saf sözlere ancak böyle erişilir.

Ses bize kelimelerle mi seslenir?

-Dil ile konuşmak en ilkel yol.  Ne var ki kelimeler aciz kaldığımız gönül dilinde sınırlı kalıplarıyla aksanımıza yardım etmek için bir şükür sebebi. Daldan dala ötüşen kuşlar kadar kâinatla uyum içerisinde olmayı başarabildiğimiz ve aynı frekansta duran bir muhatapla muhabbet ettiğimiz zaman heybemizde var olan kelimelerimiz de yorulmaz.

Seste var olan heybemizdeki kelimeleri kimler duyar?

-Duymaya gönlü olanlar duyar. İşitme cihazı kullanmak zorunda kalanların yaşamın seslerine sağır olduğunu düşünemeyiz. En fazla öyle değil böyle demiştim problemi doğar ki bu problemlerin en kolayıdır. Algısı açık olanın anlayışı da hoş olur ve hoşluk katar. Seste var olan kelimeler o nedenle konuşandan çok dinleyenin duyacağı bir şey.

Sesteki kelimeleri duymadan edebiyat mümkün mü peki?

-Zaman kaybı diye düşünüyorum. Hem kendini hem ötekini yakalayamadan kalıcı olmayan uğultular gibi seçemeyeni meşgul eder. Zamanı iyi kullanma becerisine hâkim olanların zamanla anlayacağı bu meseleyi ben de çok önemsiyorum. Biraz önce duymayı, dinlemeyi anlayışla kıymetlendirdik. Edebiyat, sanat ve güzele dair her izde ses ve görüntüdeki o kımıldayışın diriliğini fark ederiz. Dolayısıyla imkânsız diyeceğimiz bir sınırlılığa mahkûm değiliz. Sonsuz ilham var.  

Ses her yazara aynı kelimelerle mi ses verir?

-Güzelin, doğrunun ve kötünün birleştiği kesin lakin her insan bir âlem. Her insan görmeyi ve duymayı temrin ettiği kadarıyla konuşuyor. Misal: yaşarken samimi olan bir yazarın kelimelerinden de samimi bir anlatı çıkar. Öfke duygusunu küçültemeyen didaktik kelimelerle bağırır. Allah insanın fıtratına isimleriyle tecelli etmiştir.  Okuduğum bir yazarı kelimelerinden çok kendine has rengiyle tanımaya niyet ediyorum.  Ve her sesin asıl sahibinin Allah olduğu kanısına varıyorum. Bu doğrultudan bakarak ilk emrin bizlere neden vahyedildiğine kendimi yakınlaştırıp, o derin bağı kurmaya gayret ederek dinliyorum kelam ehlini.

Yazarın muhayyilesi ile sesteki kelimeler arasında nasıl bir ilişki var?

-Bu çizgi hiç tanımadığın sokaklarda baş döndürücü bir yolculuğa çıkmış gibi cezbedebilir bizleri fakat amaç kaybolmaktan çok adres bulmak diye düşününce uçuran kanatları bir yere bırakıp dinlenmeyle sonuçlandırılmalı.  Kelimeler muhayyileyi gerçekle tedavi etmeyi isteyecektir.

Bir yazar sesteki kelimeleri her zaman yakalayabilir mi peki?

-Hayır. Bu, kabiliyetten çok, o anın elverişli olması ile alakalı. İnsan zihni gökyüzü gibi… Bulutlar yükünü bıraktıktan sonra bir bakarız güneş açmış. Haller de gelip geçicidir. Kasvetli bir halin pınar başında ne işi var? İlla yakalanmak isteniyorsa tam zamanında kelimelerini çağırmalı. Pek tabi hal ertelenince de kelime bulunur fakat vaktinde kılınan namaz en lezzetlisidir.

Yazar yakaladığı sesteki kelimeleri yazarken ne ölçüde değiştirir bunları?

-Bazen zihnimizin algısı çoktur. Sadeleştirmeden yazı başına geçince daha sonra fazlalıklarla karşılaşabilmek olağan bir şey. Dışardan gelecek toza pencere kapatmak gibi kelimelere vereceğimiz sesin bize ait olmasına özen gösteriyoruz. Kendini ikna edene kadar değiştirebilir.

Yazar kime yazar, kendine mi, okura mı?

-İlmin peşinde olmak ve önce kendine öğretmek hassasiyeti tabi ki ilk muhatabın kendi olduğunu gösterecektir. Direkt okuru temel alarak oluşan yazma biçimini hala anlamış değilim. Bir yerden sonra kelimeler de ilgimizi çekmez, sesin geldiği tarafa bakmak isteriz. Okuduğum en güzel metinlerin benim için yazıldığını düşünmek isterdim lakin kendim seçmiş olmam muhteşem bir minnettarlık duygusu veriyor bana.

Kelimeler örselenmeye gelir mi yahut direnir mi bazen?

-Neden olmasın? Onlar da canlı ve tesir eden, akan, dokunan, kımıldayan şeyler.  Bazı anlarda tepki eksik kalır bazen, sonradan keşke şunu deseydim denir.  Kendini ifade etmeye ihtiyaç duyan varlıklarız. Kelimelerin ne kovalamayla gideceğini ne de çağırmayla geleceğini sanmıyorum. Ordadır veya yoktur. Kelimelerle kuracağımız bağı ciddiye almak şart.

En sevdiğiniz kelime ne diye sorulsa bir yazar olarak ne derdiniz?

-Hiç sorulmadan en sevdiğim kelimeyi çoktan bulmuştum: “Bilmiyorum.” derim.  Bu kelime kadar işime yarayan ve bana yardım eden bir kelime daha elbet bulunur ama bunun kadar sever miyim bilmiyorum.

Ayakkabılar neden yürümez?

-Ayakkabısız da yürünür, eşya acizdir.  Adım atan ayakkabı değil candır. İrade, heves, istek, güç barındırmayan maddeye, kâinatın efendisi olarak yaratılan insandan daha fazla anlam yüklenmemeli. Madde insanın hizmetkârı değil midir?

O halde bir “mim” neler için yeter?

-Arapçada bir deyim vardır: “Akıllıya bir işaret yeter.” İlmin kalesi Hz. Ali Kerremallahu Vecheh: “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” buyurmuş. İslam harflerini müthiş estetik buluyorum.  Hurufi mukattaa harflerinden olan mim harfinin sırrı okumalar yaptığım bir gün beni çekmişti ve her şeyi anlatmaya çalışmak derdi bir şeyi anlama çabasına götürmüştü. Muhayyilemde mim harfini karakterize edip o yönde konuşmaya başlamıştım. Kelimelerim böylece Arapça mim harfi olan bir kitap kapağında toplandı. Hala gördüğüm her yerde işaret parmağımın ucuyla ne çok severim mim harfini.

 En sevdiğimiz kişilerin baş harfleri de bizlere anlamıyla gelir. Efendimize duyduğumuz aşkın vuslatına her zerreyi toplaya toplaya erebilmek için ümitsiz değilim.

Öte yandan hayat tecrübesinde de bir mim, bir yanılgı kâfi.  Basiret sahibi olmak lazım.

Gelincikler aşkın nesi olurlar?

-Gelip geçiciliğini yansıtır bize kırlarda. Ticareti yapılmayan hemen hemen tek çiçek türüdür gelincikler, hiçbir çiçekçi de bir demetine rastlanmaz. Vaktinde belirir ve hiçliğe doğru yok olurlar. Dünya döndükçe varlıklarını göstereceğine de şahit oluyoruz.

Kahve kokusu sadece bir kokudan mı ibarettir?

-Yakup peygamberin uzun yıllar hasret çektiği evladından gelen gömleğinin kokusuyla, ağlamaktan artık görmez olan gözleri açılmıştı. Kokunun insan duygularına dokunan etkisine itimat etmek lazım. Güzel koku sünnettir. Mis gibi kavun, karpuz koktu deriz. Nebatatın kendine has rayihalarını keşfettikçe şükrümüz artar.  Taze demlenmiş çayın kokusu başına toplar herkesi. Kahvenin de duygularımıza eşlik eden özelliği dikkatimi çekmişti. Yazarken en güzel mola arasında kahve içerim.

İnsan ne zaman ve neler karşısında “lal” olur?

-Dünyaya hiçbir şey bilmeden geliriz. İlk iki senemiz kolay kelimeleri öğrenmekle geçer. Yaşadıkça çoğalan kelimelerimizin anlamlarını buluruz. Ruhumuzun en temel ihtiyacı olan anlamlı hayat arayışımızda karşılaştığımız hayret duygusu, manen ruhumuza dar gelen dünyada sıklıkla lal ediyor bizleri.  

Bu kelimelerin göçümüdür?

-Susmak erdem sayılır yerinde olursa. Yerinde konuşmanın da kıymeti çoktur. İki düsturu da takip etmeyi öğrenince telaşa mahal yok. Göçmen kuşları gibidir kelimeler; mevsimi gelince gelirler…

Eski zaman fotoğrafları kimlere nasıl konuşur?

-Eskide kalan bir şeyi yeni duygularla sürekli yaşatmaya çalışmakla aradaki uzaklığı kapatırız. İnsan ömrü anı biriktirir. Her biri bize dair olan anılar, eşyalar, fotoğraflar böylece eskidikçe kıymetlenir. Her insanın eskisi yok mudur? Özleriz yeni duygularımızı… O tarafa bakmaya gör; sesini arayan kelimelerle eşyanın da ruhu duyulur.

Neden bir Âkif romanı yazdınız?

-Neden bir Akif romanı yok dedim. Bu soru beni roman yazmaya götürdü. Bazı değerlerin kıyıda köşede kalmış olduğuna şahitlik ettiğimi anladığım an yeminle başlamıştım Akif romanıma. Mısır Apartmanı’nı yazarken en büyük temennilerimden biri de Beyoğlu İstiklal Caddesinde bulunan Mısır Apartımanı’nın müze olmasıydı. Sonraları milli şairimizin adını daha çok duyar olduk ve kalbime oturan yalnızlığı daha az gücüme gitmeye başladı. Hakikatlerin sesi hiçbir zaman kısık kalmasın!

Bir Su Rüyası adlı romanınızdan biraz bahseder misiniz?

-Lale Devrinin sonlarına doğru yaşanmış anne-evlat sevgisinin sanat eserine dönüştüğü bir varış hikâyesi “Bir Su Rüyası”. Anadolu’da nam salmış ve halen yaşatılan bir geleneğin o tarihten başladığına şaşırabiliriz. Yine bu ilk yazılmış romanla Valide Saliha Sebkati Sultan’ın gerçekleşen rüyasına renk vermeyi hedefledik. 

“ Dolayısıyla İnsan Var” demişsiniz şiir kitabınızın ismine, insan nasıl var olur?

-Sanırım kim olduğumuzu öğrenmek mecburiyetimizi sürdürerek, varlığımızı anlamlandırdığımızda…

Son olarak şimdilerde neler çalışıyorsunuz?

-Şimdilerde biraz aylağım. Zihnimde çok şey olduğu zamanlarda buluyorum bu halimi. Tamamlamayı çok istediğim bir roman çalışmam var ve sanki daha önce engel olamadığım bu istekle hiç roman yazmamışım gibi yepyeni bir hevesin heyecanıyla yoklanıyorum. Daha ne kadar kaçabilirim ki? 

 SEVDA ARSLAN KIDEYŞ KİMDİR?

Şiir, roman, öykü, makale, deneme, edebiyat söyleşileri yayınlandı. Haber ajanda, kültür ajanda, temrin, acemi, akaşa, tünel dergileri ile çeşitli gazetelerde yazılarıyla yer aldı. Vefa, dostluk, sevgi ve ortak değerlerimize dair bildiriler sundu. İlk baskısı Şubat 2014’te neşredilen "Mısır Apartmanı" adlı romanı ile birçok kurumda gençlerle buluştu, Mehmet Akif’i tanıtma ve sevdirme projesi adı altında kaleme aldığı bu eseriyle iller gezdi, konferanslara katıldı, ödüller aldı. Deneme ve romanlarıyla seçici bir okur kitlesine ulaştı. Mısır Apartmanı romanı ilk Akif romanı olarak kayıtlara geçti, yayınlandığı dönemde ilk roman olma özelliğinin altı çizildi. Basın ve medyada mısır apartmanının Akif müzesi olması arzusunu açıkladı. Yazak Yazım Atölyesi Derneğinde ve Acemi Dergi Yayın Kurulunda görev yaptı. Erenköy Kozyatağı'nda özel bir eğitim kurumunda Arapça, Farsça ve Tasavvuf dersleri verdi. Uluslararası Ahievran Yarışmalarında jüri üyesi olarak görev aldı. Yazarlık ihtisas dersleri aldı ve yazarlık eğitmenliği yaptı.  " Bir Su Rüyası" adlı romanıyla  I.Mahmud'un  annesi Saliha  Sebkatî Sultan’nın hayatını ilk defa kaleme aldı. [email protected]

Yayımlanmış eserleri:

Lâl ( Gelincikler ve Aşk)  ( Roman)

Ayakkabılar Yürümez ( Roman)

Mısır Apartmanı ( Roman )

Bir Mim Yeter ( Şiir -Deneme ) 

Kahve Kokusu ( Deneme )

Dolayısıyla İnsan Var ( Şiir)

Bir Su Rüyası ( Valide Saliha Sebkati Sultan Romanı ) 

Yayınlanmış  antoloji eserleri:

Cennet Kadınları

 Sırat-ı Aşk

 Kırlangıç Ağıdı

 Kuzeyden Gelen Öyküler

 Kırmızı Hayatın Rengi Olsun

Kaynak: istiklal.com.tr