Paris olayları bir tarafta din adına terörün öbür
tarafta da İslamofobi”yi İslam karşıtlığı haline getirmenin
sonuçlarıdır. Her iki tarafında tabanlarını körüklemeleri
işin alınamayan sonuçlarını beraberinde getirmektedir.
İsrail’in bu yaklaşımları derinleştirecek politikaları işi daha
kompleks bir hale getirmektedir. Dünya hızlı bir şekilde
Huntington’un 1996 yılında yayımladığı “ Medeniyetler
Çatışması” tezine doğru gidiyor Ufukta kapkara felaket bulutları
görünmektedir. Avrupa’da İslamofobi gün geçtikçe yayılmakla
kalmayarak bir ideoloji haline gelmektedir. Olan bitenden ders
çıkarma acaba biz bu işin neresinde bulunuyoruz,(ifade özgürlüğü ve
kutsallara hakaret noktasında) İslam dünyasında radikal
unsurların gelişmesinde biz nerdeyiz? sorusu yöneltilmiyor.
Afganistan, Irak ve Suriye bataklıklarını kim inşa etti.
Avrupalıların 7 asırdan kalma İslama bakış açılarını,
ötekileştirme, sömürgeleştirme ve tepeden bakma politikalarını
bırakıp, cılızda olsa batı üniversitelerinde yeni İslam bakışını
temel alan bir yaklaşımı temel alan politikaları geliştirmeleri
gerekmektedir.
Pariste Charlie Hebdo olayından sonra yardıma ilk koşanlardan birinin Darancy mahallesi imamı Hasen Şalgumi olması, Diyanete bağlı İmamların Almanya’da çeşitli gazete ve dergilerde sesiz nöbet tutarak “ fikir özgürlüğü ve hoşgörü” mesajı vermesi, diğer taraftan Kilislerin İslamofobi’ye karşı çıkan açıklamaları ve Avrupalı devlet adamlarının birlikte yaşama çağrıları ayrıca Pazar günkü gerçekleşen törene Avrupalı devlet adamları ile beraber Müslüman ülkelerin liderlerinin de katılması alkışlanacak hareketlerdir. En azından kısa vadede Avrupa’da yaşayan Müslümanlar ve Müslüman ülkelerde yaşayan gayrimüslümler açısından olumludur. Çadı avı başlatılmadan soğuk kanlılıkla meselenin ele alınmasını sağlayacaktır. Bu kaotik ortamdan meded umanlara fırsat vermeyecektir. Uzun vadede bunun önüne geçmek için devletler bazında ve sivil toplum kuruluşları nezdinde daha ciddi adımların atılması gerekmektedir.
Avrupa ve dünyada radikal İslamcıların daha çok Arap ve Uzak Asya(Pakistan, Afganistan ) kökenli olmaları kısmen de Şii unsurlardan oluşması Türklerin bu akımlardan uzak olması Osmanlı dönemi dini öğretim ve eğitim programları ile cumhuriyetin Diyanet modelinin telkin ettiği İslam anlayışından kaynaklanmaktadır. Bizdeki gibi devlet ve modernleşme geleneğinin bulunmadığı toplumlarda öfke ve radikalizim kolayca yer edinebilmektedir. Selefi kültürün güçlü olduğu Pakistan ve bir çok Arap ülkesinde Ortaçağ türü medrese eğitimi devam etmektedir. Hatta İslam’ın ahlaki ve manevi özünü oluşturan tasavvufun ortadan çıkmasıyla bu durum neşv-ü-nema bulmuştur. Pakistanlı büyük alim Fazlur Rahman, İslam adlı eserinde bu dönüşümü şöyle açıklar: “Eski tarikatlarının derinliğinden, dolayısı ile hoşgörüsünden mahrum olan kuruluşlar, zümreler , dar kafalı ve hoşgörüsüz olma eğilimini göstermektedirler. Hatta komünüzme ve faşizme ait usulleri almakta ve devletin varlığını tehdit etmektedir.” .
Filistindeki İsrail zülmü Afganistan savaşı ve Irak ve Sıriyedeki batının iki yüzlü tavrı radikal düşünceyi bütünü ile ateşledi.İslam adına terör yapanların ideologu Filistinli Abdullah Azaam “Cihad ve Silah” adlı kitabında cihadı kominist ve faşist örgütlerin terör metotlarıyla eşitledi. Azamlar, Bin Ladinler, Ayman Zevahiriler, Elkaide ve Hattablar başta olmak üzere Cihadistler, Afganistan, Irak, Suriye ve Filistin topraklarında yeşerdi. Nerede bir çatışma ve kaos varsa veba gibi oralara yayıldı. Ayrıca Avrupa’da yöneticiler ve halklar tarafından ötelenen tecrit edilen ve aşağılanın Müslümanlar arasında yayıldı. Avrupa ve Müslümanların da bağnazlığın radikalizmin, ötekileştirmenin kendileri için bir felaket olduğunu görmeleri gerekir.