Bu seriyi sonuçlandırma adına güçlü devlet karakteri ile ilgili olarak neyi kastettiğimizi açıklamaya çalışalım.

Bu seriyi sonuçlandırma adına güçlü devlet karakteri ile ilgili olarak neyi kastettiğimizi açıklamaya çalışalım. Gerçi meramımız az çok anlaşılmıştır. Bizimkisi hatırlatma babında bir bilgilendirmedir. Yoksa her Müslüman gücün yegâne kaynağının Allah Azimuşşan olduğunu bilir.

Bir Müslüman bakış açısı ile materyalist, sekülerist bir anlayışın güçlü devlet kriterlerinin farklı olacağı açıktır.

Sekülerist, materyalist bir anlayışa sahip bireylerde güçlü devlet denilince teknolojide ve gelirde kim üstün ise o devlet güçlüdür anlayışı hakimdir. Böyle olduğundan bu anlayıştaki bireylerin dünya üzerinde süper güç olma konusundaki tüm planları bu iki alan üzerinde cereyan etmektedir. Söz konusu anlayış bu tür insanların ruhlarına öylesine işlemiştir ki tezahürlerini her alanda görmek mümkündür.

Basit bir örnek olması açısından bu anlayışta olan insanların yayınladıkları filmleri izlerseniz filmin temasının sürekli savaş gücü üzerine kurgulandığını görürsünüz. Yeni bir canlı türü, yeni bir maden, dünya dışı canlılar vb. her içerik bir şekilde kitle imha silahına nasıl çevrileceği üzerine kurguludur. Bunun hem o ülke insanları açısından, hem de düşman addedilen diğer ülke insanları açısından psikolojik etkilerinin planlandığı açıktır.

Maddi güce dayalı anlayışa sahip bireylerin hak anlayışları da arızalıdır. Bu arıza ise yeni olmayıp Firavun dönemine kadar gitmektedir. Gerçi bu anlayışa sahip batı kendisini eski Roma’nın devamı olarak görmektedir. Eski Roma ise eski Yunan’a, eski Yunan ise Firavunlara dayanmaktadır. Yani batının bu anlayışta olması doğaldır.

Firavun sistemine baktığımızda döneminin maddeten süper gücüdür. Firavun bir yönetim sistemidir. Bu yönetim sisteminin en üst yetkilisine imparator gibi, kral gibi firavun denilirdi. Yani firavun tek kişi değildir. Her firavun öldüğünde yerine varisi geçerdi. Bu firavunların takmış olduğu bir maske vardır. Söz konusu maske dolayısıyla ayrıca firavunluğa geçen yeni bireyler şekil ve şemail bakımından önceki firavuna benzediğinden insanlar firavunları ölümsüz sanıp ilahlaştırıyordu.

Yukarıda belirtilen bir ortamda yetişen ve büyüyen firavunlar açısından hak anlayışı da doğal olarak güç çerçeveli idi. Nitekim böyle de olmuştur. Bu hak anlayışı sebebiyle insanlara en olunmadık işkenceler yapılmaktaydı ancak güce dayalı hak anlayışı sebebiyle yapılanların zulüm olduğu addedilmiyordu.

Bu durum had safhaya varınca Rabbimiz yapılan zulümlere ve bu anlayışa son vermek üzere Musa (aleyhisselam)’ı uyarıcı olarak göndermiştir. Musa (aleyhisselam) firavuna yaptıklarının zulüm olduğunu ve buna son vermesi gerektiğini haber verince firavun bu duruma bir mana verememiş bilakis bunun kendisinin hakkı olduğunu iddia etmiştir. Ancak tüm uyarılara rağmen bu anlayışını devam ettiren ve arkasındaki maddi güce güvenen firavun yüz binlerce kişiden oluşan ordusu ile birlikte Nil’in karanlık sularında helak olup gitmiştir.

Aynı hak anlayışına sahip Nemrut’da İbrahim (aleyhisselam)’ın uyarılarını hiçe saymış, o da arkasındaki maddi güce dayanarak isyan ve zulmünü inatla sürdürmüş ancak topal bir sivrisinek tarafından helak edilmiştir. Bu helaki ise ne teknolojisi, ne ordusu, ne ailesi, ne de serveti kurtaramamıştır.

Siyaset bilimcilerince yapılan değerlendirmelerde ki bu değerlendirme yine maddi güç anlayışı çerçevesinde yapıldığından Musa (aleyhisselam)’ın firavun’a karşı, İbrahim (aleyhisselam)’ın Nemrut’a karşı kazanma şansının %0 (yüzde sıfır) olduğu belirtilmiştir. Ancak orta da Mutlak bir gücün varlığı es geçilmektedir. Bu mutlak güç sahibi ise Allah Azimuşşandır.

Rabbimizin müdahalesi ile kendilerini süper güç olarak addeden ve yenilmez olarak gören bu despotlar ibret olmak üzere en zelil şekilde helak edilmiştir.

Yine Kabe’yi yıkmaya bugünkü tanklar hükmündeki fillerle gelen Ebrehe, en küçük kuşlardan olan ebabil kuşları tarafından helak edilmiştir.

Kuran-ı Kerim’imizde bu konuyla ilgili olarak geçen en güzel örneklerden biri de Talut kıssasıdır. “Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: “Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç- onu tadmazsa bendendir.” Küçük bir kısmı hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): “Bugün bizim Calut'a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok” dediler. (O zaman) Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: “Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 249)

Evet, Bakara Suresinin ilgili ayetinde belirtilen meselede İsrail oğullarından Talut isimli takva ve cesaret timsali bir genç, halkı Calut tasallutundan kurtulmak üzere bir ordu ile yola koyuluyor. Yolda giderlerken bazı imtihanlardan geçen ve on binlerce kişiden oluşan ordu, azala azala sonunda bir rivayete göre Bedir Ashabı kadar bir toplulukla Calut’un karşısına çıkıyorlar. Calut’un ordusunda ise yüz binlerce kişi bulunmaktadır. Ama Talut’un ordusu içerisinde bir cevher bulunmaktadır. Davut (aleyhisselam)!

Davut (aleyhisselam) yerden aldığı bir taşı Allah’ın ismiyle fırlatarak demir zırhlar içerisine sığınan Calut’u, bu zırhın tek açık kısmı olan göz tarafından vurarak helak etmiştir. Bu durum karşısında Calut’un ordusu savaşmaktan vaz geçmiş/dağılmış ve savaş Allah’ın izniyle Talut’un galibiyetiyle sonuçlanmıştır.

Günümüze kadar tarihi incelediğimizde az ve güçsüz bir topluluğun samimi bir şekilde Allah’a sığınıp, O’na güvenerek güçlü ve çok olan toplulukları yendikleri örnekleriyle doludur.

Çanakkale zaferimiz de bu imanın, bu teslimiyetin en güzel örneklerindendir. Allah’ın nusreti ile zayıf, hasta addedilen bir topluluk yenilmesi imkansız görülen teknolojik açıdan, insan sayısı ve gücü bakımından dönemin süper güçleri kabul edilen, Fransa, İngiltere, İtalya ve diğer batılı güçleri hezimete uğratmıştır.

Hiç şüphesiz imandan, İslam’dan yoksun insanların bu zaferi anlamaları mümkün değildir. Samimi bir şekilde İslam’ın, Kuranın, vatan toprağının, namusun korunması için Allah’a gözyaşları içerisinde sığınan bir topluluk karşısında hiçbir güç duramaz. Allah Azimuşşan bir topluluğa yardım etti mi artık bu topluluğa karşı koyabilecek hiçbir güç yoktur. Bir topluluk da yenilecek ise bu topluluğa yardım edecek hiçbir güç yoktur.

Yegane güç ve kudret sahibi Allah’tır. Güçlü Devlet olmanın en önemli Karakter anlayışında bu mana gizlidir. Allah Mülkün sahibidir. Yerlerin, göklerin, deniz ve okyanusların; tüm madenlerin, nebatatın, hayvanatın, meleklerin, cin ve insin yaratıcısı, üzerlerinde tasarruf sahibi olan ve malikidir. Her şey O’nun emrine amadedir. Bu şuura sahip bir ülke dünya üzerindeki en güçlü ülkedir.

Onlar hiçbir kınayıcının kınamasından korkmaz. Bugünün maddi manada süper gücü addedilen ABD, Rusya, İsrail, İngiltere, Fransa, Çin, Japonya veya başka bir devletten asla korkmaz. Sadece Allah’tan korkar ve O’na sığınır. Kim Allah’a sığındı ise aziz oldu ve kim de maddi güce sığındı ise zelil oldu. Tarih bunun örnekleri ile doludur.

“Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en üstünsünüzdür.” (Ali İmran, 139)

Velhamdulillahi rabbil alemin.