Geçen yazıda küreselleşmeye ve küreselleşmenin dünyaya etkilerine, şimdiye kadar verdiği zararlara ve beklenen kötü sonuçlarına kısaca değinmiştim

Geçen yazıda küreselleşmeye ve küreselleşmenin dünyaya etkilerine, şimdiye kadar verdiği zararlara ve beklenen kötü sonuçlarına kısaca değinmiştim. Bu yazıda da küreselleşmeye karşı kalıcı başarı sağlamanın yollarına değinelim biraz.
Öncelikle, küreselleşme karşısında yer alabilecek bir yerelleşme stratejisi geliştirmenin önemini vurgulamak gerekiyor. Tabi yerel nedir, yerelin kapsadığı alan nerelerdir, sınırları nerede başlar nerede biter gibi soruları cevaplamadan bu stratejiyi geliştirmek tamamen boş bir çaba olacaktır.
Yerel dediğimiz mefhum bizim dini ve milli sınırlarımızın ulaştığı coğrafyanın inanç, kültür, duygu, düşünce ve yaşayış konusunda ortak değerler geliştirebildiğimiz ve ya dayandığı temeller bağlamında bu değerleri geliştirmeye müsait olan her yerdir. Yoksa yerellikten kasıt şu an içinde yaşadığımız vatan sınırları değildir.
Osmanlı’nın ulaşmış olduğu sınırların büyük bir kısmı bizim yerel hinterlandımız olarak kabul edilip bunun üzerine bir strateji geliştirmek zorundayız. Merkeze ülkemizi koyarak bu sınırlar içerisinde yaşayan toplumları, farklılıklarımızı bir kenara koyarak bu ortak düşmana karşı ortak hareket etme konusunda bilinçlendirecek ve bu konuda azami gayret sarf edilmesini sağlayacak ortak hareket noktaları oluşturmak durumundayız.
Elbette ki bu öyle kısa zamanda ve kolaylıkla gerçekleştirilebilecek bir iş değil. Bu sınırlar içerisinde yaşayan toplumlar, aynı dine mensup olsa bile farklı anlayış ve bilinç seviyelerine, farklı siyasi görüşlere, farklı sosyolojik yapılara sahip olabilir. Ama ortak hareket noktamız olması gereken şey, hepimizin karşımızda bulunan düşmanın hedefinde olduğumuz gerçeğidir.
Düşman nasıl ince ince, ilmek ilmek, büyük bir sabırla ve uzun zamandır kendi stratejisini hayata geçiriyorsa, biz de kararlılıkla, sabırla ama daha büyük bir süratle buna çaba sarf etmeliyiz. Sonuçta bizi bekleyen şey kendilerini dünyanın efendileri olarak görenler karşısında köle durumuna düşecek olmak ve dünyanın yanında ahiret yurdunu da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacak olmamızdır.
Sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanarak, kültür elçileri görevlendirerek, insani yardım kuruluşlarını hem niceliksel hem de niteliksel olarak büyüterek, filmler yaptırarak, kitaplar yazdırarak, ortak noktalarımızı öne çıkararak, ekonomik olarak destekler sağlayarak, öğrenci ve akademisyen değişimleri planlayarak, siyasi girişimleri arttırarak ve bunlar gibi daha başka yollarla sorunu anlatıp, kanıtlayıp, çözümleri ortaya koymalı ve bu çabamıza bu sınırlardaki her toplumu ortak etmenin yollarını bulmalıyız.
Vatan dediğimiz şeyin bize çizilen sınırlar olmadığı, dini değerleri paylaşan her toplumun, başka inançlara mensup olanların da karşılıklı saygı çerçevesi içerisinde ortak vatanın doğal bir parçası olduğu, yüzyıllarca nasıl bir arada yaşanmışsa tekrar yaşanabileceği ve ya birlikte var oluruz ya da birlikte yok oluruz fikri toplumlara yayılmalıdır.
Bu bir uyandırma ve bilinçlendirme projesidir. Ve ilk adımdır. Bu kısa zamanda gerçekleştirilebilirse, ülkelerin eğitim, kültür, siyaset, ekonomi gibi alanları bu ideal hedefinde yeniden şekillendirmeye tabi tutularak eş güdüm sağlanabilir.
Karşımızda gözü dönmüş, kendilerinden olmayanı ikinci sınıf bir varlık olarak gören ve dünya nüfusunu yarıdan fazla azaltmayı önerebilecek kadar cani bir oluşumdan söz ediyoruz. Yönetilebilir bir dünyayı ancak bu şartlarla mümkün gören bir oluşum bu.
Bu oluşuma karşı yapılacak şeyler listesi oldukça kabarık ve zaman ise oldukça dar.
Onlar az zamanda çok işler başardılar.
Artık sıra bizde…